Remzi o atölyede sadece resim yapmadı, Paris’teki Kürt aydınları davet etti, orada toplantılar gerçekleştirildi, sıkı tartışmalar da oldu, 1983’te kurucuları arasında yer aldığı Paris Kürt Enstitüsü’ne giden yolda
M. Şehmus Güzel
Hataylı. 1928 doğumlu. Sosyalist ve yurtsever. Hakikaten. Kürt. Ressam. Sanatçı ve sanatsever. Adı Remzi, soyadı Raşa. Yaşamı, yaptıkları, tanık oldukları, bizzat içinde yer aldığı toplumsal, siyasi, ailevi, kentsel, yerel, ulusal düzeydeki eylemleri, çalışmaları bilinmeli diyorum. Geçen zamana inat.
Remzi’yi biraz daha yakından tanımak ve tanıtmak, yaşamından örnek olabilecek hayat dilimlerini ve deneyimlerini aktarmak üzere biri kâğıt üstüne bilinen cinsten biri e-kitap olmak üzere iki kitap yayınladım. 2006’da yayınladığım Remzi Hayat Renk Işık başlıklı kâğıt üstüne kitap tükendiği için ve gittikçe zorlaşan posta yoluyla gönderme işi de karmaşıklaşırken bu kitabı da, yeniden gözden geçirip eksiklerini tamamladıktan, dizgi hatalarını düzelttikten sonra e-kitap biçiminde hazırladım; Mart 2022’de ekitap.ayorum.com sitesinde hediye olarak sunduk. Remzi Renk ve Duygu Birikimi başlığını taşıyan Remzi’ye dair ilk e-kitabımı ise Mart 2020’de ekitap.ayorum.com sitemizde bedelsiz sunmuştuk.
Kadim bir dostluk
Remzi ile dostluğum 1980’lerin hemen başına rastlıyor: 1982, belki 1983… Hemen ayrılmaz iki kardeş, iki dost olduk. Mutlaka on beş günde bir, ayda bir görüştük, hafta sonlarına denk getirip öğlen yemeğimizi birlikte yedik, sonra söyleşiler dizimize kaldığımız yerden devam ettik. Remzi’yle her şeyi, sanat ve siyaset, tarih ve coğrafya ve biraz da kimya konuştuk. İnsanoğlunun kimyasının nasıl bozulduğu üzerine bilhassa.
Konuştuklarımızdan bir bölümünü “Remzi: Hayat Renk Işık” isimli ikinci baskısını veya ikinci sunumunu yaptığımız ekitapta bulacaksınız. Yukarıda değindiğim gibi bu çalışmayı daha önce kâğıt üstüne bastırmış, 2006’da yayınlamıştım. Bu kez daha kaliteli ve daha çok görsel malzemeyle yüklü.
Bir hayat
Remzi Raşa 1928’de Kırıkhan’da doğdu. Anası Feride Hanım tarafı Cebel-i Kürd’dendir (Kürt Dağı’ndandır). Babası Hüseyin Avni tarafı ise Urfa’nın Şeyhanlı aşiretinden olup yüzyıllar önce Cebel-i Kürd’e yerleşmiş büyük bir ailedendir.
Remzi ilkokulu Kırıkhan’da okudu. Ortaokulu Antakya’da. İlk resim öğretmenine burada rastladı. Çocukken resim yapan sınıf arkadaşlarını izleyerek ve kalem kâğıt bulduğunda kendi kendine çizerek resme gönlünü kaptırdı. Hayatının çizgisini ve tutkusunu böyle buldu Remzi.
Antakya’da kaldığı Öğrenci Yurdu Müdürü Hakkı Çağlar bir gün yatakhane denetimi sırasında duvarlara asılı Remzi’nin resimlerini görür görmez bunlara bayıldı ve Remzi’nin onayıyla o resimleri alıp okul duvarlarında sergiledi.
