Anlaşıldı ki, 14 Mayıs seçimleri öncesi muhalefet adına söz söyleyen siyasi partilerin zayıflayan toplumsal sivil örgütlenmeler ile kurduğu etkileşim çok zayıf. Otoriter rejimlerin baskısı kitlelerin örgütlenmesi ve talepleri için mücadele etmesini engelliyor. Gezi davası tutuklamalarının nedeni, Cumartesi Anneleri’nin/İnsanları’nın eylemlerine müdahalenin hedefi, topluma gözdağı verme siyaseti olduğunu söylemeye sanırım gerek yok. Üniversitelerin suskunluğunu bozmaya çalışan Boğaziçi bileşenlerinin mücadele deneyimi ve direngenliği ortada duruyor. Yeni dönemde kadınlara yönelik sistematik olarak uygulanan faşizan programın hız kesmeyeceğinin Milli Eğitim Bakanı’nın yaptığı açıklamalarından anlayabiliriz. Uygulanan ekolojik yıkım programına karşı yerel halkın mücadelesi genel bir mücadeleye bir türlü dönüşemedi.
Ve emek hareketinin durumu başlı başına bir sorun. Emeği ile geçinen milyonlarca emekçinin seçimler sonrası maruz kaldığı pahalılık ve ağır vergiler insanca yaşama hakkının gaspına yönelik en ağır saldırıdır.
Demokratik muhalefetin yeniden inşa edilmesi tartışmalarının devam ettiği bir dönemde gerçekçi bir değişim ve özeleştiri toplumsal mücadelelerle örülmüş bir siyasi merkezin yaratılmasıdır. Mevcut siyaseti parlamentonun gri koridorlarından kurtarmakta kararlı olmanın en önemli başlangıç olacağını düşünüyorum.
Sendikal hareketin içinde bulunduğu durum içler açısı. Bu duruma kafa yoran, sorumlu davranan, konunun önemine ilişkin politika üreten merkezler de maalesef yok. Var olan ilerici konfederasyonlar emek hareketinin yeniden yapılanmasına ilişkin bir çalışmayı başlatmış değiller. Geleneksel sendikal yapılar söylem düzeyinde eleştirilse de, aktörleri cesaretli bir adım atmıyorlar.
Milyonlarca işsizin, emeklinin, güvencesiz çalışanın, mevsimlik işçilerin, KHK nedeniyle işten atılanların mevcut olduğu bir ülkede bütünlüklü bir örgütlü faaliyetin olmaması sınıf mücadelesi açısından önemli bir zaaftır.
Emekten yana siyaset demokratik, sivil, sendikal örgütlenmeleri kendi dışında gelişmesi gereken yapılar olarak görmesi ve siyasetini sadece parti örgütleriyle sınırlandırması hem siyaseti hem de yatay örgütlenmeleri etkisizleştiriyor.
Bu alanda söz sahibi olan ilerici konfederasyonlar ise bulundukları örgüt kalıplarını aşan bir mücadele pratiği ortaya koyabilmiş değiller.
Siyasi örgüte, partiye bağlı, güdümlü örgütlenmeler nasıl ki miadını doldurmuş ise, kendisini siyaset dışı gören, siyaseti parti ve siyasi örgütlerin işi olarak gören örgütlenmeler de miadını doldurmuştur.
Sözün özü geleneksel siyasi örgütler ve partiler ile klasik sendikal, demokratik mücadele örgütleri siyasal mücadeleyi bildiklerimizin, deneyimlerimizin dışında yeniden masaya yatırmak zorunda. Doğrudan demokrasi ve hiyerarşi oluşturmadan yeni belirlemelere her zamandan daha fazla ihtiyaç var. Bu hastalıklı durumun eski reçetelerle tedavi olmayacağı kesinleşmiştir. Elimizde yeni bir reçete de yoktur, olmayacaktır da. Yeni olmayan bu tartışmanın pratik adımlar atılarak güçlendirilme ihtiyacı için harekete geçme zamanı çoktan gelmiştir.
Unutmayalım ki kimlikleri yok sayılan, tercihleri sevilmeyen, dilleri tanınmayanlar, ırkçı saldırıların hedefinde olanlar işçi sınıfının bileşenleridir. İşçi sınıfının kendi haklarını kazanma mücadelesi, aynı zamanda demokrasi mücadelesidir.