Hukuksuzluk ve yasaklarla anılan AKP, son dönemlerde zam ve yoksullukla da özdeşleşti. AKP’nin ekonomi politikasının ana hattı neoliberal politikalardır. Bunun da en önemli ayağı özelleştirme politikalarıydı. AKP, kamuya ait ne varsa sata sata sıfırı tüketti. Sonrasında cari açıklarla ekonomiyi idare etmeye çalıştı. Bu süreçte uluslararası sermaye de kendi çıkarları için AKP’nin sıcak para ihtiyacını karşılamayı sürdürdü. Ancak AKP’nin otoriterleşmesi, hukuksuzlukları ve ceberut başkanlık sisteminden sonra onlar da kendilerini güvende hissetmediler ve Türkiye piyasalarından çekildiler. AKP, bugünlerde ise sıcak para ihtiyacını karşılamak için Arap sermayesinin kapılarını aşındırmaktadır.
Ülkenin içinde bulunduğu yoksulluğun ana sebebi neoliberal politikalar olmakla beraber buna AKP zihniyetinin yolsuzlukları ve hırsızlıkları da eklenince artık yoksullukla mücadelenin yerini açlıkla mücadele aldı.
Özellikle 2023 seçimlerinden sonra Erdoğan tarafından -Erdoğan diyorum, çünkü Erdoğan burada da hiçbir yasa ve hukuku umursamayarak kararnamelerle zamlar yapıyor- yapılan zamlarla insanları nefessiz bırakmaya devam ediyor. Nefessiz kalan insanlar ise tepkilerini dile getirmekten ziyade çözümü geçici ve etkisiz yöntemlerde arıyor.
Peki AKP ve Erdoğan zamları hangi gerekçelerle açıklıyor veya toplumu nasıl oyalıyor?
Erdoğan; ‘Domatesçilere sesleniyorum, bir mermi kaç para?’ diye seslenmesi sonrasında Erdoğan’ın şürekası koro halinde yoksulluğun nedenini savaş politikaları olduğunu itiraf ettiler.
Savaş gerekçesinin insanların karınlarını doyurmadığı görülünce bu sefer devreye toplumcu dinin değil iktidar dininin temsilcisi olan Diyanetin Din İşleri Yüksek Kurulu girdi ve ‘fiyatları tayin eden, darlık ve bolluk veren Allah’tır’ dedi. Böylelikle yoksulluğun nedeni yolsuzluktan, hırsızlıktan, hukuksuzluktan ve neoliberal politikalardan çıkarılıp Allah’a yükletildi.
Allah’a iftiralarla da toplumu ikna edemeyen iktidar, bu sefer topluma geleceğe dair vaatlerde bulunmaya başladı.
Erdoğan 2018 seçimlerine giderken “Bu kur filan, bunların hiçbirisi bizim geleceğimizi belirleyen şeyler değil. Bizim geleceğimizi biz belirleyeceğiz. 24’ünde siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” dedi. Halk yetkiyi verdi, o günden beri döviz kurunu tutabilene aşk olsun. ‘Faiz’ ise halen Erdoğan’ın toplumu oyalama ve toplumun dini duygularını istismar etme işlevini görmeye devam ediyor. Erdoğan’ın ‘faiz’ ile ilgili inadı/iddiası, toplumun daha da yoksullaşmasına ve hayat pahalılığı altında ezilmesine neden olmaya devam ediyor.
Sabık İçişleri Bakanı 2021’de ‘Ekonomimiz öyle bir sıçrayacak ve büyüyecek ki etrafımızdaki Almanya’sı, Fransa’sı, İngiltere’si, İtalya’sı ve o her şeye burnunu sokan ABD’si de çatlayacak’ diye topluma gaz verdi. İlginçtir, bu sözlerden bu yana sıçrayan ekonomi görülmediği gibi her gün sıçrayan zamlar ve enflasyon oranları oldu.
