Yüzüncü yılında toplumsal bir Lozan’a ihtiyaç olduğunu ifade eden Yeşil Sol Parti Milletvekili Halide Türkoğlu: En iyi model Rojava
Lozan Antlaşması’nın imzalanmasının yüzüncü yılına sayılı günler karılırken, antlaşma sonucunda dört parçaya ayrılan ve ulus devletlere bölüştürülen Kurdistan’da ve soykırım, inkar ve imha politikaları sürdürülüyor. Ulus devletlerin sözde “çözüm” olarak dayattığı antlaşma bugün Ortadoğu’da bitmek bilmeyen savaşı, katliamları ve zorunlu yerinden edilmenin temelini oluşturuyor. Lozan’a gitmeden önce halkların eşit, özgür ve bütünlüklü bir cumhuriyette yaşayabileceğinin ilk ve son adımı olan 1921 Anayasası bugün hala üzerinde durulan ve tekçilik üzerine inşa edilmeyen tek anayasa olarak karşımızda duruyor. Anayasa tartışmaları yapılırken sadece reformist iyileştirmeler ve kadınların haklarını daha da baskılayıcı maddeler dışında savaşa ve Kürt sorununa çözüm getiremediği, getirilmek istenmediği görülüyor.
Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) Amed Milletvekili Halide Türkoğlu, Lozan öncesi 1921 Anayasası’nı, Lozan sonrası gelişen asimilasyon ve soykırım politikalarını ve bu eksende yeni anayasa tartışmalarını değerlendirdi.
Yeni anayasa tartışması
Seçimlerden önce iktidarın bir anayasa taslağı üzerinden görüşme sürecini başlatma gibi bir durumu söz konusu olduğunu ifade eden Türkoğlu, “Seçimden sonra iktidar seçim öncesi yapamadığı anayasa tartışmasını şimdi tekrar gündeme getirdi. Burada değişen bir şey yok. Meclis, Cumhur İttifakı bazında ele aldığımızda çoğunluğu sağlayan hem de genel hatlarıyla daha kadın düşmanı, Kürt düşmanı, doğa düşmanı ve rantı, sermayeyi baz alan bir fikriyata sahip. Bu yönüyle baktığımızda gelecek olan anayasanın ne olacağı, nasıl bir içeriğe sahip olacağına ilişkin tahminlerimiz var çünkü kadınların yaşam biçimleri ve temel haklarına saldırı söz konusu ve bu artık pratik gündelik hayata yansıyor. Artık bunu Meclis’te resmi kanallar noktasında yasal çerçeveye de uyduracak şekilde bir tartışmanın başladığını söyleyebiliriz” dedi.
Yüzyıllık Kürt sorunu
“Türkiye’de cumhuriyetin kuruluşu halkların birlikte yaşam, birlikte var olabilecekleri ve mücadelelerini de bu eksende götürebilecekleri bir perspektifle, bir sözleşmeyle sağlandı. Bu sözleşme 1921 Anayasası’na denk gelmektedir” diyen Türkoğlu, şunları ifade etti: “Lozan süreciyle birlikte 1924 Anayasasıyla Türklüğün hakim ideoloji olduğu ve bunun dışında farklı olan hiçbir şeye tahammül etmeyen bir anayasa oluşturuldu. Bu başta Kürt sorunun yüzyıllık bir mesele haline geldiğini ama aynı zamanda bu ülkenin ulus devlet kodlarıyla cumhuriyeti kurguladığını gösterdi.”
Soykırım derinleşti
Lozan sonrası Ortadoğu’da birçok Arap devletinin de oluştuğunu sözlerine ekleyen Türkoğlu, “Neredeyse herkes ulus devlet ideolojisi üzerinden kendisini konumlandırdı ve bu daha çok iç çatışmalara, mezhep kavgalarına, farklılığa tahammülü olmayan soykırım politikalarının daha sistematik bir hale gelmesine neden oldu. Lozan ile Kürdistan’da dört parçaya ayrılırken, aynı zamanda ulus devletlerin o inşa etmeye çalıştığı yurttaşlık meselesinde kadınlar bunun hedefi haline geldi. Sadece soykırım politikalarına maruz kalmanız değil, zihniyet, düşünce dünyanızda, kültürünüzde, anadilinizde de bir dönüşüm yaşamanız için sizi merkezine alan politikalar gerçekleştirdiler” diye ifade etti.
Toplumsal Lozan
PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın “Toplumsal Lozan’a ihtiyaç var” değerlendirmesine de değinen Türkoğlu, “Lozan savaş sonrası çözüm olarak kendisini ortaya koyarak girdi ve bu sorunları çözmediği gibi derinleştirdi. Toplumsal Lozan dediğimiz şey şu bir sorunun çözümünü istiyorsanız bunun toplumsallığını sağlamak zorundasınız. Bir yasa mı, sözleşme mi oluşacak bunun tek tek halkla, toplumla birlikte buluşması gerekiyor. Bugün Rojava’da olan bu, orada da bir toplumsal sözleşme var. Halklar, inançlar, kadınlar bir sözleşmenin içinde yaşıyorlar” şeklinde konuştu.
Nasıl bir anayasa?
Türkiye’de tüm halkları, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak bir anayasa nasıl oluşturulması gerektiğine ilişkin ise Türkoğlu şunları söyledi: “ Eğer ki demokrasi, özgürlük ve eşitlik gibi temel kaygılarınız varsa bunu merkezden yapamazsınız. Yani iktidar partisi olarak ben yasa hazırladım hadi halk da onay versin şeklinde olmaz. Halkın içinden bunun tartışması olması lazım, bütün herkesin dahil olduğu sadece bir komisyonda hazırlanıp onaya sunulmuş haliyle değil, herkesin görüşlerinin önerilerinin o anayasaya yansıması gerekir. Birçok mücadele hattının kendisini orada görebilmesi gerek örneğin, Kürt sorunun demokratik çözümü için ne gerekiyor, bunun anayasal çerçevesini oluşturmanız lazım. Kadın özgürlük, eşitlik mücadelesi için ne gerekiyor, emek sömürüsü, din, inanç, mezhep farklılıkları gibi temel sorunlarının anayasada çözüm bulması için bu alanların her birinin hem özerkliğini yani statüsünü sağlamak lazım, bu da ancak şu şekilde olur; birebir yaşayanların bunu dillendirdiği bir çerçevede çözümün gelişmesi gerek. Diğer türlü gelişen anayasa tartışmaları bir toplumdan ve halktan kopuk olduğu gibi bir de toplum ve halklar karşıtı anayasa oluşturulmak isteniliyor. Bu ülkede her anayasanın bir ötekisi var. Düşmanlaştırmadığı alan yok ve her anayasa ile halklar kaybediyorsa bu anayasa tartışması da halklardan daha çok çalacak, onların özgürlük ve eşitlik mücadelesini abluka altına alacak, nefes alamayacak bir duruma getirecekse bunun gibi anayasaların topluma zaten faydası olmuyor. Olması gereken kadınların, gençlerin, farklılıkların, kimliklerin, inançların, Kürtlerin ve herkesin bu alana müdahale etmesi ve bu alanın sözünün anayasaya yansımış olması önemli.”
HABER: Melek Avcı /Ankara – JİNNEWS