Yarım kalmış veya yarım bırakılmış ihtilâller ülkesi diye tanımladığım Fransa bir kez daha isyanlara tanıklık etti. Ateş beş veya altı gün ve bilhassa gece sürdü, sonra puf diye söndü. Söndü mü? Gazeteci ve akademisyenler sorularımızı yanıtladı
M. Şehmus Güzel
Yarım kalmış veya yarım bırakılmış ihtilâller ülkesi diye tanımladığım Fransa bir kez daha isyanlara tanıklık etti. Ateş beş veya altı gün ve bilhassa gece sürdü, sonra puf diye söndü.
Söndü mü? Emin değilim. Yakın gelecekteki günler gösterecek.
Olan-bitenler her şeye rağmen incelenmeye değer nitelikte. Neler oldu? Nasıl oldu? İsyancılar kimlerdi?
Ve benzeri birçok sorunun yanıtlanması için yirmi, otuz, kırk veya elli yıllık dostlarımdan bir Türkolog ve “benim Frankologlarım” adını taktığım birkaç korkusuz gözlemciyi davet ettim. Bir Türkolog ve Frankologlarım “yedi silahşor” gibi geldiler, kendilerine ayrılan yerleri aldılar, söyleyeceklerini özgürce söylediler. Bize de onları aktarmak kaldı: Virgülüne dokunmadan.
Her birimiz bu ülkenin ve Avrupa’nın bir köşesinde olduğumuz için en iyi yol e-mail yoluydu. Elektronik posta yolu. Bu yolu denedim. Yol bitmedi ama bu iş için önemli kimi ipuçlarını yakaladık sanıyorum.
Olayların ve polis tarafından öldürülenlerin unutulmaması için yararı olur sanıyorum. Yazılı olan kalıyor bildiğiniz gibi.
Haydi kolay gelsin. Okumaya başlıyoruz.
Belli bir program yok ama…
Önce bir Türkolog: François Georgeon
Fransa’daki son olayları değerlendirmek, analizini yapmak üzere Fransa’daki en iyi Türkologlardan, kırk üç yıldır dostum, Padişah 2. Abdülhamid ve dönemi üzerine en görkemli çalışmalardan birini gerçekleştiren, Türk milliyetçiliği ve Yusuf Akçura konusunda en önemli kitabı yazan, yeni kitabı İletişim tarafından bugünlerde sunulacak olan François Georgeon ile elektronik posta yoluyla uzaktan ve soru-yanıt yöntemiyle söyleştik/yazıştık. Çevirisini yaptıktan sonra François Georgeon’a gönderdim. 17 Temmuz 2023’te “Yayınlanabilir” notunu alınca yayınlıyorum. François Georgeun Fransızca yanıtladı, Türkçeleştirdim, buyurun söyleşimize.
- Yapılış biçimiyle eylemler ‘émeute’den çok Orta Çağ’ın ‘jacquerie’lerini çağrıştırıyor. Ne dersin?
Hayır, “jacquerie”ler köylülerin kendi senyörlerine karşı başkaldırılarıydı; oysa burada kırsal başkaldırılar değil banliyöler söz konusu, sadece banliyöler de değil, küçük kentler de. Başkaldıranlar kamusal binaları (belediye, okul, vb.), kamu taşıma araçlarını da (yakılan otobüsler örneğin) hedef alıyorlar; yağma yapıp şunu bunu çalıyorlar, kendi mahallelerindekiler de dahil özel mal mülkü de yakıp yıkıyorlar (otomobilleri, belki bizzat kendi ana babalarına ait olanları da…)
MŞG: Kimi köyde ve benzeri daha küçük yerlerde belediye binalarının, belediye başkanlarının evlerinin yakılmaları yanında coğrafi açıdan ‘jacquerie’yi yüzde yüz çağrıştırmıyor elbette ama şu noktalarda benzeştiklerini ileri sürmek mümkün: Aniden başlamaları, puf diye sona ermeleri (sufle gibi), serçelerin kiraz ağaçlarına hücumu gibi, yeniden başlayabilir olasılığını ihmal etmiyorum: ‘Belki yarın belki yarından da yakın.’ Bir örgüt veya bilinen bir örgüt tarafından düzenlenmemiş olmaları, fiili eylem içinde eylem “anında” mutlaka bir lideri vardır ama hepsini bir araya toplayabilen ‘doğal önder’, seçilmiş önder veya öteden beri bilinen bir lideri yok, varsa da etkisi çok sınırlı, ama yapılan eyleme katılanlar birbirini iyi tanıyor, aralarında belli bir işbölümü bile var, önceden hazırlanmış bir programı da yok, vb.