Başkanlık sisteminin nimetlerinden faydalanan Erdoğan meclisi de devre dışı bırakarak yaşama dair bütün kalemlerde zam üstüne zam yapmaktadır. İki tane örnek verelim; 14 Mayıs 2023 seçimlerinde motorin fiyatları 19,03 TL iken bugün 34,00 TL’dir. Yurt dışından getirilen telefonların İMEİ harcı Aralık 2022’de -yani 8 ay önce- 2.732,00 iken bugün 22.000,00 TL olmuş.
Ekonomi uçuşa geçmiş ama ters yöne mi uçuyor ne?
Erdoğan son seçimlerde de halkı, ekonomi yönetimini değiştireceğini, yeni ekonomi yönetiminin her şeyi düzelteceğini söyleyerek oyaladı. Oysa yeni dediği ekonomi yönetimi neoliberal ekonomi politikasının Türkiye’deki uygulayıcıları olan ve uluslararası sermayenin memuru olmaktan öteye geçmeyen kadrolarıdır. Sonuç da ortada zaten. Adeta yeninin eskiyi arattığı bir kısır döngüden çıkılamadı. Hiç olmazsa Damat ve Nebati arada bir stand-up yaparak toplumu güldürüyorlardı.
Yolsuzluk, hırsızlık, savaş ve neoliberal politikalarla açlığa mahkum edilen halk ne yapıyor?
Yapılacak zamlardan etkilenmemek için kendince tedbirler alıyor tabi! Gece yarıları gelecek zamlardan etkilenmemek için “akaryakıt kuyruğuna giriyor,” gıda zamlarından etkilenmemek için marketlere gidip erken alışveriş yarışına giriyor, yurt dışından aldıkları telefonların İMEİ harçlarının artışından etkilenmemek için sınır kapılarına hücum ediyor ama yine de zamlardan kurtulamıyor. Siyasal iktidarın yandaş basını da halkın bu durumuyla dalga geçerek “vatandaş ucuz akaryakıt kuyruğunda, halk marketleri boşalttı, sınır kapılarında yurt dışından getirilen telefonların İMEİ harcı turizm yoğunluğu yaşatıyor” şeklinde başlıklar attı.
Savaş ve talan politikaların neden olduğu zamlara ve yoksulluğa karşı geçici ve etkisiz tedbirler alan halk, bu muameleyi hak ediyor mu?
Peki ne yapmalı?
Halkın yönetenlerinin belirlediği ve yönetim politikalarına itiraz ettiği iki önemli yol vardır. Birincisi seçimler, ikinci ise sokak mücadelesidir. Yani barışçıl gösteri ve protestolardır.
Hadi birincisinde yani seçimlerde savaş/milliyetçilik ve din politikalarıyla manipülasyona uğradın. Bugün sıra ikincisindedir. Yani bugün sokağa inip savaş ve talan politikalarının neden olduğu zamlara, yoksulluğa hayır denilmeyecekse ne zaman denilecektir?
Sokak mücadelesinin egemenlere/sömürenlere geri adım attırdığı örneklerle doludur. Bu köşe bu örnekleri anlatmaya yetmez. O nedenle sadece yakın tarihteki etkili bir örnek olan 2017’deki Fransa’daki Sarı Yelekliler protestosuna kısaca değineceğim. Sarı Yelekliler Fransa hükümetinin fahiş akaryakıt zamlarına karşı sokağa çıktılar. Sokak mücadeleleri 3 hafta sürdü. Mücadelenin kararlılığı Fransa hükümetine akaryakıt zamlarını geri aldırdı.
Sokakta savaş ve talan politikalarının neden olduğu zamlara ve yoksulluğa yüksek sesle itiraz edilmedikçe, “mücadele ucuzculuk!” kuyruklarından sokaklara taşınmadıkça toplum yoksulluğa ve açlığa mahkum olmaya devam edecektir.