Dünyanın bütün canlı türleri kuzeye doğru göç halinde. İklim değişimi ve küresel ısınma, mikro organizmalardan sürüngenlere, bitki ve ağaç türlerinden memeli hayvan türlerine kadar her canlının daha serin bölgelere doğru büyük bir hareket içine girmesi sonucunu getiriyor. Kuzey yarım kürede insan türü için bu durum büyük bir nüfus hareketliliği olarak görülüyor.
“Küresel Güney” halklarının kuzeye doğru devasa hareketinin temelinde böyle bir biyolojik itici güç olsa da genellikle savaşlar, baskıcı rejimler ve kronik yoksulluk en önemli göç nedenleri olarak ifade ediliyor. 21. yüzyıl; Avrupa, Kuzey Amerika ve Avustralya’ya doğru Asya, Afrika ve Güney Amerika’dan benzeri görülmemiş bir göç hareketine sahne oluyor. “Batılı” tabir edilen ülkeler de göçü engellemek için büyük çaba gösteriyorlar, “orijinal” projeler üreterek hayata geçiriyorlar.
İngiltere, Avrupa’ya göç akınlarında son durak. Ulaşması oldukça zor ama imkânsız değil. Göçe karşı İngiliz devleti de “dahiyane” tedbirler üretiyor. Önce, 1994 yılında adını bir soykırım nedeniyle duyuran Afrika ülkesi Ruanda’da mülteci kampları oluşturdu. Boris Johnson hükümetinin İngiltere’ye sığınan göçmenleri bu kamplara gönderme projesi, uluslararası kamuoyunun tepkileri sonucu yüksek mahkeme kararıyla durdurulmuş olsa da vazgeçilmiş değil; yaklaşan genel seçimler öncesinde yeniden uygulamaya konularak muhafazakâr Rishi Sunak hükümetinin oylarını artırması bekleniyor.
Sunak yönetiminin bir başka orijinal projesi Bibby Stockholm gemisi. Güneyde Portland Limanı’na bağlanan bu dev tekne, 500 civarında göçmeni barındırma kapasitesine sahip bir yüzer hapishane. Başlangıç olarak geçtiğimiz hafta 15 göçmen tekneye sevk edildi ancak bir salgın hastalık tehlikesi baş gösterince boşaltıldı. Bu ve benzeri tedbirlerin durmak bilmeyeceği anlaşılıyor.
Batılı devletlerin ülkelerinde aldıkları bu ve benzeri caydırıcı tedbirler yanında göçü kaynağında durdurma çabaları, göç veren ülkelerle güvenlik anlaşmaları ve protokolleri yapmalarına yol açıyor. Afrika, Asya ve Doğu Avrupa devletleriyle bu türden birçok karşılıklı protokol söz konusu. En son Nijer darbesi sonucunda Avrupa’da en çok tartışılan konulardan biri, askeri cuntanın Avrupa Birliği’yle yapılmış mültecileri durdurma anlaşmasına uymama ihtimali oldu. Yani göçü durdurma tedbirleri, Afrika’nın içlerine kadar yayılmış durumda. Avrupa Birliği’nin bu yöndeki en önemli çabalarından biri, Türkiye devleti ile yapmış olduğu geri iade anlaşması. Ayrıntıları pek bilinmese de bu anlaşmanın Erdoğan yönetiminin önemli bir gelir kaynağı olduğu biliniyor.
Geçtiğimiz hafta İngiltere basınının duyurduğuna göre, benzer bir anlaşma İngiltere’yle de yapılmış bulunuyor. 2022’de Türkiye hükümetine 3 milyon sterlin ödenmiş. Buna rağmen son altı ay içinde 1000’den fazla Türkiye menşeli göçmen Manş’ı botlarla geçerek İngiltere’ye ulaşmış ve bu, önceki yıllara göre büyük bir artışa işaret ediyor. İngiltere İçişleri Bakanlığı, geçtiğimiz günlerde daha kapsamlı yeni bir protokol yapıldığını duyurdu. Sorular üzerine Türkiye devletine ödenecek miktar için net bir rakam verilemeyeceği ama anlaşmanın daha çok istihbarat paylaşımına yönelik olduğu belirtildi.
Verilen bilgiye göre, geçmişte çoğunluğu Çin yapımı olan şişme botların son yıllarda Türkiye yapımı oldukları saptanmış. Tabii ki bu botlar, Türkiye’den değil; Fransa ve Belçika’dan Manş’a açılıyor. Türkiye’de imal edildikten sonra Almanya’ya ihraç edildikleri ve buradan Manş kıyısındaki ülkelere aktarıldıkları belirtiliyor. Anlaşma, bu imalatı kaynağında engellemeyi amaçlıyor. Bir başka madde, genel olarak Türkiye’den insan kaçakçılığı şebekeleriyle mücadele konusunda işbirliği. Bu kapsamda İngiliz polisiyle ortak bir Mükemmeliyet Merkezi kurulacak.
Anlaşma, iki ülke yetkilileri arasında bir protokol niteliği taşıdığından meclis onayı gerektirmiyor. Türkiye hükümeti, belli ki kamuoyunu da bilgilendirmemeyi tercih etmiş ama İngiliz İçişleri basına açıklama yaptığında bu “gizli maddeler” kısmen görünür oldu. Tahminlere göre bu anlaşma, AB’yle devam eden geri iade anlaşmasının İngiltere’yle yapılan bir benzeri olabilir. Yani Türkiye’den yola çıktığı tespit edilen göçmenlerin Türkiye’ye iadesi hükmünü içermesi muhtemel. Öte yandan Türkiye, 2010’lu yıllardan itibaren dünyanın en çok göçmen barındıran ülkelerinden biri haline gelmiş bulunuyor.
Protokolün, İngiliz polis ve istihbarat personelinin Türkiye’de faaliyet göstermesini mümkün kılan tarafı, Arnavutluk’la İngiltere arasında geçtiğimiz yıl yapılan bir anlaşmayı akıllara getirdi. Bu anlaşma gereğince İngiliz sınır polisi ve gümrük görevlileri, Tiran Havaalanı’nda pasaport ve vize kontrolleri yapıyor. Mükemmeliyet Merkezi de şişme botların imalatını ve insan kaçakçılığını engelleme gibi faaliyetlerine ek olarak Türkiye’den çıkışlarda pasaport ve vize kontrolleri yaparsa şaşırmamak gerekiyor.
Yüz yıl önce imzalanan Lozan Anlaşması, bir yanıyla İngiltere’nin müttefikleriyle birlikte Osmanlı topraklarını işgaline de son verme anlamına geliyordu. İngiliz donanması ve işgal güçleri Lozan’dan aylar sonra Ekim 1923’te İstanbul’dan ayrılmıştır. Öte yandan “gizli maddeler” iddiası da yıllarca ülke kamuoyunun zihnini meşgul etti. Tarihin cilvesi o ki İngiliz işgali ve gizli maddeler gibi olguların ve iddiaların kaynağı olan Lozan’ın yüzüncü yılında yine İngiliz devletiyle ve bu kez içerdiği maddelerin ne olduğu sahiden belirsiz ya da sahiden “gizli” bir anlaşmanın varlığından haberdar oluyoruz. Yüz sene daha konuşulacak bir mesele.