-Bu bakımlardan haklısın.
- 2005’teki banliyö isyanlarıyla benzeşen ve ayrışan noktaları var mı?
2005’te sadece banliyölerde isyan oldu, coğrafi açıdan bu kadar dağınıklık yoktu ve başkaldıranlar bugünkü kadar genç değildiler.
Fakat ortak nokta, kıvılcım, hareket noktası, polisin/polislerin banliyo gençlerini öldürmesi. Ortak bir sorun/problem daha, polisten nefret edilmesidir. Nahel’i öldüren polis/aynasız herhalde karşısında Arap yüzlü bir banliyo gencini bir mercedesi kullanırken görünce çıldırdı. Sınıflararası savaşlar/ kavgalar inanılan yönde olmayabilir…
Haklısın, öteden beri kimi kez sınıf savaşlarını zenginler başlattı dememiz boşuna değil. Son yıllardaki, son aylardaki enflasyon, satın alma gücünün düşüşü ile hangi noktalarda kesişiyorlar?
- Gelecek açısından nasıl değerlendirilebilir?
İleri sürülen/konuşulan bütün çözümlerin yerinde olduğunu düşünmüyorum/sanmıyorum. Kanımca sorun siyasidir: bir mahalle sakinlerinin kendi mahalle işlerini yönetmekte hakiki sorumlulukları olacak mahalle komiteleri/kurulları yaratılmalı, çok ince bir idari yapı biçiminde; belediye başkanlarının yönetimini üstlendiklerine çok yakın oldukları (dertlerini iyi bildikleri ve sorunlarının çözümü için çalıştıkları anlamında. MŞG): fakat belediye başkanları 100 bin kişilik kentler yanında köyleri de yönetiyorlar. (Hangi birine çare bulsun anlamında. MŞG)! Yurttaşları sorumluluk almaya teşvik edici, bir kent, bir mahalle, bir köy sakinleriyle yakın ilişkiler politikası gerekli; bir parça bekçileri, kabadayıları ve muhtarlarıyla Osmanlı mahallesi örgütlenmesi !!! ”
‘Tek sorun kapitalizm’
Leyla Güz ile dostluğumuz 1970’lerin başına kadar gidiyor. Aix-en-Provence’a. O Fakülte’deydi. Ben doktoramı bitirmek üzere Aix’e gelmiştim. Sonra iyi gazeteci oldu. Bin bir serüven yaşadı. Kadim dostumuz Doğan Yurdakul ile evlendi. İyi, ne iyisi canım çok iyi yemek yapan Leyla en son hobi olarak işleri arasına bir de yemek kitabı yazmayı sıkıştırdı. Torunlarını asla es geçmeden. Hayatı ıskalamadan.
Paris, 3 Temmuz 2023, başlıklı sorularımı burada yinelemiyorum. Georgeon’a sorduğum soruları Leyla’ya da sordum.
Leyla Güz’ün yanıtları:
Kısaca, Bence tek sorun her zaman olduğu gibi kapitalizm. Macron zenginleri besledi ve banliyödeki gençleri hastanesiz, okulsuz (SERVICE PUBLİQUE) günü belalı, geleceği olmayan gettolara sıkıştırdı. Bunun yanında artık Fransız toplumunun çoğunlukla rasist (ırkçı) bir toplum olduğunu gayet iyi biliyoruz. Benim burjuva arkadaşlarım sorunun sadece bir din meselesi olduğunu söylüyorlar… Bence Gezi ile bir ilgisi yok. Gezidekiler nereyi talanladılar ki? Bu talanlar büyük bir kin birikiminin göstergesi. Toplum giderek iyice saflaşıyor. Ortaçağ konusunu iyi bilmiyorum. 2005’ten daha geri bir bilinç düzeyi olduğunu sanıyorum. Gelecek yok, eğitim yok, para yok, sonu bir tür faşizm, Avrupa’da diğer bazı ülkelerde yaşandığı gibi. Ben böyle düşünüyorum. Çok çabuk ve kısaca.
