İsviçre Parlamenteri Dr. Beppe Savary-Boriloli, İmralı koşullarının, Mandela’nın tutulduğu Güney Afrika’daki Robben Adası’ndaki cezaevinden çok daha zor ve ağır olduğunu söyledi
İsviçre Ticino Kanton Parlamenteri ve Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler (IPPNW) İsviçre Seksiyonu Başkanı ve aynı zamanda Uluslararası Abdullah Öcalan’a Özgürlük Komitesi üyelerinden Dr. Beppe Savary-Boriloli, Medya Haber Televizyonu’nda yayınlanan Avrupa Gündemi programında Serkan Demirel’in sorularını yanıtladı.
Abdullah Öcalan üzerindeki uygulamalar tamamen insanlık dışı ve tüm hukuksal prosedürlere aykırı olduğuna dikkat çeken Savary-Boriloli, “Bu uygulamalar aynı zamanda akla uygun olan her şeye aykırıdır. Bugün, İsviçre Eski Federal Savıcısı ve Avrupa Konseyi bünyesinde uzun dönem insan hakları savunuculuğu yapan Sayın Dick Marty ile Abdullah Öcalan üzerindeki bu tecridi konuştuk. İkimiz de Abdullah Öcalan’ın tutukluluk koşullarının tamamen insanlık dışı ve yasa dışı olduğu konusunda hemfikiriz” dedi.
İmralı koşulları Robben adasından daha zor ve ağır
Abdullah Öcalan biraz Nelson Mandela’nın pozisyonuna sahip olduğunun altını çizen Savary-Boriloli, İmralı’nın koşulları Mandela’nın tutulduğu Güney Afrika’daki Robben Adası’ndaki cezaevinden çok daha zor ve ağır olduğunu söyledi. Güney Afrika’daki soruna çözüm yöntemlerinin Mandela’nın özgürlüğü ile başladığını hatırlatan Savary-Boriloli, “Mandela’nın özgür olduğu dönem Güney Afrika’nın başında Erdoğan’dan çok daha ilerici olan Başbakan FW de Clerk vardı. Açık söylemem gerekirse, Sayın Öcalan’ın durumu hakkında beni biraz sakinleştiren şey, Avrupa Konseyi ile çok iyi temasları olan sayın Dick Marty’in bana, ‘Avrupa Konseyi, her halükârda Abdullah Öcalan’ın durumunu izliyor’ demesi oldu. Diplomatik ilişkilerden dolayı Avrupa Konseyi’nin bu durumu açıklamadığını düşünüyorum. Gerçekten de böyle olmasını umuyorum. 27 aydır Sayın Öcalan’dan hiçbir hayati belirtinin olmaması ve kendisiyle hiçbir iletişimin kurulmasına izin verilmemesi beni bireysel olarak çok endişelendiriyor” diye konuştu.
Erdoğan şantaj yapıyor
Erdoğan’ın tecrit üzerinden de herkese karşı bir şantaj yaptığını belirten Savary-Boriloli, “Tıpkı yakın zamanda NATO’ya üye olmak isteyen Finlanda ve İsveç üzerinden yaptığı şantajlar gibi. Erdoğan NATO’nun en büyük ve en önemli 2. ordusunun başkomutanı konumunda. Sonuç olarak, ABD ordusundan sonra NATO’nun en büyük 2. ordusuna sahip. Özellikle Suriyeli mültecilerin durumunu kullanarak Avrupa ülkelerine şantaj yapıyor. “Sınırı mültecilere açarım, ne olacağını görürsünüz” diyerek aksiyonlar içerisine giriyor. Ancak Erdoğan şantajı bir strateji olarak kullanıyor. Avrupa devletleri, Avrupa Birliğine katılmayı umut eden Türkiye’ye daha iyi tavsiyelerde bulunmanın birçok yoluna sahipler. Ama bunu yapmıyorlar. Büyük bir Türk toplumunun yaşadığı Almanya, kesinlikle Türkiye ve Erdoğan üzerinde en fazla temas ve etkiye sahip olan bir ülke. Buna rağmen, bana göre Almanya neredeyse Erdoğan’a karşı hiçbir şey yapmıyor. Almanya Dışişleri Bakanı Erdoğan’a karşı daha sert adımlar atmalı” diye belirtti.
Hem Avrupa hem Amerika sorumlu
Yaşanan durumlarda hem Avrupa’nın hem de Amerika da sorumlu olduğuna dikkat çeken Savary-Boriloli, “Amerika ikiyüzlü bir politika izliyor. Amerika, Kürtleri DAİŞ’e karşı savaşta destekledi. Kürtler büyük bedeller vererek DAİŞ’e karşı savaştı ve zafer kazandı. DAİŞ’e karşı zafer, havadan atılan bombalarla değil, Kürtlerin göğüs göğse verdiği mücadele sayesinde kazanıldı. Kürtler bunu yaptıktan sonra yalnız bırakıldılar” dedi.
