Delal, Her du çavên min qesrê te ne, Naw du çavên min cihê piyên te ne, Ditirsim tu xafil gav bavêjî û Bi mijangê min biêşin piyên te. (Güzel, her iki gözüm senin sarayındır, İki gözümün arası ayaklarının yeridir, Korkarım ki yanlış bir adım atasın, Ve kirpiklerim ayaklarını acıtsın.)
Bab Taharî Hemedanî
Duygusallık ya da salt hümanizm anlaşılabilir bir giriş olsa da birliktebarışık bir yaklaşımın en doğru ve kalıcı anlatımı olur diye kullandım. Duygusallığı zayıflık, hümanizmi insan merkezci anlamak eksik olur. Doğaya, yaşama, insana dair saldırıların önüne geçmek için daha önce toplumsal vicdan ve ahlak üzerinden değerlendirmiştim.
Ekoloji mücadelesi ve ekolojinin yaşamsallaşması için bu yönlü bir yaklaşım ve değerlendirmenin doğru olacağı kanaatindeyim. Kanayan vadilerimiz on binlerce yıldır yaşama ev sahipliği yapmıştır. Kimi delice kimi asi kimi dingin nehirlerin akışıyla yüzbinlerce yılda oluşmuştur. Kanayan bu vadilerimiz Munzur, Dicle, Fırat, Van Gölü, Botan’dır. Hangi vadiye dokunsan canı yanar, canın yanar olmuş. Kanayan bu vadilerinin ortak özellikleri; belgelenmese de birçoğu neolitik dönemde yaşama ev sahipliği yapmış, çeşitlilik, komünal, demokratik ve doğal bir yaşam alanıdır.
Toplumlar tarihine, yaşama, yaşam alanı olmuşluğa ışık tutan, birlikte-barışık yaşama tanıklık etmiş bu alanların sermayeye kurban edilmesi ile karşı karşıyayız. Vadilerimizi kanatan ise salyaları akan sermayenin yanlış güvenlik, tarım, su, enerji, imar, maden ve orman politikalarını icra edenler olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu vadilere son dönemde sistemin saldırıları artarak devam etmektedir.
Doğa ve birey metalaştırılmaktadır. Bugün zalimlerin işgali ve istilası altında olan bu vadilerin on binlerce yılda oluşturduğu yaşam ve yaşam alanlarını bir çırpıda yok etmeye çalışmaktadır. Bab Tahar’ın, Mohsen Namjoo’nun sesi ile yüreğimizin ta derinlerinde dolaştırdığı ateşten dizeleri acılarımızı acıtıyor. Bu dizeleri yazdıran derinliğe hayranlık ve bugüne kadar tanımamışlığımızın utancını yaşatsa da yeni bir bakış açısı, yeni bir sevi anlayışı katmıştır bize. Hepsi cennetin bir parçası olan bu vadiler için en güzel mısrayı Bab Taharî Hemedanî söylemiştir.
Bab Tahar bu vadilerden hangisini görseydi, duru bir aşkla kurduğu yukarıdaki dizeyi tekrar tekrar kurardı. Bab Tahar “Tahribatsız sevenlerin sözcüsü’’ (Ö.Öztürk) olarak bilinir. Tüm yaşama, doğaya tahribatsız bakıp tahribatsız sevmek gerek. Ve ölümsüz dizesi de bu olmalı insanın. Hatta sömürenin, metalaştıranın da. Bab Tahar gibi sevmek, yaklaşmak gerek; bireye, doğaya ve topluma. Çeviri anlamsız kalsa da taşıdığı anlam yükü kendi dilince çok güçlü ve yücedir. Tıpkı bizim ekoloji ve doğa tanımlarımızın eksik ve yetersiz kalması gibi. Elbette sömürü, metalaştırıcı tanım ve yaklaşımlarımız sonunu görmeyen beyaz adamların yaklaşımıdır.
Sert, duygusuz, işgal ve istilacı olan bir anlayış ile Bab Tahar’ın aynı metinde yer alması haksızlık olsa da sorunun tanımı ve yaklaşımını anlatmakta önemli ve yeterli olabileceği kanısındayım. Ama sadece duygusallık- duygusuzluk temelinde bakıp çözümsüz ya da çaresiz kalmak yerine ‘Duru’ yu, doğalı, birlikteliği savunmanın asıl olduğunu bilmek gerekiyor. Endemik sayılan ekosistemlerin olduğu bu vadilerin ödülü de kıyım, yıkım, talan, tahribat ve asimilasyon olmuştur. Bab Tahar’ın duru aşk’a yaklaşımı yaşama, doğaya ve bireye yaklaşımımız olmadıkça hiçbirimiz tahribatsız seven olamayız, geleceğe dair planlarımız yanlış olur.