NATO’nun son yaptığı Vilnius Zirvesi’nin sonuçları her bakımdan göstermiştir ki NATO demokrasi havarisi değil, vahşetin atlısıdır. Provoke ve kışkırtmalarla dünyayı adım adım nükleer felakete sürüklüyor
Herdem Fırat
11 Temmuz’da NATO’ya üye ülkeler Litvanya’nın başkentinde bir araya geldiler. İsveç’in üyelik durumu günler öncesinde gündemde olduğu için dikkatler daha çok bu konudaydı. Malum İsveç ‘demokrasi sembolü’ olarak biliniyor. Bundan dolayı da İsveç’in Türkiye’nin anti-demokratik taleplerine karşı geri adım atmayacağı, Erdoğan’ın da milliyetçi kesimin desteğini alması için İsveç’in ‘teröristlere destek’ verdiği söylemini sürdürüp bir süre daha bunun propagandasından fayda sağlayacağı yönünde bir beklenti vardı.
Toplantı öncesi üyelik sürecinde Türkiye’nin vetosuna takılan İsveç’in durumu değerlendirildi. Değerlendirme sonucunda daha önce Erdoğan’ın kesin karşı çıktığı üyelik durumuna evet kararı çıktı. Yapılan dar toplantıdan sonra kısa bir birdiri yayınlandı. Bildiride daha önce konuşulanların bir tekrarı vardı. Yine söz konusu olan Kürtlerin durumuydu. İsveç, ne kadar demokrasi sembolü olduğunu Kürt halkına karşı tavrında ortaya koymuştur. Demokrasinin sınırlarını da böylece öğrenmiş olduk. Bunları öğrenmiş olmakla birlikte, toplantıda tam olarak ne konuşuldu da birkaç saat öncesine kadar keskin bir karşı koyma varken birden evet kararı çıktı, merak konusu olmaya devam edecek. Söz konusu NATO’nun toplantıları olunca gerçekler çok sonradan açığa çıkıyor. Bunun nedeni askeri bir örgüt olması ve askeriyenin kendi dışındakileri düşman olarak görmesidir. Sırlar karargâhın dışına taşırılmamalıdır. İsveç’in üyeliği önünde pürüz kalmadığına göre artık asıl meseleler ile ilgilenebilinirdi.
Uzun bir sessizlikten sonra NATO geçen sene Madrid Zirvesi’yle kendini daha görünür kılıp, örgütün kuruluş gerekçelerine geri döndüğünü gösterdi. NATO son iki toplantısıyla bir demokrasi hareketi olmadığını, tam tersine dünya demokrasisi için en büyük tehlikelerin başında geldiğini gösterdi. Geçen yıl Madrid Zirvesi’yle bunu biraz görünür kıldı. Bu seneki zirvede verdiği mesaj ve açıkladığı bildiri ile ne kadar büyük bir risk taşıdığını da görmüş olduk.
Geçen sene Rusya-Ukrayna savaşı başlamadan önce savaşın çıkması için adeta her şeyi yaptı. Savaş başladıktan sonra da savaşın büyümesi için görevini layıkıyla yerine getirdi. Hiçbir şey Rusya-Ukrayna savaşı kadar NATO’yu bu kadar bir araya getiremezdi. Hiçbir şey Finlandiya ve İsveç’i NATO’ya bu kadar kısa sürede yaklaştıramazdı. Ve bu savaş NATO’nun genişlemesinin önünü açtı. Böylece NATO’nun savaştan beslenen bir yapılanma olduğu daha görünür hale geldi. Nitekim aldığı kararlar bunu açıkça gösteriyor
-NATO, nükleer caydırıcı misyonun güvenilirliği, etkinliği, emniyeti ve güvenliğini sağlamak için gereken tüm adımları atacaktır.
– Nükleer kapasitenin modernizasyonu sürecek, nükleer kuvvetlerin esnekliğini ve uyarlanabilirliğini artırmak için planlarda güncellemeler devam edecek.
-2014 Galler Zirvesi’nden bu yana düzenli olarak artırılan savunma payı daha da artırılacak.
-300.000 askeri personelin anında harekete geçirilebileceği bir askeri oluşum kurulacak.
