Söylenmedik şey kalmadı. Söz tükendi. Her gün ayrık otunun kol atması gibi aynı şeylerin türevleri konuşuluyor, gündem yapılıyor. Ne siyasetçiler bıktı ne yorumcular yoruldu; siyaset suyunu habire bulandırmaktan… Gerçek sorunlar ayrık otlarının bu dal atma konuşmalarıyla örtülüyor, görünmez kılınıyor. Bu kadar “atış serbest(!)” konuşma arasında ne sorunlar gündem olabiliyor ne de soruna çözüm üretilebiliniyor. Zaten çözüm kelimesi sözlüğümüzden kelime olarak çıkalı çok oldu. Müflis tüccarın ipek kravat takması misali, sorunların üzerine ipek şal gereli, çözümü Kaf dağının ardına göndereli de epey yıl oldu.
Aşık atışmaları
Biline ve bilelim ki iktidar-muhalefet ve yandaş yorumcuların medyanın “aşık atışmacıları”. Sorunları perdeleme, suni olarak yaratılan gündemin kuyruğuna takılmayı sağlamaktan başka bir işe şey yaramıyorlar. Televizyonlarda boğazını patlatarak, el kol hareketleriyle efelenerek konuşma yapmaları; maç holiganlarının “pespaye” siyaset türevinin aslının tıpkısı adeta. Yalnız holiganlar arada eğlendiriyor, yorumcular bezdiriyor. Tek farkı bu. Maç doksan dakika, doksan dakika bitiyor önümüzdeki maçlara bakacağız deniliyor toparlanmaya çalışıyor sporcular. Stüdyodaki yorumcular da süreleri dolunca ayrılıyor. Bir sonraki programa nerede kalmıştık diye tekrardan başlıyor çoğu. Ancak sorunların çözümüne zerre miskal katkıları olmuyor, tamamı olmasa da tamama yakını. Cambaza bak oyunun oyuncuları…
Zülfüyâre hiç mi hiç dokunmuyorlar. Zülfüyâre dokunmadığı için de, çiftçi üretemiyor, halk geçim sıkıntısı çekmeye devam ediyor. Bu arada şirketler obezleşiyor, yurttaş Etiyopyalılaşıyor. Halkın bir deri, bir kemik bırakılma süreci asfaltlanıyor.
Tahterevallinin iki ucu
Seçim öncesi televizyon kanallarında eski ülkücüden geçilmiyordu. Sazı eline alan “vatan millet” söylemiyle başlıyordu. Dinledikçe bir tek onlar vatansever, geri kalan herkes “vatan haini” sanırsınız. Ya arkadaş peki ülkücülükte, milliyetçilikte insanlık, geçim, doğa, akşama ekmek derdi nereye düşer? Akbelen talan ediliyor. Bu talan siyasetten nereye düşer acaba? Akbelen toprağı, ormanları, suyu bu yurdun değil mi? Bu konuda sessizlik, bu lal hal neyin nesi? Cudi yanarken ne parmak, ne yaprak oynuyor. Söndürülmeli mi, körüklenmeli mi? Hangisi? Vatan haini diye damgalanan devrimciler, demokratlar, ekolojistler, en önde ve başta kadınlar talana karşı direniyor dört yıldır Akbelen’de. Şirketler ve hükümet işbirliği ile bozkır rüzgârı gibi hızla yayılan ve tahrip edilen topraklara, sulara, ormanlara yönelik tutum vatanseverliği belirler asıl. Bu konuda takınılan tutum vatanseverliğin turnusol kağıdıdır.
Bir çift söz de öbür mahalleye
Sizler, bizler koro halinde söylendikçe, ilendikçe, halka, çiftçilere hakaret ederek bir oy üzerinde kavga ettikçe, o oy nasıl yararlı kullanılır diye, kafa yormayıp, geçmişle övünüp, gelecekle ilgili halk katmanlarına kızarak yol alınır mı? Bu acz değil de ne? Bakın çiftçiler battı. Sırtındaki kan emicileri bankalar, şirketler (tüccar ve sanayici), çok uluslu şirketler semirdi. Demek ki tv’lerde arzı endam edenler (siyasetçiler-yorumcular), bu bağrış, çığrışlarınız şirketlere yarıyor(!), iktidarın ekmeğine yağ sürüyor.
Ekoloji tarumar oluyor. Yangınlar bir yanda, talanlar diğer yandan ilerliyor. Ekmek fiyatları tavan yapıyor, buğday fiyatları alçak sürünmede. Maaşlar eve gelmeden buharlaşıyor, ücretlere yapılan zammın etkisi bir ay, ya sürüyor, ya sürmüyor. Üstelik hükümet cebe inmeden giden maaş zammının propagandasını yaparak politik kâr hanesine yazıyor. Başarı olarak allıyor pulluyor da, neden zam yapılmak zorunda kalındığının -kötü yönetmenin- hesabı sorul(a)mıyor. Ne içine atıldığımız bu girdabın nedeni, ne bu girdaptan nasıl çıkılacağı konuşul(a)muyor hasılıkelam. Yani çare bensiz, ben çaresiz! Oysa çare sen, ben, o; hepimiz. Şirketler ve onların işbirlikçileri değil! Çünkü onlar, yüzde 99’un teri ile beslenip yağlananlar!