Türkiye ulus devletinin kurulması ve geçen sürede Lozan’la azınlıklara verilen hakların yok sayılması, buna dair inkâr politikalarının yaşama geçirilmesi, Kürtler de dahil Ermeni, Süryani ve Rum gibi din, dil ve ırk olarak teklik esasına uymayan milletlerin kırımı, göçertilmesi, zorunlu iskân ve sonunda mübadelesi ile çözmeye çalışmaları ile ekolojik kırım suç tanımının içinin doldurmaktadır
Güner Yalnıç
Lozan Antlaşması çok alakasız gibi dursa da bu yazıda bu anlaşmanın ekolojik kırımla ne kadar alakalı olduğunu anlatmaya çalışacağım.
24 Temmuz 1923 yılında İsviçre’nin Lozan kentinde başlayıp kabul edilen bir anlaşma olup muhatap ülkelerin kesin bildirimleri ile 06 Ağustos 1924’te yürürlüğü girmiştir. Önemli olduğu noktalardan biri ise süresiz ve kalıcı bir anlaşma olmasıdır. Yüz yıl geçse de hâlâ o taahhütlerin geçerli ve gerçekleştirilebilir olmasıdır. Yani ulusların kendi kaderini tayin hakkı devam etmektedir.
Osmanlı’nın yıkılmasının altında yatan neden, ayakları yer tutmuş olan kapitalist sistemin kendini gerçekleştirmesi için gerekli olan ulus devletlerin inşa edilmesidir. Böylece Osmanlı parçalanarak bugüne gelen birçok ulus devlet kurulmuştur. Ankara’da ise Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletinin uluslararası arenada resmen tanınmasını sağlayan bir anlaşma olup kurucu niteliğindedir.
Lozan Anlaşması hem dünyada kurulan ulus devletlerin ayakta kalabilmeleri hem de Türk ulus devletinin inşa edilmesinde önemli rol oynamıştır. Dönemin kapitalist devletleri adına Lozan’da ulus devletlerin inşası için çalışmalar yapmıştır. Toplantıya katılan azınlıkların tepkilerini engellemek adına günümüz sermayenin yeşil yüzlü kurumları görevini üstlenerek tepkilerin önünü almaya çalışmıştır. Lozan Anlaşması ve imzacıları, dünyada ve özellikle Kürtlere karşı işlenen ekolojik kırım suçunun baş failidir.
Türk ulus devleti çekirdek yapısını; tek dil, tek ırk ve tek din olarak tanımlanan Sünni Müslüman, Türk ırkı ve Türk dili konuşanlardan oluşturmuştur. Sonrasında ise bu tanıma uymayan ya da uyamayacak düzeyde ve bilinçte olanlar ekolojik kırım olarak tanımlayabileceğimiz bir yaptırıma maruz kalmışlardır.
Ekolojik kırım, kapitalist modernitenin yaşam bulması, endüstriyel politikalar ya da aşırı kâr sağlayarak yapılan tahribatları tanımlamalarda kullanmak eksik ve yetersiz kalacak, hatta bu tanımın içi boşaltılmış olacaktır. O nedenle ekolojik kırım olabilmesi için ulus devlet kavramının yarattığı kıyımların da eklenmesi gereklidir. Bu dört ayaklı sistem tamamlandığı için kusursuz bir ekolojik kırım suçu işlenmiş olacaktır.
Türkiye ulus devletinin kurulması ve geçen sürede Lozan’la azınlıklara verilen hakların yok sayılması, buna dair inkâr politikalarının yaşama geçirilmesi, Kürtler de dahil Ermeni, Süryani ve Rum gibi din, dil ve ırk olarak teklik esasına uymayan milletlerin kırımı, göçertilmesi, zorunlu iskân ve sonunda mübadelesi ile çözmeye çalışmaları ile ekolojik kırım suç tanımının içinin doldurmaktadır.
Elbette ulus devlet için her şey mübah sayılmış, Kürtlerin yaşadığı evler, kültürleri, inanç merkezleri, ormanlar, su içtikleri dereler hatta geçimlik temelli yapılan bahçeler, tarlalardaki ürünler, koyun ve keçiler bile katledilerek yok edilmiştir. Nihayetinde Kürtlerin modernitesi yok edilmiş, yaşam alanları endüstriyel politikalar ve aşırı kar için kullanılmış, ulus devletin teklik tanımına uymadıkları içim soykırıma maruz kalmışlardır. Bu dört uygulamayla karşı karşıya kalan Kürtlerin Lozan’dan bu yana yaşadıkları tam olarak ekolojik kırımdır.
Ve ulus devlet inşasının ekolojik kırım suçunun tamamlayıcısı olduğuna dair bir açıklama olan Apê Musa’nın bu sözleri ile bitiriyorum.
Ji bo me kurdan, zaliman lûgatek çêkirine.
Di lûgata wan de navê kuştina me kurdan “paqijî” ye.
Û tirbên me yên bi hev re jî tim best; gelî, çem û newal in.
Li Sêrtê Newala Qesaban, li Dêrsimê Çemê Mûnzûre,
Geliyê Zîlan, Newala Qutê, Sîh û Sê Gule, Çukûrca û Helepçe.
Eyy Xwedê! Êdi bes e looo!