(Aptallık nedir? Hep aynı deneyimi yapıp değişik sonuçlar beklemektir). Bu kapitalizme karşı doğru dürüst mücadele edilmediği sürece durum daha da kötüye gidecektir. Gelecek karanlıktır. Ama bunu kim örgütleyecek? İşte sorun burada. Çocukların fazla kaybedecekleri bir şey yok. Kin kusuyorlar. Polisleri duydun (Vur lan o.. çocuğunu).
İnsanlık için korkutucu
Hasan G. Adıgüzel’in yanıtları:
Yirmi-yirmibeş yıllık dost Hasan G. Adıgüzel, uzun süre Avrupa’nın değişik büyük kentlerinde yaşadıktan sonra Fransa’daki turistik bir gezide vurulduğu küçük bir köye yerleşti: Fransa’nın İspanya sınırı yakınında, Pireneler’in eteklerinde.
Burada Hasan G. Adıgüzel dostumun kısa, öz ve yararlı iletisini aynen yayınlamak istiyorum. Sorularımı es geçiyor ama kendisince ve bizim için de önemli birkaç noktaya değiniyor. Bu da iyi:
“Selamlar değerli Şehmus Güzel
Bildiğin gibi Güney Fransa’da dağda yaşıyorum. Komşularım olaylar yaşanırken bir şey olmamış gibi davrandılar.
Gerçi olayların sıcaklığında Barselona’da idim. Orada Araplık kriminallik konuşuluyordu.
Burada bugün yürüyüş yapıldı. Bizim köyden 60 km uzaklıktaki Perpignan kentinde. Sadece 150 kişi vardı yürüyen. Fransız Komünist Partisi ve gençlik örgütü devletin çizdiği sınırlar içinde konuşuyor, çağrı yapıyor, sabır ya sabır diyor; Bastille ruhu uçmuş, buharlaşmış sanırsın, Komün direnişçileri mezarlarında ters dönüyor.
Genel olarak sol ve insan hakları dernekleri olayın bir tarafını görüyor, gettoları, olayın diğer yanı vatandaşın vergileriyle beslenen devletin silahlı memurları keyfiyet içinde kriminal konumlarda görevlerini yapıyorlar ve bu davranış ve katil polis yine devletin başka bir memurunun açtığı kampanya ile ödüllendiriliyor, kan parası ödeniyor sanki. Ortaçağ ayaklandı Fransa’da.
Ortada bir gerçeklik var, trafik polisinin hayatını tehlikeye düşüren bir durum oluşmamış iken polisin keyfi silah kullanması sonucu bir insan, 17 yaşında bir çocuk, ölüyor, olay polis Arap kriminal düzeyinde konuşuluyor ardından.
“Polisin ailesi için” toplanan para suçu övmek anlamına geliyor ve bu olay güvenlik ve Arap kriminallik arasında oluşmuş gibi konuşuluyor. Taraflar henüz bunu aşabilmiş değil. (Bu işi başlatan ve yürütenler hakkında dava açıldı. Büyük olasılıkla “aileye yardım” için elini cebine atanların ödedikleri yeniden ceplerine dönecek. Çünkü yaptıkları “suç övücü” nitelikte ve yasa dışı. MŞG)
Olaylar sırasında öldürülen diğer genç konuşulmuyor henüz.
Neo Liberal politika insanları ve insanlığı çürütüp eşitsizlik yerine renk, etnik köken ve yapı, din, dil gibi konular üzerinden toplum ikiye üçe bölünüyor. Korkutucu bir durum bu insanlık için.
Bunların yanısıra iklim değişiklikleri şehirli yaşamı tehdit ediyor, su bulunamıyor kıyı bölgelerinde.
Neyse bunlar bilinen konular zaten.
Kolay gelsin. Selam ve sevgiler. (…)”
Fransa ve Belçika
Ülkemizin en kıdemli, en deneyimli gazetecilerinden, azınlıkların, yurt dışındaki yurttaşlarımızın vicdanı, sesi, ağabeyi, kadim dost Doğan Özgüden Brüksel’den yanıtladı. Bir de kısa bir söyleşi içeren bir haber gönderdi: Xavier Rousseaux: Fransa Hapşırınca Brüksel bir parça öksürür. “Fransa’da yüz otomobil yakılınca Belçika’da bir otomobil yakılır.”
Brüksel, 11 Temmuz 2023 tarihli iletisi aynen şöyle:
“Sevgili Şehmus, merhaba.
