7 Haziran başarısı olarak tanımladığımız süreç Öcalan’ın stratejik aklı ve çabalarının ürünüydü. HDP’nin inşa ve kitleselleşme süreci dahil olmak üzere o dönemin yöntem ve araçlarını geliştiren
de belirleyen de Öcalan’ın kendisiydi
Cengiz Yürekli
“Tarih öncesi köpekler havlıyordu.” Dersim tertelesi sonrasında çıkarıldığı mecbur göçe dair anılarını bu şekilde tarifliyor Cemal Süreya. Aynı akıl sürekliliğini koruyor. Kürt’ün ve ötekinin payına değişen bir şey yok. İmha, inkâr, ceza, sürgünler… Özgürlük talebini, insanca yaşam arzusunu tasfiye etmek için kendini seferber etmiş bir akıl. Ve onun dört bir yandan taarruza geçen bin bir çeşit unsuru. Salyalı ağızlarıyla bir halkın biriktirdiği değerlere kusmuk bulaştırmaktan çekinmiyorlar. Hiçbir medeniyetin kabul etmeyeceği, insan olanın her çağda mahkûm edeceği tavırları Kürt’ün yok olması amacından olsa gerek sergilemekten utanmıyorlar. Başak Demirtaş’a uzatılan kirli dili lanetliyor, mensubu olduğu büyük demokrasi ve özgürlük camiasının buna en güçlü şekilde cevap olacağını biliyorum. Onun şahsında yapılan saldırılar başta kadınlar olmak üzere özgür Kürtlük mücadelesinde yer tutmuş herkesi hedefleyen bilinçli politikaların ürünü. Asla hesapsız ve kendinden menkul değil. Yüz yıllık bir aklın enstrümanlarından yalnızca birisi olduğu konuya ilgili herkesin malumu. Bu nedenledir ki, Kürt siyasal hareketinin birçok bileşeni gerek kurumsal gerekse de bireysel tepkilerini ortaya koyarak anlamlı bir tutumun sahibi oldu. Peki, yeterli mi, ya da eksik bir yanı yok mu bu tepki açıklamalarının? Tabii ki de var.
Asıl hedef belli
Abdullah Öcalan’ın ismi zikredilerek gerçekleştirilen bu saldırılarda Öcalan temsiliyetini görmezden gelmek olabilecek en büyük eksiklik. Demokrasi öncülüğü iddiasında olanların hedeflenenin ne olduğunu anlamadığı bir gaflet durumuna ya da ideolojik ve politik körlüğe işaret eder ki, en temel eleştiri konusu bu oluyor. “Esaretinden sonra kadın özgürlüğü için yarım kalan en büyük projem” diye yakınan, kadın cinayetleri, çocuk gelin vakalarını birer devrim gerekçesi olarak gören, dünya kadınlarını “jin, jiyan, azadî” felsefesiyle ayağa kaldıran bir iradenin sapkın ağızlara terk edilmesi bir halkın özgürlük talebine sırt dönmek anlamını taşıyor. Kendini savunma koşullarından mahrum şekilde mutlak tecritte tutulan bir insana saldırının ahlaki boyutu bir yana özgür toplum paradigmasının hedeflendiği görülmek durumunda. Yoksa herkesin takdiridir ki şahsi olarak Öcalan’ın kimsenin savunusuna ihtiyacı yok; ancak onun şahsında bir tarihin ve gelecek tahayyülünün korunmaya ihtiyacı var.
Bu durum aynı zamanda demokrat olduğunu iddia edenler için dürüstlük ve samimiyet sınavı oluyor. Öcalan’ın öncülüğünü yaptığı toplumsal kazanımlar çeperinde kendisini konumlandıran, ancak bu durumu bu şekilde değerlendiremeyip tavırsız kalanlar esasında kendi varlıklarını savunmaktan imtina ettiklerinin farkına varmalılar. Çokça uzatılmasını doğru bulmadığım seçim sürecine ilişkin tartışmaların da bu kapsamda ele alınması elzemdir. Sorun aday belirleme, yer belirleme, ittifak politikalarından öte Kürt halkının temel değerlerinin sahiplenilmesiyle ilgili. Bu yönüyle daha önce çokça tekrar edilmiş olsa da bir hafızayı tazelemek adına Öcalan ve seçim ilişkisine dair birkaç cümle kurmanın gerekliliğine ihtiyaç var.
İmralı duruşunun özgünlüğü
Hukukun zerresinin kalmadığı, en ufak uzlaşı ihtimalinin dahi yok edildiği, alabildiğince kutuplaşmanın dayatıldığı, siyasetin tekelleştiği, muhalif olanın kendisini en zor koşullarda bulduğu bir ortamda kimsenin itiraz edemeyeceği “evrensel hukuk, demokratik uzlaşı ve özgür siyaset” talebi seçim sürecinin temel müzakere konusu olabilirdi. Bu talep aynı zamanda “HDP’nin demokrasinin katalizörü” olma rolünün de gereğiydi. Seçimler, bir katalizör rolü oynayarak siyasetin ve toplumun bütününü demokratikleştirme fırsatını sunuyordu. Öcalan 2019 tarihinde büyük bedellerle elde edilen kıt imkânlar da bunu ortaya koymuştu. 2015’ten sonra nefessiz bırakılan Kürt halkına, Kürt halkı şahsında Türkiye toplumuna moral ve umut kavramlarıyla nefes olmak temel stratejisiydi. İktidarın seçim sürecinde bir vaat olarak sunduğu Rojava işgalini engelleme bu stratejinin özüydü. Yaşama siyaseti olarak adlandırdığı “İmralı duruşunu” tecrit koşullarına rağmen ısrarla korudu. O süreci yüzeysel şekilde seçim tartışmalarına entegre edenler, ne hikmetse 7 Ağustos 2019’da avukat yasağının yeniden devreye sokulması ve sonrasında 9 Ekim’de gerçekleşen Rojava operasyonlarını görmek istemediler. Bir nebzede olsa yaşanılacak acıların, bedellerin asgariye çekilmesinin tam da Öcalan’ın yürüttüğü çabanın ürünü olduğunu görmek yerine algı operasyonlarına teşne olundu.
