Bu yıl Temmuzda çok şey kaybettik. Yakınlarımız, büyüklerimiz öldü. Dünyada benzeri görülmemiş bir sıcaklık dalgası kuzey yarımkürenin tamamını yakıyor. Akdeniz’in her yakası yangın yeri. Cezayir’den Rodos’a ormanlarımız, ciğerlerimiz yanıyor. Rodos’un birkaç mil ötesinde ise yangının işini devlet görüyor. Orman imha ediliyor ve buna karşı çıkan köylülere ve çevreci protestoculara jandarma saldırıyor. Aynı ülkenin öteki ucunda, Cudi dağındaki yangını, havan topu atışı yaparak çıkarmış olduklarını neşeyle anlatan askerlerin görüntüleri sosyal medyada dolaşıyor. O yangını ne gazeteler yazıyor ne de herhangi bir kamu kurumu söndürmek için çaba gösteriyor…
Son kayıplar, Milan Kundera ve Sinead O’Connor isimleri oldu. 1980’li ve 90’lı yıllarda hayatının gençlik dönemini yaşamış kuşak için her ikisi de önemli insanlar. İrlandalı şarkıcı Sinead O’Connor, 1990’da seslendirdiği Nothing Compares 2 U ile dünyayı büyüledi. Şarkının bestecisi Prince’le araları hiç iyi olmadı. Sinead, aynı zamanda bir siyasal eylemciydi. 1992’de televizyon canlı yayınında Papa 2. Jean Paul’un resmini yırttı. Bunu, Katolik kilisesi içinde sistematik hale gelmiş çocuk istismarını protesto etmek için yaptığını duyurdu. O tarihten sonra çocuklara cinsel taciz vakaları kamuoyunun daha fazla dikkatine taşındı. Katolik kilisesi içinde Papa düzeyine kadar önemli sarsıntılar yaşandı. Bu eylemden bir yıl önce Grammy Ödülleri törenine katılmayı, yeteneğin parayla ölçülemeyeceği nedeniyle reddetmişti. Dört evlilik yaptı ve dört çocuk annesiydi. 2000’li yıllarda konan bipolar bozukluk teşhisini kamuoyuyla paylaştı. 2018’de Müslüman olmaya karar verdi. Bu kararının daha çok Avrupa dışından gelen mültecilere duyduğu empatiyle ilgili olduğu anlaşılıyor. En son geçtiğimiz yıl, 17 yaşındaki oğlu Shane intihar ettiğinde haber olmuştu. Sinead’ın ölüm nedeni konusunda bir açıklama yapılmadı ama polis, şüpheli bir ölümün söz konusu olmadığını duyurmuş bulunuyor.
Sinead sıradışı fiziki güzelliği ve olağanüstü güzel sesiyle birkaç kuşağın hayatında yer etmiş olan bir ikon. Bir televizyon söyleşisinde, bir başka İrlandalı efsane şarkıcı Cranberries grubunun solisti Dolores O’Riordan’ın kendisinden etkilendiğini ama bunu hoş bulduğunu söylüyordu. Zombie parçasını söyleyişiyle tanınan O’Riordan, 2018’de intiharı andırır koşullarda 46 yaşında hayatını kaybetmişti.
Nothing Compares ile adı özdeşleşmiş olan Sinead, tek bir şarkıyla koskoca bir dünyayı büyülemenin mümkün olduğunun yaşamış kanıtı. İrlanda Cumhuriyeti Başkanı’ndan Sinn Fein sözcüsüne, oradan müzik otoritelerine kadar birçok çevreden sanatçının “yaralı ruhuna” huzur dileyen veda mesajları yağmakta. Sağlığında olduğu kadar yokluğunda da bir efsane olarak yaşamayı sürdüreceği kesin.
***
Milan Kundera’nın 1986’da Türkçe yayımlanan romanı Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği hemen en çok okunan kitaplar arasında yerini almıştı. Aynı yıllarda Yalçın Küçük’ün Küfür Romanları kitabında ettiği ‘sosyalist gerçekçi’ küfürler de kâr etmemiş, Kundera Türkiye’de de Küçük’ten daha popüler olmuştu. Daha sonra, Şaka ve diğer roman ve öykü kitapları da Türkçe’ye çevrilerek çok okunan romancı, otoriter Doğu Avrupa rejimleri karşısında bireysel varoluş yolları arayan karakterleriyle birlikte ironisi ve mizah yüklü ve erotizmi esirgemeyen üslubuyla 1990’ların kült isimlerinden biriydi. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği 1988’de başrollerinde iki dev oyuncu Juliette Binoche ve Daniel Day-Lewis’in oynadığı bir sinema filmi olarak piyasaya çıktı ve birçok ödül kazandı.
