“Bugünkü insanlar doğanın bir parçası olduğunu unuttular ve hepimizin bağımlı olduğu doğayı yok ediyorlar. Havayı ve suyu kirlettiler, kirli hava ve su insanların kalbini de kirletti.”
Bu sözler Akira Kurosawa’nın ‘Düşler’ adlı filmdeki yaşlı bir değirmencinin, onunla sohbet eden gence söyledikleri…Bu sözler aslında tüm insanlığa söylenmiş gibi. Ne zaman doğadan söz açılsa, doğa katliamına dair bir haber okusam o yaşlı değirmencinin bu repliği gelir aklıma.
Evet. Kirlettiğimiz hava ve su, kalbimizi ve ruhumuzu da kirletti. Doğa katliamları tüm hızıyla devam ediyor. Doğa katili HES’lerden, nükleere, termik santrallere, zehir saçan endüstriyel ve madencilik faaliyetlerine, yangınlardan ormansızlaştırma ve insansızlaştırmaya uzanan projeleriyle hayatı yok etmeye devam ediyorlar.
Doğa katliamı hız kesmeden devam ediyor. Akbelen Ormanı bölge ekosisteminde önemli bir yer tutan özellikte bir ormanlık alan. Sadece İkizköylüler için değil, geniş bir alanın ekolojik yaşam güvencesi anlamını taşıyor. Direnen köylüler ve çevreciler coplanıyor, gözaltına alınıyor.
Öte yandan basında yeterince yer verilmeyen; önce Lîce’de sonra Cudî’de hektarlarca alanın yok olmasına neden olan yangının günlerdir söndürülmemesinin ardında, bölgeyi insansızlaştırma politikalarının yattığını söylüyor yetkililer.
Dünya çapında 117 ülke ve 6 bin 475 kentin hava kalitesinin ölçüldüğü Dünya Hava Kirliliği Raporu’nda Türkiye 46’ncı sırada yer alıyor. Türkiye’nin ayrıca Avrupa’da havası en kirli 7’nci ülke olduğu belirtiliyor.
Doğa; kendini sürekli olarak yenileyen ve değiştiren bir mekanizmaya sahiptir ama o kadar acımasızca ve vahşice üstüne gidiliyor ki doğanın kendini savunma stratejileri de bunları alt etmeye yetmiyor. Doğada kendiliğinden bir ekolojik denge olduğunu belirtir konunun uzmanları. İnsan dışında hiçbir canlı doğa katliamı yapmaz. Bu vahşet sadece kendini modern diye niteleyen insanda görülür. Bu lanet olası “uygar”lığımıza bulaşmamış insanları, toplumları da bataklıklarımıza çektik.
Doğanın bize kucak açması için; onun içinde kendimize de bir yer bulmamız için ve onun bizi kabul etmesi için kendimizi ona affettirmemiz gerekiyor. Bu bilinçten hareketle son dönemlerde doğaseverler küçümsenmeyecek bir güce eriştiler. Bir taraftan bu vahşetle mücadele ederken bir yandan da şehirlerde hiçbir sorun yokmuş gibi yaşamaya devam eden insanlara ayna tutmak ve bu soruna ortak etmek için çaba sarfediyorlar. Unutmayalım ki bu çabalara destek vermek hepimizin yaşama karşı ortak sorumluluğudur.
1854 yılında Kızılderililerin Reisi Seattle’nin ABD Başkanına yazdığı o ünlü mektubundan bir küçük pasaj insanlığa yıllar öncesinde verilmiş bir mesajdır:
“Bu toprakların her parçası halkım için kutsaldır. Çam ağaçlarının parıldayan iğneleri, vızıldayan böcekler, beyaz kumsallı sahiller, karanlık ormanlar ve sabahları çayırları örten buğu; halkımın anılarının ve geçirdiği yüzlerce yıllık deneylerin bir parçasıdır. Ormandaki ağaçların damarlarında dolaşan su, atalarımızın anılarını taşır; biz buna inanırız…Beyaz adam annesi olan toprağa ve kardeşi olan gökyüzüne, alıp satılacak, işlenecek, yağmalanacak bir şey gözüyle bakar. O’nun bu ihtirasıdır ki toprakları çölleştirecek ve her şeyi yok edecektir… Bir gün bakacaksınız gökteki kartallar, dağları örten ormanlar yok olmuş, yabani atlar ehlileştirilmiş ve her yer insanoğlunun kokusuyla dolmuş. İşte o gün insanoğlu için yaşamın sonu ve varlığını devam ettirebilme mücadelesinin başlangıcı olacak.” (Şef Seattle, 1854)
Çevre ve doğayı koruma ve kollama duyarlığı için mektep medrese okuyup ekolojist olmamız gerekmiyor. Sorun hepimizi etkileyen bir durum olduğundan dolayı hepimizin sorunudur.
İnsan çevresinin ve doğanın bir parçasıdır, parçası olduğu doğanın katili durumuna düşmemelidir.