İki hafta önce ‘Gazetecilik yaşamında bir noktalı virgül’ başlıklı yazımda belirttiğim gibi, yaşlarımızın hayli ilerlemiş ve ona paralel olarak sağlık sorunlarımızın yoğunlaşmış olması nedeniyle, İnci de, ben de, ömrümüzün sona kalan bölümünü gücümüz yettiğince, daha yoğunluklu olarak, yetmiş yıllık ortak mücadelemizin medyada, sosyal ve siyasal örgütlerdeki izlerini arşivlemeye hasrettiğimiz için aktüaliteye eskisi kadar ağırlık veremiyoruz.
Fransa’daki olaylar üzerine Brüksel’in merkezinde toplanan göstericiler kaldırım taşları fırlatarak otobüs duraklarındaki camları kırdı, bazı araçları ateşe verdi. Anneessens metro istasyonu kapatıldı, bölgeye araç girişleri yasaklandı. Polisin yaklaşık 64 göstericiyi gözaltına aldığı açıklandı.
Yabancı kökenli Belçikalı nüfusun yoğun bulunduğu Molenbeek, Anderlecht, Schaerbeek, Saint-Josse ve Saint-Gilles belediyeleriyle Brüksel anakent belediyesinin önemli bir kesimi benzeri protesto gösterilerine çok sık sahne oluyor.
Bu nedenle Belçika medyası, Fransızca olsun, Flamanca olsun, hem Fransa’daki, hem de Belçika’daki olaylara geniş yer verdi.
Bir örnek olarak Le Soir’ın 3 Temmuz 2023 tarihli sayısından bir kupürü ekte iletiyorum.
“Belçika’nın ciddi gazetelerinden Le Soir, 3 Temmuz 2023’te şu başlıkla çıktı:
Belçika’da tansiyonlar: Fransa’da yüz otomobil yakılınca Brüksel’de bir otomobil yakılır
Haberi ve Louvain Hıristiyan Üniversitesi (L’UC Louvain) öğretim üyesi ve Centre d’Histoire du Droit et de la Justice müdürü Xavier Rousseaux ile yapılan kısa ve öğretici söyleşi bu kaynaktan okunabilir.
Ertesi gün dost Doğan Özgüden La Libre Belgique’in olaylara yer verdiği iki sayfayı gönderdi. Özgüden’e teşekkürlerimi yineliyor bu iki sayfayı aynen aktarıyorum.
Örgüt yok ama tepki var
Uzun yıllardır Almanya Federal Cumhuriyeti’nde yaşayan kadim dost Engin Erkiner bu ülkeye yansıyan yönleriyle olayları inceledi, bu konuda iki video yayınladı, izlemenizi tavsiye ederim. Sorularıma yanıt olarak bana gönderdiği iletiyi aynen aktarıyorum:
“Almanya’da kayda değer bir etkisi olmadı.
Türkiye’de ise Ümit Özdağ, “Türkler devlet geleneğine sahip oldukları için yasalara saygılıdırlar, Fransa’daki Araplar gibi oraya buraya saldırmazlar” açıklaması yaptı. İkinci videoda bu belirlemenin yanlışlığını belirtmiştim.
Gazeteler ve televizyonlar yer verdiler ama olağandışı bir olay gibi vermediler. Olayları verdiler, gazetelerde Fransız polisinin ırkçılığı üzerine bazı yorumlar yayınlandı. Bu kadar.
Fransa, büyük ülke olarak ve sömürgeci bir imparatorluk geçmişiyle Avrupa’nın en ırkçı toplumuna sahiptir. (Irkçı, aşırı sağcı, faşist) FN’nin ve bugünkü izleyicisi RN’in yıllardan beri aldığı yüksek oy ve bunun her seçimde giderek artması bir göstergedir. RN’in bugünkü Millet Meclisi’nde doksan civarında milletvekiline sahip olması bir rastlantı değildir. Kadın liderinin geçen yılki cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kez daha ikinci tura kalması ve ikinci turda yüzde 41’den çok oy toplaması da. Bu bugün Fransa’da oy kullananlardan 13 milyondan fazlasının ırkçı partiyi tercih ettikleri demek.
Yeni kurulan Reconquête isimli ve açıkca neo-Nazi parti de 2022’deki seçimlerde epey oy topladı.
