Türkiye’de Türk olsun veya olmasın tüm çocuklara ‘varlığım Türk varlığına armağan olsun’ andı ile Kürt, Ermeni vd. halklar üzerinde asimilasyon amaçlanırken, Türk olanlara ise milliyetçilik aşılanıyordu. Mevcut iktidar dahil eski iktidarların tümü ‘milli-yerli’ politikalarıyla yerli ya da yabancı sermayeye müştereklerin yani kamusal olanın, kentlerin ve doğal yaşamın peşkeşi ise hiç ara vermedi. Bugün ise iktidar tarafından çökertilmiş bir ekonomiyi düzeltme vaadiyle yeni peşkeş adımları atılırken, müşteri ise Körfez ülkeleri.
Kamusal olan ne varsa hemen her şey Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tek karar verici olduğu Türkiye Varlık Fonu içinde toplanarak, her türlü denetimin dışına taşındı. Bu fondaki kamu şirketlerinin neredeyse tamamının içinin boşaltıldığı iddiaları yapılırken bu kurumların satışından gelecek 3-5 kuruşa kurumların satışa çıkarılması gündemde. İçi boşalan bu kamusal yapılara BOTAŞ vd. kurumlara aktarıldığı gibi milyarlarca lira yine halkın sırtından toplananlarla aktarım yapılarak, bu yapıları güçlendirme çalışmaları aralıksız sürüyor.
BOTAŞ eliyle sürdürülen doğalgaz ve petrol sondaj çalışmalarının maliyeti halkın sırtına yıkılırken, satışı halinde tüm boru hatlarıyla birlikte, Karadeniz’de iddia edilen gaz rezervleri kurumu satın alanın kâr hanesine yazılacak. 128 milyar dolar nerede sorusuna yanıt vermeyen iktidar, Türkiye’ye 100 milyar dolar girecek iddiasıyla para edebilecek kamusal her şeyi başta Körfez ülkeleri olmak üzere uluslararası sermaye yapılarına satmak için kıvrandığı izleniyor.
Katar’la süren girift ve gizli ilişkilerin sonuçlarının yakın zamanda görünür olması beklenmeli. Bunun dışında bir de Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) var. Bir dönem düşman ilan edilen BAE ile el sıkışmanın ardından sıcak ilişkiler başlamıştı. Türkiye ve BAE arasında 2021 yılı Kasım ayında yapılan yatırım anlaşmaları ile enerji, petrokimya, teknoloji, ulaşım, altyapı, sağlık, finansal hizmetler, gıda ve tarım alanları kapsamında 10 milyar dolarlık bir fonun tahsis edildiği açıklanmıştı. O dönem 10 anlaşma imzalanırken, Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Varlık Fonu’nda bulunan şirketlerle de görüştüğü bildirilmişti.
BAE ile yapılan anlaşmada; gıda güvenliği, gıda üretimi ve ticareti ile tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinin (OSB) geliştirilmesine yönelik başlıklar öne çıkarken, anlaşmanın hedeflerine ulaşması için ortak bir tarım yürütme komitesi oluşturuldu. Birleşik Arap Emirlikleri’nden anlaşma için gelen fon yöneticisinin, “Zayıf TL büyük yatırım fırsatı. Türkiye’de alım yapmak için harika bir zaman” sözleriyle ‘batan geminin mallarını’ iç etme sevdasıyla oldukça heyecanlıydı.
O anlaşmalarda verilen sözler ve muhtemel el sıkışmalar artık pratiğe geçmeye başladı denilebilir. Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, “Körfez ülkeleriyle yatırım için görüşmelerimiz var ve Alsancak Limanı da bu görüşmeler ve yatırımlar kapsamında” derken, İzmir’deki Alsancak Limanı’nın da Türkiye Varlık Fonu içinde olduğunu hatırlatalım.
Yukarıda dikkat çekmeye çalıştığımız gelişmeler az çok biliniyor. Ancak tartışma dışı tutulan başka şeyler de var. 2021’de BAE ile yapılan anlaşmalar içinde yer alan ‘gıda ve tarım’ alanları pek gündeme gelmiyor. Bir dönemin ‘muteber’ kişisi Ethem Sancak ile dönemin Tarım Bakanı Mehdi Eker arasında geçen diyalog dikkat çekiciydi: Tarım, köylüye bırakılmamalı! Mevcut iktidar bu amaçla çok fazla hazırlık yaptı. Hazırlıklar tüm Türkiye çiftçisini yakından ilgilendirirken, Kürt coğrafyasına dönük hazırlıklar ise artık köylüde sabır sınırını çoktan aştı.
AKP’nin, bölgeye yönelik uyguladığı tarım politikalarıyla halka üretimden el çektirip arazilerini terk etmelerini sağlamaya çalıştığı izlenirken, DEDAŞ ise bu amacın en önemli kaldıraçlarından biri olarak öne çıkıyor. Diğer taraftan ilk adımları 2017 yılında atılan bölgenin Körfez ülkelerine pazarlanma süreci yaşanan ekonomik krizle birlikte ilerlemesi bekleniyor.
Geçtiğimiz günlerde Amedli çiftçilerin buğday ve diğer ürünleri TMO ve lisanslı depoların almadığı bildirildi. Buğdayın ithalata bağlandığı Türkiye’de üretilen buğdayın TMO tarafından alınmaması uygulanan politikaların bir parçasını ortaya koymakta. Et, saman, buğday, patates, soğan vb. ithalatların tamamı iktidarın tarımsal üretimlerde çökertme planlarının bir parçasıydı. Özellikle Kürt çiftçisini tarımdan uzaklaştırmayı amaçlayan tüm politikalar bölgeye dair bir takım planların işletildiğine işaret etmekte.
Urfa’da çiftçiler susuzluğa ve DEDAŞ uygulamalarına isyan ederken, çiftçiliği bırakmak zorunda kalacaklarını söylüyorlar. Çiftçilerin bu duruma gelmesinin iktidarın politikalarının bir parçası olduğunu söylemek gerekiyor. Bölgeye ilgisi büyük olan BAE, gıda ihtiyacının yüzde 93’ünü ithal eden bir ülke. BAE ile tarımsal bir anlaşma yapılıyorsa oyun sahasının Türkiye coğrafyası olacağı aşikar. TVF elinde bulunan kamusal işletmeler satışa hazırlanılırken, Ceylanpınar TİGEM işletmesinin de bu satışlarda yerini almaması mümkün değil.