NATO, askeri gücüne dayanarak dünyayı yeniden dizayn etmek için dünyaya meydan okuyor. Aslında bu meydan okumayla adım adım dünyayı felakete sürüklüyor. Genişleme politikası ve savunmaya daha fazla bütçe ayırma kararı dünya güvenliğinin tehlikede olduğuna işaret ediyor. NATO’nun kendine her şeyi hak görüp, diğer devlere yasak ve suç olarak görmesi, karşı kutupta yer alan güçlerin kolay kabul edebilecekleri bir şey değildir. NATO bunu çok iyi biliyor. Bunu bilerek meydan okuyup provoke ediyor.
“Çin Halk Cumhuriyeti’nin (ÇHC) belirtilen hırsları ve zorlayıcı politikaları çıkarlarımıza, güvenliğimize ve değerlerimize meydan okuyor. (…)Rusya Federasyonu, müttefiklerin güvenliğine ve Avrupa-Atlantik bölgesindeki barış ve istikrara yönelik en önemli ve doğrudan tehdittir.(…)NATO, Rusya’ya karşı bir tehdit oluşturmuyor.” Yani kendisine göre, kendisi dışında herkes tehdit ama kendisi değil. Ha keza nükleer güce sahip olma konusunda da öyle. Kendi nükleer güç kapasitesini daha ileriye götürme kararı alırken, özellikle Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye ülkelerin nükleer güce sahip olmasını ‘en büyük tehdit’ olarak görüyor. Peki NATO’nun bu nükleer ve askeri yapıyı nasıl kullandığını kim denetleyecek?
Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı haksız savaşta, Rusya’nın işlediği savaş suçlarına dayanarak NATO kendini masum bir yapı olarak gösterebilir. Ancak hiçbir şey NATO’nun devletlerin iç politikalarına müdahil olup korkunç darbe tezgahladığı, faili meçhul cinayet stratejisinin mimarı ve her türlü insanlık suçu işleyen kontra örgütlenmelerin merkezi olduğu gerçeğini ortadan kaldıramaz. Yeni devletlerin üyelik süreçlerini bile bu suçlara ‘sessiz kalma’, hatta destek olma şartlarına bağladığını hepimiz görüyoruz.
Bildiride ayrıca ‘terörün her türlüsüne karşı ortak mücadele’ vurgusu yapılmış. Ama neyin terör kapsamına girip neyin girmediğine dair bir değerlendirme, tanımlama yoktur. Bu da istediği yapıyı terörist istemediğini de demokratik, özgürlükçü olarak tanımlama yetkisini veriyor.
Bildiri 2003 Irak’a müdahale ile başlayıp halen devam eden ‘dünyayı dizayn etme’ müdahalesinin daha geniş bir çerçevede devam edeceğini beyan ediyor. Ukrayna’nın yeri NATO’dur denilerek, Rusya-Ukrayna savaşının daha da derinleşeceğinin mesajı verildi. Çin’e ilk defa bu kadar açık bir şekilde meydan okundu. Bu da kışkırtma ve provoke etmeden başka bir şey değildir. Nasıl ki Rusya’yı Ukrayna’ya saldırttıysa şimdi de yapılan açıklama ve hamlelerle Çin’in Tayvan’a saldırmasının zemini hazırlanıyor. İran’a gözdağı verildi tekrardan. Türkiye’nin Rusya’dan uzaklaştırılıp NATO ile daha çok ortak hareket etmesi karşılığında tüm savaş suçlarına sessiz kalınıp, olası yeni işgal saldırılarına da kapı açıldı.
NATO’nun son yaptığı Vilnius Zirvesi’nin sonuçları her bakımdan göstermiştir ki NATO demokrasi havarisi değil, vahşetin atlısıdır. Provoke ve kışkırtmalarla dünyayı adım adım nükleer felakete sürüklüyor. Gıda fiyatlarının, ekonomik krizin bu kadar yükseldiği bir dönemde silahlara yaptırım yapması kesinlikle dünyayı iyi günler beklemediğini gösteriyor. Tabi özgürlükçü hareketler dünya genelinde daha iyi örgütlenip bunun karşısında küresel bir tavır ortaya koyarlarsa başka bir gelecek de mümkün.