Özellikle Cezayirlilere, Cezayir Kökenli Fransa Cumhuriyeti vatandaşlarına, bu arada bağımsızlık savaşı sırasında Fransa ordusu yanında yer alan harkilere ve onların çocuklarına, torunlarına, yakınlarına yönelik polis şiddetinde Cezayir’in eski sömürge olması ve kaybının yarattığı psikolojik etkinin halen silinmemesi rol oynamıştır. Rol oynamayı sürdürüyor. De Gaulle, “Cezayir, Fransa’dır” demişti. Vietnam da sömürgeydi ama Fransa sayılmıyordu. Cezayir’in kaybı Fransa’nın küçülmesi anlamına geldi. Aşırı sağcıların “Hindi Çin’i kaybettik, Cezayir’i vermeyeceğiz” dedikleri unutulmadı.
Banliyö, getto ayaklanmaları ABD’de periyodik olarak tekrarlanır. İşsizlik yaygın, herkes küçük faaliyetlerle geçiniyor (hırsızlık, soygunculuk yaygın). Bu da polisle sürekli sorun yaşamak anlamına geliyor.
Eğitim düzeyi düşük, sosyal yatırımlar az ve bu da özellikle ölüm olaylarında patlamaları getiriyor.
Kendiliğinden patlama
Bu tür olaylar belirli bir program dahilinde gelişmez. Patlama özellikleri ağır basar. İnsanlar özellikle de gençler tepkilerini boşaltınca diner ve sona erer. Örgütlenmeleri söz konusu değildir, patlama kendi gelişme yolunu bulur.
Bu tür hareketlerde belirli bir önderlik olmaz. Kalabalıktakiler genellikle birbirini tanımaktadır. Tepkilerini, nelerin nasıl yapılacağını önceden aralarında konuşmuş da olabilirler.
Hayat pahalılığının artması sonucu geçim şartları zorlaşmıştır ve bunun da mutlaka etkisi vardır. Nüfusun önemli bir yüzdesinin sosyal yardım aldığını tahmin ediyorum. Zaten hükümet de ailelerin çocuklarına sahip çıkmalarını sağlamak için para cezası -sosyal yardımın azaltılması- konusunu gündeme getirdi.
Gettolarda yaşayan bu kesim üretim sürecinin dışındadır. Belirli bir işleri yoktur, kısa vadeli bazı işlerde çalışırlar ya da hiç çalışamazlar. Literatürdeki adları lümpen proletaryadır. Tepkilerini patlama olarak göstermeleri bu özelliklerinden de kaynaklanır.
Örgüt ve program yok, büyük tepki var.
Sendikaların ve partilerin sayıları sürekli artan bu insanlarla kalıcı ilişki kuracaklarını sanmıyorum. Bu kesim işçiler ve memurlar gibi değildir. Örgütler bu kesime nasıl yaklaşabileceklerinin yolunu bulabilmiş değiller.
2005 ile önemli benzerlikleri bulunuyor. Önemli fark eylemlere katılanların yaşlarının daha düşük olmasıdır. 11-13 yaşlarına kadar iniyor. Karakollara, okullara saldırılar aslında hıncın boşaltılmasıdır.
Bazı sosyal önlemler alınacaktır ama gettonun yapısı değişmeyecektir.
Bu tür başkaldırılar gelecekte tekrarlanacaktır.
Cezayir konusu Fransa’da halen çözülmemiştir. Aslında Fransa genel olarak sömürgecilik dönemiyle hesaplaşmamıştır (İngiltere de öyle). Okul kitaplarında halen sömürgelere uygarlık götürüldüğünden söz edildiğinden, Afrika ülkelerinde Fransızlara düşmanlığı da anlamak zor oluyor.”
Rüzgâr aslında iyi taraftan esiyor
Elli yıllık dost, kardeş, yoldaş, namuslu ve ünlü gazetecimiz, en iyi Frankologlarımızdan, mesleki ve siyasi içerikli birçok kitap yazarı Ragıp Duran son zamanlarda yerleştiği Selanik’ten iletime ve sorularıma toplumbilimsel, siyasetbilimsel ve tarihi yönleriyle epey zengin ve derin şu yanıtı verdi, aynen aktarıyorum:
“Selanik’te Beyaz Kule’nin karşısındaki lokantada öğlen yemeğindeydim. Önce polis sirenleri çaldı. Sonra 300-500 kişilik göstericiler grubu geldi. Kızıl bayraklar çoğunluktaydı. Pankartlar Yunanca olduğu için, ben de Yunanca bilmediğim için, ilk başta anlayamadım. Sonra Nahel’in kocaman bir portresini görünce anladım. Olaydan sadece 3 gün sonra sokağa çıkmıştı solcular, insanlık vicdanı yüksek insanlar.
