Fransa siyasi tarihinde böylesi hiç görülmedi: 2017’de seçimle iktidarı alan genç cumhurbaşkanı bir değil, iki değil, peşpeşe üç BÜYÜK BAŞKALDIRIYLA yüz yüze kaldı…
M. Şehmus Güzel
Orta Çağ’da “jacquerie” adı takılan isyanlarda da aynen böyle oluyordu. Aynen böyle yapılıyordu:
Kırsal kesimin yoksulları, köy köy dolaşıp dilenmek zorunda kalanlar, köylüler, kadın ve erkek, aniden veya aniye yakın bir zaman diliminde, açıktan ve/veya karaborsadan, hakiki olarak kasıp kavuran “yokluklarda” veya daha çok kazanmak arzusuyla yapay biçimde yaratılmış “kıtlıklar”tan yararlanıp, fiyat artıran, bakkalların, yiyecek satanların dükkanlarına, evlerine, depolarına, tuzu kuruların evlerine, şatolara herbiri bir köşeden çıkan, ama hepsi birlikte ve topluca, ellerinde kazma, kürek, balta, tırpan, her türlü kesici aletler, sopa, kitlesel bir biçimde dalıyorlar, ne var ne yoksa “götürüyorlardı”. Kimi kez kadınlar en başta. Çocuklarıyla. Genç, yaşlı, herkes.
23 Haziran 1908’de, Sivas’ta kadınların isyanında bu gelenek sürdürülmüştür örneğin. Bu isyanı ayorum.com’da 31 Agustos 2020’de yayınladığım makalemde anlatıyorum. Fransa Cumhuriyeti Arşivleri’nde bulduğum belgelerin ışığında. (1)
Osmanlı İmparatorluğu’nda askerler “başa geçiş bahşişi” (“Cülus bahşişi” ) alamayınca, askerlik sürelerinin dolmasına rağmen terhis edilmeyince, subaylar ise ücretlerinin ödenmesinin birkaç ay geçikmesi üzerine isyan ediyorlardı. Dağa çıkanlar bile oluyordu. Şubat 1985’te Paris’te uluslararası bir kollokyumda sunduğum tebliğde anlattığım gibi. Yine Fransa Cumhuriyeti Arşivleri’nde bulduğum belgelerin ışığında (2).
Nahel M.’nin öldürülmesi sonrasında yaşananlar, yağmalar, yakıp yıkmalar, polisle çatışmalar, serçelerin (hakiki serçelerin) birkaç gün önceden toplanıp kararlaştırdıkları gibi, gözlerine kestirdikleri bir kiraz ağaçına veya birçok ağaçlarına hücumunu, bir tür “razzia”sını (Arapçadan fransızcaya alınan bu kelimeyi özellikle seçiyorum) anımsatıyor.
Evet 2023’te Fransa’da bütün ülke düzeyinde meydana gelen eylemler 14. Yüzyılda ve sonrasında ve 20. Yüzyılın başında,kim zaman evde unu bile kalmayan kadınların öncülüğünde başkaldırısını ve talanını, asker ve subayların homurdanmalarını, ayaklanmalarını anımsatıyor, çağrıştırıyor.
İzia higelin
Orta Çağ’la tarihi ilinti sadece bu kadar da değil. Fransa’nın ünlü müzisyenlerinden, şair (şarkılarının sözlerini çok kez bizzat yazan) Jacques Higelin’in kızı, kendisi de şarkıcı ve sinema oyuncusu, 1990 doğumlu, İzia 7 Temmuz 2023’te, Nice yakınlarında bir mekandaki konserinde bugünkü cumhurbaşkanının çok eskilerde yapıldığı gibi “linç edilerek” cezalandırılması çağrısı yaptı. Annesi Tunuslu dansöz ve sanatçı Aziza Zakine, kendisi FC (Fransa Cumhuriyeti) yurttaşı İzia geçmiştekilerine tamı tamamına uyması için linç cezasının/ritüelinin reçetesini/tekniğini/yapılış biçimini bile ayrıntılı bir biçimde verdi. Stanley Kubrick’in « Clockwork Orange » (« Orange Mécanique ») filmi ile de ilişki kurararak. 8 Temmuz 2023 tarihli sağcı Le Figaro “olayı” bir makale ve İzia’nın konserinden bu bölümün bir dakikasını video ile sunarak hemen internet sitesine koydu. Görmek isteyenlere. Ücretsiz. Konser bitiminde jandarma genç sanatçının ifadesini aldı. Hemen sonra hakkında bir soruşturma başlatıldı. Paris’e bitişik, Pantin kasabasında oturan ve yaşayan İzia’nın umurunda değil, tüm yakın dostları bu kasabanın ve komşu kentlerin çocuğu olan, çoğu da kendisi gibi Magrip ve Afrika kökenli dostlarını böylece destekliyor. Sonuç ne olursa olsun.