İlk sergisini 19 yaşında Kırıkhan’da ve hemen peşinden Antakya’da açtı. Ortaokuldaki resim öğretmeninin Antakyalı ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi (İGSA) diplomalı olması Remzi açısından aranan mekâna açılan anahtarın bulunması demekti. O tarihten sonra bütün hayali İGSA’e girmekti. Bu hayalini 1947’de gerçekleştirdi.
İstanbul’daki yıllar
İstanbul’da ve İGSA’de, Yaşar Kemal’li, Atıf Yılmaz’lı, Ayhan Işık’lı (Ayhan Işıkyan, bilenler bilir), Altan Erbulak’lı, Turan Erol’lü, Adnan Varınca’lı, Orhan Peker’li delikanlılık günlerinde (1947-1953) sadece resimle ugraştı. Aç kaldı ama boyasız kalmadı. Çok çizdi.
“Onlar” grubu ile Naim’le ve tek başına birçok sergi açtı. “İstanbul’da iskelede kum taşıyan hamallar” resmini bir ABD’li satın alıp ülkesine götürdü. İstanbul’da ev kirasını ödemek için çok çabaladı. Minik bir odayı Naim Fakioğlu ile paylaştı: “Oda çok dardı. Ancak şöyle küçük bir yatak sığıyordu. Gece bir şilteyi yere seriyorduk ve sırayla bir gece o yatakta ben yerde, ertesi gece o yerde ben yatakta idare ediyorduk.”
İstanbul’a âşık olmak için de zaman buldu: “İstanbul’un en iyi devresini yaşayabildiğim için çok mutluyum. Çok çok güzeldi İstanbul o zamanlar.” Ressam için önemli olan da budur işte. Güzellik: Kentin ve insan ruhunun güzelliği.
İGSA’dan diplomasını cebine koyar koymaz soluğu Paris’te aldı. Vapur yolculuğunu Sencer Divitçioğlu ve eşiyle yaptı; dillere destan. Beş kuruşsuz geldiği Paris’te, ilk yirmi yılında (1953-1972) çok sıkıntı çekti: “Geçinmek için bin türlü işte çalıştım: Duvar boyacılığından tut da raf yapmaya, gazete paketlemeye kadar…”
Paris: Yoksulluk ve sanat
Remzi resmini aralıksız geliştirdi. İGSA’da uzun süre Resim Bölümü’nü yöneten ve Paris’e gelir gelmez bulduğu Léopold Lévy ile baba oğul gibi birlikte çalıştılar, yaz tatillerini Fransa’nın Akdeniz sahillerindeki küçük köylerde birlikte geçirdiler, resmi asla ihmal etmeden. 1962’de Türkiye İşçi Partisi’ni desteklemek üzere İstanbul’da açılan sergiye bir eseriyle katıldı. Siyasi açıdan Remzi sürekli ve inanmış bir biçimde soldaydı, yurtseverdi ve bu çizgisini ölümüne kadar hiç şaşmadan, şaşırmadan sürdürdü.
Ressam olarak geldiği Paris’te ilk resmini ancak 1958’te satabilecektir. 150 Franka. O parayla sadece bir aylık ev kirasını ödeyebilecektir ve geçinmek için yine Paris’te ve yakın banliyölerinde ufak tefek işlerden üç beş kuruş kazanmaya çabalayacaktır. Sadece resimle geçinme olanağını ise “Herhalde 1970’lerde filan” bulacaktır. Remzi ufak tefek işlerden ve arada sırada sattığı resimlerinden biriktirdiğiyle 1965’ten beri çalıştığı ve yatıp kalktığı minik atölyeyi borçla filan satın alarak kira ödemek derdinden kurtulacaktır. Atölyeyi satın alabilmek için eş dost tanıdık herkesten verebilecekleri tutarda borç istemiş, tanıdık herkes elini cebine atmış, kimi 200, kimi 500 frank borç vermiştir: Fahri Petek en başta, o günlerdeki beş parasızlardan Abidin Dino bile.