7 Haziran nasıl kazanıldı?
Bazı kesimlerce, algı merkezlerinin oluşturduğu seçimler Öcalan’a rağmen kazanıldı pespayeliğinde ısrar devam ediyorsa, o zaman sormak lazım: 2023 seçimleri kime rağmen kaybedildi -Seçim sonuçları başarısızlık olarak değerlendiriliyorsa-? Kendisinden haber dahi alınamayan Öcalan olmadığı aşikâr. Özeleştiriden bahsediliyorsa bu sorunun da bir başlık olması gerekmez mi?
2019 yılında kendini Kürt halkının hakikati temelinde örgütleyen anlayış dönemin Adalet Bakanı’nı kamuoyu önünde “avukat görüş yasağı kalkmış, Öcalan’ın avukatları ile görüşmesinde engel yok” mealinde açıklama yapmaya zorlamıştı. Peki, aradan geçen sürede ne değişti de ikame olan anlayış ve tarz Adalet Bakanı’nı Öcalan ile hiçbir görüşme yoktur demeye, hatta bu konuya dair belge yayınlamaya zorladı. Özeleştiri verilmesi gereken tam olarak bu anlayış değişikliğidir. Halk ile bağın koparıldığı tespiti burada somut olarak örnekleniyor. Öcalan gerçekliğine mesafeli duran güçlerin bu siyasal geleneği var eden Kürt halkı nezdinde kazanamayacağı defalarca teyit edilmesine rağmen, aynı ısrardan nasıl bir sonuç bekleniyordu ki? Öcalan’ın en asgari düzeyde dahi olsa fikirlerini ifade edebildiği süreçlerin halktaki karşılığı ve siyasete yansıması göz ardı ediliyor. Mevcut seçim sonuçlarının değerlendirilmesinde de görmezden gelinen asli konu 14 Mayıs öncesi Öcalan’ın dahlinin olmayışı ve Öcalan merkezli tartışmalara doğru cevap olunamadığı hususudur.
7 Haziran’ın sırrı
Gururla zikredilen ve güzel bir nostalji olarak ele alınan 7 Haziran başarısının objektif değerlendirmelere konu edilmemesi bu sorunlu tutumun yanlış iliklenen düğme misali ilk adımıdır. Daha önce de söylenmiş olmasına rağmen bu gerçekliğe sırt dönenlerin fark etmesi için tekrar etmekte sakınca yok. 7 Haziran 2015 başarısı olarak tanımladığımız süreç Öcalan’ın stratejik aklı ve çabalarının ürünüydü. 2013-15 sürecinde Öcalan’ın sınırlı da olsa topluma seslenme kanalları ve politikaya dahil olma imkanları mevcuttu. HDP’nin inşa ve kitleselleşme süreci dahil olmak üzere o dönemin yöntem ve araçlarını geliştiren de belirleyen de Öcalan’ın kendisiydi. Newroz mektupları HDP’nin hiçbir zaman ulaşamadığı en kitlesel etkinlikler olmuş, her çağrısı, açıklaması, önerdiği ve yoğun katılımını teşvik ettiği konferanslar, halk toplantıları demokratik öncülük nasıl olmalı sorusunun cevabını oluşturmuştur. İmralı tecrit sistemine rağmen Öcalan böylesi bir gerçekliği var etti. Elbette farklı bir süreçti, halkın motivasyonu farklıydı şeklinde argüman geliştirenler olacak. Ancak bu anlayış sahiplerinin, o süreci ve motivasyonu farklı kılan kimdi sorusunu da dürüstçe cevaplamaları gerekir.
Siz kendi mücadelenizi korumak ve büyütmek adına hakikatlere sahip çıkmaz da boşluk bırakırsanız başkaları bu hakikatleri sizin tasfiyeniz için size karşı kullanmaktan çekinmeyeceklerdir. Hayatın da politikanın da boşluk kaldırmadığı gerçeğinin kendisini en yakıcı olarak hissettirdiği dönemlerden geçiyoruz. Öcalan’ın “kırk yıldır oluşturmaya çalıştığı Kürtlerin özgür yaşam, özgür insan, özgür toplum arayışını gözeten bir Kürt aklının” daim olduğunu biliyoruz. Bu aklın var olan süreci Türkiye halklarıyla beraber daha ileriye taşıyarak demokrasi ve barışla taçlandıracağı sonsuz inancı temel motivasyon kaynağıdır. Bu nedenle karamsar olmak için sebep yok. Aksine her zamankinden daha çok umutlu ve moralli olmaya ihtiyaç var. Ancak bu umudu ileriye taşımanın yolu da hakikatleri doğru zeminde ele alıp dürüstçe tutum geliştirmekten geçiyor.