Gençler çoğunluktaydı kortejde ama orta yaşlılar da vardı.
İngilizce versiyonu da olan, hükümete yakın Kathimerini gazetesi de ilk 3-4 gün birinci sayfadan verdi haberi. Televizyonlarda da ilk iki gün birinci haberdi. Aslında Yunanistan’da da, özellikle göçmenlere yönelik bu tür polis şiddeti nispeten sık yaşanan bir olay. Hemen arkasından tepkiler de geliyor tabi. Selanik’deki protestocular Nahel için adalet talep ederken aslında bilinçaltından sağcı Mitsotakis hükümetine de bir mesaj veriyor gibiydiler.
Fransız refleksi
Nanterre’deki olay benim Türkiye’deki yakın çevremde, sosyal medya gruplarında da uzun süre tartışma konusu oldu. Ne yazık ki İttihatçı-Milliyetçi refleksler ve Batı-özel olarak da Fransa- karşıtlığı konuyu çok garip açılardan değerlendirmelerine neden oldu. Bu kesim, Nahel olayı ile Türkiye’deki Suriyeli göçmenler, hatta PKK ile bile ilişkili göstermeye çalıştı.
Sabah France-İnter’de, Fransa’da aşırı-sağcı polis sendikasının sözcüsünü dinlemiştim. Yarım saat sonra adamın söylediklerinin neredeyse tam çevirisini Türkçe olarak, bir tanıdığımın mesajında okudum. Bu kesimler bir yandan da Fransız hükümetinin zor duruma düşmesinden memnun görünüyordu.
Senin Jacquerie benzetmen bana da doğru geliyor.
Öte yandan, bir İsveç, bir Hollanda hatta Almanya’ya oranla Fransız devleti 5. Cumhuriyet’ten bu yana göçmenleri/yabancıları ne asimile edebildi ne de entegre.
Fransız tarihi geleneğindeki ayaklanma, isyan, kitlesel karşı çıkma refleksi bir kez daha kendini gösterdi. 68 Mayıs’ı, neredeyse on yılda bir canlanan öğrenci hareketlerinden ya da zaman zaman parlayan banliyö ayaklanmalarından kuşkusuz farklı olarak Nahel olayında, spontane/kendiliğinden tepki verenler dini, etnik ve siyasi motivasyonlarla, ve tabi ki yurttaş ve insan kimliğiyle bir karşı çıkış sergiledi. Her birinin harekete geçme nedeni farklı olabilir.
Her an ayaklanmaya hazır
Kapitalizmin temsili şiddetinden bunalan insanlar, kapitalizmin simgelerine fiziki şiddetle cevap verdi. Bu da banliyö isyanlarıyla ortak yanı olsa gerek. Ayaklanan kesim, ekonomik sıkıntılar sürdükçe her bir fırsatta mevzi ya da global olarak ayaklanmaya hazır.
Kibir abidesi, sadece zenginlerin hatta sadece milyarderlerin Cumhurbaşkanı Macron’a yönelik nefret, mağaza camlarında patladı.
Ayaklananların ve onları destekleyenlerin sosyo-ekonomik kimliklerine ayrıca siyasi-ideolojik tercihlerine baktığımızda, keza bu vesile ile yabancı düşmanlığını körükleyip devletin ırkçı ve baskıcı önlemler almasını talep eden diğer kesimin de sosyo-ekonomik yapısına baktığımızda, sınıf mücadelesinin unsurlarının çoğunu görmek mümkün.
Rüzgâr aslında iyi taraftan esiyor. Ama 21. yüzyılda yeni örgütlenme ve mücadele yöntemleri yaratacak çağdaş, yerel, otonom/özerk, demokratik bir liderlik olmadığı için, – unutmayalım ki karşılarında belki bin yıllık kocaman ve tecrübeli bir devlet aygıtı var- bence Nahel benzeri mevcut ayaklanmalar, gelecek için, eksikliklerin saptanması için, ders çıkarılması gereken denemeler düzeyinde kalma riskini taşıyor. Fransız hakim sınıfları da bu deneyimden kendileri için, hiç kuşku yok ki, gerekli dersleri çıkaracaktır. Tabi ki kendi çıkarlarını daha iyi koruyabilmek için…”