Kürt Enstitüsü
Remzi o atölyede sadece resim yapmadı, Paris’teki Kürt aydınları davet etti, orada toplantılar gerçekleştirildi, sıkı tartışmalar da oldu, 1983’te kurucuları arasında yer aldığı Paris Kürt Enstitüsü’ne giden yolda. 1968’den 2012’ye kişisel birçok sergi açtı, birçok karma sergiye katıldı. 2012’de İstanbul ve Diyarbakır’daki “Yalnızlığı Seçmek Bir Restospektif 1946-2006” sergisiyle ülkesiyle buluştu.
Remzi Kürt kimliğini 23 Temmuz 2015’te aramızdan ayrılana dek hep taşıdı, en mutlu olduğu anlar Kürtçe konuştuğu anlarıydı. Bir de çocukluk anılarını aktardığı anlar. Öylesi bir çocukluk da hani herkeste bulunmaz.
Remzi’nin resmi de kendine özgüdür, hiçbir “ekole” girmez, çünkü Remzi kendi ekolündendir. Buyurun siz karar verin, işte söyledikleri:
“Hiç bir zaman bir şeyi kendi kimliğiyle yapmak istemem. Hareket noktam şüphesiz ki her zaman için büyük heyecandır, bir gerçekle karşılaşmadan, bir dokunuştan sonra doğan büyük heyecandan hareketle resim yaparım. Asıl izlediğim şey, o şeyin, o insanın veya o ağacın bana verdiği, bende doğurduğu ‘emotion’u (heyecanı, duyarlılığı) ifade etmektir. (…) Aslında benim resmimde durulmuş tek bir imaj (görüntü) ve tek bir fikir bulunmaz. Bir koltuk resmimde örneğin, sadece bir koltuk görmek istiyorsa izleyici, o koltuğu görebilir, ama benim o koltuğu çizmemin altında yatan, o koltuğun bana başka bir şey hatırlatmasıdır. Hatırlatmış olmasıdır. Bana verdiği heyecandır. Bende yarattığı coşkudur. O koltuğu bana bir heyecan verdiği için çiziyorum. Tabii resmi yaparken o ilk imajı, yani o koltuğu kullanıyorum. Bu bir koltuk olabileceği gibi, bir insan, bir ağaç, çiçek dolu bir saksı da olabilir. Bunları işte asıl duyduğum o heyecanı, o coşkuyu, o duygululuk halini vermek için kullanıyorum. Sonrası artık izleyiciye, resim meraklısına ve onun yapısına, kültürüne, birikimine kalıyor. Bakan sadece bir koltuk, bir insan, bir ağaç, bir saksı görmek istiyorsa sadece onu görür. Başka bir izleyici başka şey(ler) görebilir. Ama bütün bu unsurlar, dış görüntüsü ne olursa olsun, bende heyecan uyandıran duyguların, coşkuların, heyecanların uğrunadır… (…) O heyecan onları taşıyan şeyle, insanla ve/veya ağaçla izleyicinin, bakanın, seyircinin anlamasına ve yorumuna bırakılmalı. İzleyicime candan güvenirim. İzleyicim vermek istediğim coşku, heyecan ve duyguyu mutlaka duyacaktır. Eminim.”
Montmartre Mezarlığı
Remzi’yi 31 Temmuz 2015’te yolcu ettik: Montmartre Mezarlığı girişinde biraraya geldik: Remzi’nin eşi Viviane Hanım, kızı Juliette ve iki torunu, kızkardeşlerinden Günseli Hanım ve ailesinin diğer üyeleri… Günseli Hanım aileyi temsil etti. Yeğeni Ruşen Hanımla ve diğer akrabalarıyla birlikte. Paris Kürt Ensitütüsü (Institut Kurde de Paris) Başkanı Kendal Nezan, Ensitütü’den Joyce Blau Hanım ve birçok çalışanı, Şeref, Mahmoud Hassan… Paris’teki bütün dostları: Murat Tellioğlu ve eşi, Gaye Petek, Ayşegül Beton, Alev Ebüzziya, Defne Gürsoy, Anadolu Kültür Merkezi (Centre Culturel Anatolie) Başkanı Dr. Demir Önger, Kerem Topuz, yıllarca Remzi’nin modeli olarak çalışan Leila Denis, yakın dostları Sewgül, Ciwan, Leyla, Kaya, Uğur, Nevzat, Havva, Kamuran, Ramo, acar fotoğraf ustası Rıdvan Beau (soyadı gibi güzel fotoğraflarını birer demet çiçek gibi sundu bir gün sonra, bu yazıyı donatan tören fotoğrafları onundur), Cemal, Timur, iyi aktör ve mütevazı yönetmen Ahmet Zirek, Leopold Levy’nin (1882-1966) yeğeni Lise ve eşi, kimi galeri sahibi, Raşa ailesinin, Remzi’lerin ve kızı Juliette’in, Paris’te oturdukları mahallelerdeki yakın dostları, komşuları, tanıdıkları, Remzi’nin resim hayranları, Kürtleri temsilen birçok tanınan veya az tanınan şahsiyet ve daha başkalarıyla doksan-yüz kadar vefalı insan.