Kundera’nın Şaka romanı da sinemaya aktarıldı. Kundera, Prag’lı bir yazardı. Gülüşün ve Unutuşun Kitabı, Ayrılık Valsi ve Hayat Başka Yerde gibi Çekoslovakya’dayken Çekçe ürettiği eserlerinden sonra Fransa’ya geçti ve Fransızca’da da birkaç çok okunan roman, öykü ve deneme kitabı yayımladı. En son, Bir Yazarın Hayatı başlıklı Fransızca otobiyografisinin yazar ve çevirmen Osman Akınhay tarafından Google Translate yordamıyla Türkçe’ye çevrilip yayımlanması üzerine edebi çevrelerde bir tartışma yaşanmıştı.
Milan Kundera’nın ironik ve erotik üslubu, otoriter rejimler altında hayatta kalma stratejileri olarak 1980’li ve 1990’lı yılların Türkiye’sinde özellikle genç okurlar arasında geniş yankı buldu. Dikkatli okurlar, Ahmet Altan’ın eserlerinde Kundera’nın izlerini tanıyacaklardır. Kundera’nın anayurdu Çekoslovakya’da yasaklanan roman, öykü ve denemeleri, Fransızca ve İngilizce başta olmak üzere birçok dünya diline çevrildi ve severek okundu. Ve daha çok okunacak.
Aşağıdaki pasaj, geçmişte olduğu gibi günümüzde de birçok Türkiyelinin yaşamak zorunda olduğu ülkesine veda etme anı üzerine Ayrılık Valsi’nden alındı:
“Jakub, arabasına binmek üzere geri döndü. Bir binanın camı ardında ayakta duran küçük bir çocuk gördü. Ancak beş yaşlarında görünen çocuk, camın ardından göle doğru bakıyordu. … Camlarının kalınlığı uzaktan kestirilebilen koca gözlükler takmıştı. … Gözlüklerini bir yük gibi, alınyazısı gibi taşıyordu. Ve Jakub, çocuğun gözlerine, gözlüklerine bakıyor, birden içinin büyük bir hüzünle dolduğunu duyuyordu. … Bu çocuğun elinden bir şey gelmeyeceğini, hiçbir şeyden sorumlu olmadığını, yaşamı boyunca yükünü taşıyacağı az gören gözlerle doğduğunu bildi.
“Ve yine başkalarına kızmasının nedeninin onlara verilmiş, birlikte dünyaya geldikleri ve ağır bir parmaklık gibi taşıdıkları bir şey olduğunu düşündü. Kendisinin de ruh yüceliğine hiçbir ayrıcalıklı hakkı bulunmadığını, en büyük soyluluğun katil de olsalar insanları sevmek olduğunu düşündü.
“Kıyıları yıkılan ve suyu kırlara yayılan bir ırmak gibi oluverdi birden her şey. Jakub üzüntü duymayalı çok oluyordu. Yıllar. Sertliği, acılığı biliyordu bir tek, ama üzüntüyü hayır. Ve işte üzüntünün saldırısına uğramıştı, yerinden kımıldayamıyordu.
“Karşısında gözlüklerini parmaklık gibi taşıyan çocuğu görüyor, bu çocuğa, tüm ülkesine acıyordu ve bu ülkeyi az sevdiğini, kötü sevdiğini düşünüyordu ve bu kötü, başarısız aşktan ötürü üzgündü.
“Hızlı adımlarla arabaya doğru yürüdü, kapısını açtı, direksiyona geçti ve sınır yönünde hareket etti yeniden. Daha önceki gün, bunun bir rahatlama anı olacağını, buradan sevinçle ayrılacağını düşünüyordu. Yanlışlıkla dünyaya geldiği ve gerçek yerini bulamadığı bir yerden ayrılacağını düşünüyordu. Ama o anda, biricik yurdundan ayrıldığını ve başka bir yurdunun da olmayacağını biliyordu.”
Milan Kundera, 11 Temmuz günü 94 yaşında Paris’te hayata veda etti. Eserleriyle yaşayacak.