Rızasız yolun çağımızda ki gerçekleşim biçimi olan emperyalist vahşet ve sacayakları olan ulus devletler insanlığı, bir bütün olarak biyosferi tüketmeye devam etmekteler. Zira varoluş biçimleri vahşi bir tüketim sarmalı üzerine temellendirilmiştir, bu tahakküm biçim ve sistemi aşılamadığı sürece de böyle sürüp gidecek, nice zulüm üretmeye devam edecektir.
Bu vahşet sistemi kendini var ediş biçimiyle cümle insanlık ve doğaya adeta küresel boyutta bir yok oluşu dayatmasına ve yaşatmasına rağmen, fiillerine hiçbir şey yokmuş gibi devam etmektedir. Okyanus ve nehirler, toprak ve hava kirletilmiş, doğal denge alt-üst edilmiş, ormanlar yangın ve talanla alabildiğine daraltılmış durumdadır. Hegemon güçler gasp ve talan odaklı kamplaşmalarla sürekli savaşlar üretmekte, insanlar ölmekte, yoksulluk derinleştirilmekte, insanlar göç yollarında can vermektedirler.
Evet, küresel bir sistemdir, yıkım küresel boyuttadır ve bu durum Türkiye ve Kürdistan’da da derinleştirilerek sürdürülmektedir. İnsanlık ailesi; cins, sınıf ve halklar biçiminde, özgün-somut gerçeklikler olarak mevcuttur. Bağlı olarak özgün sorunları ve ihtiyaçları, kendi gerçeklikleri üzerinden gerçekleştirilen arayışları, önermeleri ve direniş yöntemleri vardır. Rızasız yolun, tahakküm ve gasp sınıflarının zihniyet ve örgütlülük biçimleri ayrıştırma, düşmanlaştırma, çatıştırma üzerinden el koymaya odaklıyken, mazlumların zihniyet ve örgütlülük biçimleri rızalaşma-hak teslimi, yani kolektif özgürleşme-eşitleşme üzerine temellenir.
Bu vurguları; mazlum, masum, cümle insanlık ve cümle varlıkla razılık-rızalık fikriyatını, anlam dünyasını ve toplumsal yaşam biçimini esas alan önermeler bütünü olan Raa-Reya Heq/Alevilikle, bu Yolun günümüzde ki ardılları, kuşakları arasındaki kopuşa bir kez daha dikkat çekmek için yapıyoruz. Nedenleri ne olursa olsun; insanlığın, mazlumlar cenahında kendini gerçekleştirme biçimlerinden biri olan bu öğretiden, yani toplumsal ideolojimizden kopuş toplumsal felaket anlamına gelmektedir. Yolun diliyle “zulümata düşmenin” kapılarının ardına kadar açılması durumudur.
Evet, Yolun ikrarbendleri, hak duruş gösterenleri vardır fakat genel durum bir kopuş ve düşüş halidir. Özümüzü dara çekmez, Yol ulularının ve ikrarbendlerinin tarih boyunca gösterdiği duruş ve ödediği bedellere gönderme yaparak kibre düşer, Yolu içselleştirip yaşamaz, gereklerini yerine getirmez, hak duruş gösteremez isek sadece kafamızı kuma gömmüş, bu baş aşağı gidişe onay vermiş oluruz.
Toplumsal tarihimiz boyunca yöneltilen soykırım saldırılarına fiili ve kültürel direniş gösterilmiş, nice bedeller pahasına Yol bugünlere taşınabilmiştir. Yaşanmakta olan çözülüş gerçeğinin yanında hala milyonlarca Alevinin kendi toplumsal-kültürel gerçekliğiyle yaşama iradesi, arzusu ve arayışı devam etmektedir. Sorun şu ki bu arzu ve irade ilkeli ve bütünlüklü bir örgütlülüğe evrilememektedir. Sistematik şiddet politikalarıyla dayatılan çözülüş ve gittikçe yok oluş durumundan çıkış için aşk ve Yolun kemaletiyle buluşmuş bir rehberliğe; canlaşmış, dervişleşmiş bir örgütlülük biçimine ve öncülüğe ihtiyaç vardır.
Kapitalist modernite güçleri kriz, rekabet ve ihtiyaçları bağlamında gittikçe saldırganlaşmakta, fiili savaşları daha da yaygınlaştırma eğilimindedir. Tüm bu süreçlerin ülkedeki yansımaları da yaşamakta olduğumuz üzere daha yoğun emek ve doğa sömürüsü temelli politikalar biçimindedir. Bunun için de daha otoriter bir rejime ihtiyaç duyulmuş, önemli oranda inşa edilmiş ve bu politikalar daha da derinleştirilmektedir. Bu durum, ezilen cins, sınıf, halklar ve tüm ötekileştirilenlerin en insani ve demokratik taleplerinin şiddetle bastırılmasına yol açmaktadır. Alevilerin toplumsal hakları tanınmadığı gibi daha da otoriterleşen rejim, gittikçe yaygınlaştırılıp açık tehdit haline gelen militarist örgütlenmeler Alevilerde de güvenlik kaygılarının tavan yapmasına neden olmuştur. Haklı bir kaygıdır, demokratik bir cumhuriyet inşa edilmedikçe bu riskler devam edecektir.
Ülkenin sakinlerinden olarak Aleviler de herkes gibi yaşamın her alanında bulunmaktadırlar. Doğal biçimde emekçi olarak meslek örgütlerinde, kadın olarak kadın hareketlerinde, STÖ’ler, ekoloji vb alanlarda demokratik mücadele içinde olacaklardır. Yaşamsal öneme sahip diğer boyut ise kendi halk gerçekliklerine yabancılaşmamaları gerektiğidir. Bu konuda Alevilerin zaafiyete düştükleri ise açık bir gerçektir. Yaşamın pek çok alanında fedakarca gayret gösteren, bedeller ödemekten kaçınmayan azımsanmayacak sayıda insanımız kendi halk gerçekliğini tali bir mesele olarak algılamakta, emek ve enerjisini halk gerçekliğimizi yaşatma mücadelesine katmamaktadır.
Alevilik, tüm bileşenleriyle bir halk gerçekliğidir, yaşamın her alanına dair önermeleri olan toplumcu bir ideolojidir. Cümle insan ve varlıkla rızalaşma temelli bir yaşam biçimini esas alan erdemli insan yaratma, insan kalma mücadelesidir, önermeleri evrenseldir. Her Alevi halk gerçekliğini sahiplenmeli, Yolun temel düsturları üzerine kurulu bir örgütlülük biçimine ulaşma, buradan cümle mazlumlarla hak mücadelesinde buluşma gayreti içinde olmalıdır.
Aşk ile.