Saatimiz gelince yürüyüşe geçtik. Ulu ve görmüş geçirmiş dev ağaçların gölgesinde, yürüyerek, sağımızda ve solumuzda mezarları dizili ressam, şair, heykeltraş, yazar, ünlü veya ünsüz şarkıcıların kimi birer şaheser değerindeki mezar taşlarını izleyerek, Remzi için ayrılan mekana vardık: “Chemin Ledoux, 6 ème Division.” Remzi gibi yumuşak ve tatlı bir insana da ancak böyle bir isim taşıyan bir “yol” yakışır diyorum, le-doux gibi okursak.
Kır çiçekleri içinde
Remzi’nin tabutu etrafında geniş bir halka oluşturduk. Ne Place de Clichy’nin gürültüsü ne 18. ilçenin bitmez tükenmez otomobil akışı, ne şehrin homurtusu, Mezarlığın koskocaman duvarı bizi mahalleden ayırdı, Remzi’nin 62 yılını geçirdiği başa bela başkent Paris’ten çekip çıkardı, Kırıkhan’a, İstanbul’a, Yalankoz’a götürdü:
Önce Gaye Petek konuştu, onu Kendal izledi. Sonra Leila ve nihayet Viviane. Viviane Remzi’nin Şubat 2015’ten beri yaşadığı “Yaşlılar Evi”ndeki bakıcısının kaleme aldığı ve ona Remzi’nin nasıl resim çizdirdiğini anlattığı bir metni okudu, sonra imece yöntemiyle/ortaklaşa çizilen resmi gösterdi: Bu gerçekten bir “Remzi Ekolü resmi”ydi. Viviane ağladı. Hepimiz onun acısını paylaşmaya çalıştık. Törenden önce Viviane bana, “Şehmus sen de konuşmalısın” dedi. Ama ben kendimi biliyorum, çok sevdiğiniz bir dosta tabutu önünde elveda demek kolay iş değildir. Ağlarım mağlarım, cemaate ayıp olur diye önerisini kabul edemedim. Aklımda yeri doldurulamaz eşsiz dost Fahri Petek’in cenaze töreninde yaptığım konuşmam ve tutamadığım gözyaşları var çünkü. Hem siz ağlarsanız birçok dinleyici de size katılacaktır. Remzi bunu sevmezdi, emin olabilirsiniz.
Remzi’yi kır çiçeklerinin içinde yolcu ettik. Sevdiği renklerle dolu bir mekânda artık. Eserlerini bize emanet etti.
Ah! Bir de Cebel-i Kürd’ü, Toroslar’ı anımsatan bir dağ, renkli bir tepe olsaydı şurada. Ah! Kahpe kader!
****
NOT: Remzi Raşa’nın hayatını, resim sanatı hakkındaki görüşlerini, resim tutkusunu dinlemek ve eserlerini izlemek isterseniz şu iki görsel kaynağı bilhassa dikkatinize sunmak isterim:
Eric Darmon’un “Remzi-Rasa à l’atelier” başlıklı 26 dakikalık Fransızca belgeseli. Remzi’nin 2005’te Montparnasse Müzesi’ndeki sergisi çerçevesinde gerçekleştirildi.