Erzincan Cezaevi de bizce Giden Gelmez Dağları gibi bir adlandırmayı hak etmektedir. Çünkü son birkaç yıldır o cezaevine giden hükümlülerin neredeyse birçoğu geri dönememektedir. Yani oraya bir kez giren neredeyse bir daha çıkamamaktadır, çıkarılmamaktadır
Kenjan Sasû
Mekanlar, içinde bulundukları koşullar ve taşıdıkları özelliklere göre adlandırılırlar. Dolayısıyla özellik özgünlüğü bağrında taşır, tanımlama ise bu özgünlüğün en görünür ve bilinir boyutuna göre atıf yapar. Buna insanî yaşanmışlıkları da dahil edebiliriz. Her tanımlama bir gerçekliğe çıkar, onu sunar. Giden Gelmez Dağları da çok keskin sarp kayalıklardan oluştuğu için insanlar tarafından böyle adlandırılmıştır. Rivayet odur ki bu dağlara giden nice avcı geri dönmemiştir. Bunu o doğanın ve orada yaşayan canlı türlerinin bir savunma mekanizması olarak da değerlendirmek mümkün. Çünkü her canlı kendi varlığını koruyabilmek için uğraşılmaz alanları kendine mekân seçer. Mekân varlığın sürekliliği için yaşamsal önemdedir. Her gidenin istediği canlıyı avlayıp da geri dönebildiği bir yer olsaydı ‘Giden Gelmez Dağları’ olarak tanımlanmazdı. Hiçbir toplum öylesine aklına estiği için rivayetler uydurmaz. Belki kimi abartılı anlatımlar olabilir, bu anlaşılabilir de. Ancak her rivayet yaşanmış bir gerçekliği sunar, anlatır.
Erzincan Cezaevi de bizce Giden Gelmez Dağları gibi bir adlandırmayı hak etmektedir. Çünkü son birkaç yıldır o cezaevine giden hükümlülerin neredeyse birçoğu geri dönememektedir. Yani oraya bir kez giren neredeyse bir daha çıkamamaktadır, çıkarılmamaktadır. Rivayetten öte çok somut örneklerden hareketle bu tespiti yapıyoruz. Yasaların belirlediği süreye göre infazını yatan ve hiçbir disiplin suçu ve cezası olmayan hükümlüler bile oluşturulan gözlem kurulları tarafından özgür bırakılmamakta bu süre uzatıldıkça uzatılmaktadır. Bu uygulamayla aslında hem hükümlü hem de onun ailesi cezalandırılmaktadır. Mahkemelerin karar verirken gözettiği Ceza İnfaz Kanunu’nu her ne hikmetse bu kurullar gözetmemektedir. Sözde cezaevlerinde hiçbir suç ayrımı yapılmamakta herkese adil ve eşit davranmaktadır ama iş gelip tahliye gününe dayanınca her ne hikmetse bu kurullar mahkemelerden öte bir işlevi kendilerine hak görmektedirler. Yani mahkemelerden rol çalmaktadırlar. Kurulun en üst üyesi Cumhuriyet Savcısı olunca haliyle oradaki diğer astlar onun ağzına bakmaktadırlar. Cumhuriyet Savcısı’na karşı görüş belirtecek tek bir memur bulmak zordur bu memlekette. Dolayısıyla adı kurul olan bu kurum tek bir kişilik karar mekanizmasıdır. Cezaevi müdürü zaten kendi ataması ve kariyerini düşünerek davranmaktadır. Onun tuzu kurudur, çünkü yanı başında bir üstü olan savcı oturmaktadır. Dolayısıyla kaybedeceği bir şey yoktur. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün gözüne girmekten başka bir şey düşünmemektedir. Yegâne kaygısı budur. Bunun yolunun da siyasi hükümlerin iyi hali olmalarına rağmen tahliyesini geciktirmekten geçtiğini düşünmektir. Yani kariyeri uğruna onlarca hükümlüyü ve ailelerini mağdur etmektedir, cezalandırmaktadır.
Bu tahliye geciktirmeleri fiilen rutine bindirildiği için Ceza İnfaz Kanunu’nda yer alan disiplin suçlarına uyup uymamanın hiçbir anlamı da kalmamaktadır. Çünkü koşullu salıverilme ortadan kaldırılmıştır. Hak ederek tahliye ise içeride alınan disiplin cezası ne olursa olsun engellenemeyeceği için hükümlerin zaten “tahliye edilmiyorum o halde idarenin kurallarına uyup uyumamamın da hiçbir anlamı yok” gibi bir mantık yürütmesi gayet olağandır. Hak ederek tahliye tarihiniz gelmişse eğer onlarca disiplin cezanız olsa dahi cezaevi idaresi tahliyenizi engelleyemez. Dolayısıyla fiilen rutinleştirilen bu uygulama cezaevlerinde her türlü güvenlik ve uyum sorunlarını beraberinde getirmeye kapı aralamaktadır. Kaldı ki kurul karşısına çıkarılan hükümlüye infaz süreci ile hiçbir alakası olmayan konularla ilgili sorulan sorular kişinin bırakılmak istenmediğini göstermektedir. Yani hükümlü ne derse desin bir hükmü yoktur ve bırakılmayacağı kesindir. Kurulların aldığı kararlara itiraz yolu açık olsa da infaz hakimlikleri ve ağır ceza mahkemeleri de kararı otomatikman onaylamakta ve destek çıkmaktadırlar. Devlete karşı işlenen suçlardan ceza alan hükümlüyü mü yoksa devlet görevlilerini mi savunacak ikileminde kalınınca tercih devlet görevlileri lehine olacaktır. Hukuksal ilkeler bu noktada öznel yargılara feda edilmektedir. Yazı başlığımızla bağlantılandıracak olursak bu cezaevinin adını Giren Çıkmaz Cezaevi diye telaffuz etmek pek de yanlış olmayacaktır ya da Erzincan Gelen Dönmez Tipi Cezaevi dememiz daha uygundur. Elazığ Cezaevi’nin de Erzincan’dan geri kalır tarafı yoktur. Bu cezaevleri rutine bindirdikleri fiili uygulamaları nedeniyle yüksek güvenlikliden ziyade yüksek riskli cezaevleridir. Hükümlüler ve aileleri tarafından böyle de tanımlanmalıdırlar. Hükümlü ailelerinin yapmaları gereken öncelikli şey sürekli Adalet Bakanlığı’na dilekçeler yazarak içerdeki yakınları için sevk istemektir. “Yakınımın hukukun eşit ve adil ve ayrımcılık olmayan bir cezaevine naklini istiyorum” demeleri en doğrusudur. Özcesi Adalet Bakanlığı ‘Giden Gelmez’ veya ‘Giren Çıkamaz’ cezaevlerine acilen müdahale etmelidir. Kariyerleri ve terfileri için hükümlülerin özgürlük zamanlarını gasp eden ve engelleyen ve artık bunu hiçbir kaygı gözetmeden uygulayan kişi ve kurumlara uyarılar yapıp müdahalede bulunmalıdır. Yani Ceza İnfaz Kanunu’nu Erzincan ve Elazığ normlarına göre değil de Avrupa normlarına göre uyarlamalı ve uygulamalıdır.