Kimyasala dair ciddi ipuçları elde ettik
Savary-Boriloli, Nükleer Savaşın Önlenmesi için Uluslararası Hekimler (IPPNW) Almanya seksiyonun talebi üzerine kendisi ve Saddam Hüseyin’in Halepçe’de kullandığı kimyasal silahları da araştıran Kimyasal Silah Uzmanı Dr. Jan van Aken birlikte Süleymaniye ile Türkiye sınırına kadar gittiklerini söyledi. Amediye kaymakamı sözde “güvenliğimizi sağlayamayacağını” öne sürerek, Türk yetkililerin emri üzerine bölgeye gitmelerine izin vermediğini söyleyen Savary-Boriloli, “Açıkçası aldığı talimat üzerine bizim kimyasal silahların kullanıldığı iddia edilen bölgeye giderek araştırma yapmamızı ve iletişimde olduğumuz insanlarla görüşmemizi engelledi. Bu nedenle sadece kimyasalların kullanıldığına dönük bazı ciddi ipuçları elde edebildik. Erdoğan’ın konuya ilişkin raporumuzdan hiç memnun olmadığını biliyorum, çünkü bizi sözde doktorlar olarak nitelendirdi. Erdoğan’a sözde değil gerçek bir doktor olduğumu garanti edebilirim. Dolaysıyla, Erdoğan’ın beni küçümsemesi ancak beni memnun eder, çünkü farkında olmadan raporumuzda belirttiğimiz konulara dönük endişelerimizi pekiştirdi” şeklinde konuştu.
Kanıt bulmamız engelleniyor
Kimyasal kullanıldığına dönük kesin kanıt bulmamıza izin verilmediğini hatırlatan Savary-Boriloli, “Kanıt elde etmek için, ya Birleşmiş Milletler, yani BM Genel Sekreteri bölgeye araştırma yapması için bir delegasyon gönderebilir ya da Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) gibi kurumlar devreye girmeli. OPCW’nin de harekete geçmesi için bu soruşturmayı talep eden bir ülke olmalı. Şimdiye kadar bu ülkeyi maalesef bulamadık. Temas halinde olduğumuz ne İsviçre ne Almanya bunu yapmak istemiyor. Bu da herkesin Erdoğan’ın Türkiye’sinden biraz korkuyor, fikrimizi doğruluyor” dedi.
Türkiye’yi memnun etmek için listeye alındı
Dönemin Alman Şansölyesi Helmut Kohl’un Türkiye’yi memnun etmek için PKK’yi ‘terör listesi’ne alması açısından oldukça eski bir mesele olduğunu belirten Savary-Boriloli, Helmut Kohl, PKK’yi terör listesine alma kararlarını neye dayandırdığını bilmiyoruz. PKK, masum sivilleri tehlikeye atmak ve sivillere saldırı gibi terörist yöntemleri her zaman reddetmiştir. PKK’ye atfedilen bombalı saldırılar aslında Türk gizli servisleri tarafından çok hassas bir şekilde organize edilmiştir. Bu noktada şahsen benim hiçbir şüphem yok” diye konuştu.
Silahsız mücadele olmasa Kürt sorunu unutulurdu
“Silahsız mücadele olmasa Kürt sorunu unutulurdu” diyen Savary-Boriloli, şu ifadeleri kullandı: “Güney Afrika’da, özellikle Angolo’da durumu değiştiren oradaki silahlı mücadelenin varlığıydı, buna bölgeye Küba’nın askeri müdahalesini de ekleyebiliriz. Yani bir tarafta siyasi ve diplomatik bir mücadele var ama diğer tarafta aynı zamanda çok önemli bir silahlı mücadele de var. Türk ordusu kaynak ve teknolojik açıdan muazzam bir güce sahip olmasına rağmen Güney Kurdistan’da ve Kurdistan’ın kalbi olan Kuzey Kurdistan’da Kürt direnişini asla yenmeyi başaramadı.”
Avrupa baskı yapmalı
Erdoğan Kürt halkına karşı bir zafer kutlaması yapmaya çalıştığını ama başarılı olamadığını söyleyen Savary-Boriloli, “Seçim kampanyası boyunca tüm medya ve iletişim araçlarını kontrol altına aldı. Bu süreçte başka ses duymak çok zordu. Tüm bunlara rağmen oyların sadece yüzde 50’sinin çok az üstünü aldı. Dolaysıyla, şu anda azınlıkta olsalar bile, Türkiye’de Erdoğan’ın politikalarından memnun olmayan büyük bir kesim var. Buradan yola çıkarak, uluslararası alanda, özellikle Avrupa ülkelerinde Erdoğan’a karşı oluşturulacak baskının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Erdoğan, Avrupa Birliği’ne katılmak istiyor, bu anlamda Avrupa ülkeleri Erdoğan’a en azından temel insan haklarına saygı duyması noktasında baskı yapabilir” dedi.
Savary-Boriloli, son olarak “Bizler de, uluslararası alanda Türkiye’ye karşı uyguladığımız baskıyı asla durdurmamalıyız. Bu kapsamda, önümüzdeki günlerde Kurdistan’ın dört parçaya bölünmesine neden olan Lozan Antlaşmasının 100. yılı vesilesiyle eylemler düzenlenecek. Ben de orada olacağım ve bu antlaşmaya karşı sesimi yükselteceğim” sözleri ile Lozan eylemine çağrı yaptı.
HABER MERKEZİ