İçişleri Bakanı da sevilmeyenlerden, gösteri ve yürüyüşlerde “Darmanin au feu” gibi bandrollar gözümüze çarptı. Orta Çağ’da olduğu gibi bakanı yakmaktan, ateşe atmaktan söz ediliyor.
Nihayet cumhurbaşkanını tokatlayan aşırı sağçı ırkçı gençin de en sevdiği ve icra ettiği sporların orta çağ türü sporlar olması…
Acelesi olan tarihçiler, uzmanlar ve/veya gözlemciler “Orta Çağ’ın dönüşü”, “Orta Çağ geliyor/geldi” gibi yakıştırmalar yapabilir. Benim acelem yok, izlemeyi sürdürüyorum ve fiyakalı yakıştırmalar yapmıyorum. Kimbilir belki geleçek: Orta Çağ. Kanımca 1930’ların da şansı var: Geri dönmek şansı.
*
Cumhurbaşkanı
Fransa siyasi tarihinde böylesi hiç görülmedi: 2017’de seçimle iktidarı alan genç cumhurbaşkanı bir değil, iki değil, peşpeşe üç BÜYÜK BAŞKALDIRIYLA yüz yüze kaldı; küçükleri saymıyorum, cumhurbaşkanının aşırı sağcı ve ıkçı bir genç tarafından tokatlanmasını, birkaç belediye başkanının aşırı sağcılar tarafından dövülmesini, tartaklanmasını, ırkıçılarca evlerinin yakılmasını, yüzlerce seçilmişin tehdit mektubu bombardımanına tutulmasını, bir-iki belediye başkanının aşırı sağçı ve ırkçı baskılara dayanamayıp başkanlıktan istifa ettiğini, kasabasını, köyünü terkettiğini da saymıyorum. Önemlerini göz ardı etmeden.
Ama siyasi şiddetin gittikçe yayıldığını ve tırmandığını, görülmemiş boyutlar kazandığını mutlaka yazmalıyım. Aslına bakarsanız bu siyasi şiddeti bir-iki yıldır yazıyorum: Irkçıların elleri barut ve benzin kokuyor, yüzleri ölüm. Daha birkaç ay önce Paris’in merkezi noktalarından birinde üç Kürt militanın yarı “çatlak” bir ırkçı tarafından sadece “yabancı oldukları için” hainçe öldürülmesinden sonra olan-bitenleri de anımsayabiliriz.
Devlet memuru üniforması taşıyan, eli silahlıların da bu devletin yurttaşlarını ırkçı saiklerle öldürmeye başlaması ve öldürülen sayısının 2017’den beri yıldan yıla artarak sürmesi artık saklanamaz bir biçim aldı. Birleşmiş Milletler birkaç kez Fransa Cumhuriyeti’ne sarı kart gösterdi. Son olaylar üzerine de. Göstermeyi de sürdürüyor.
Cumhurbaşkanı ve başbakanı ve bakanları hâlâ devlet memurları içinde ırkçı yoktur diyebiliyorlar. Türkiye’de önemli, tarihi, iri yarı bir başbakanın “Bana milliyetçiler adam öldürüyor dedirtemezsiniz” gibi bir laf ettiği de aklımıza geliyor. Ülkemiz uçurumun kenarındayken. Anımsamalıyız.
Bu duruma, bu görülmemiş olaylara rağmen genç ve sırıtkan cumhurbaşkanı işin altından kalkamadığını bir saniye bile düşünmedi ve bu nedenle bu işi bırakmak aklının ucundan bile geçmedi.
İşte altı yıllık iktidarı altında ortaya çıkan üç büyük başkaldırı: Sarı Yeleklilerin isyanı.
Emeklilik yaşını yasaları zorlayarak, pek demokratik olmayan ve şaibeli yollardan 64’e çıkaran yasal değiştirimini (Cumhurbaşkanı buna “reform” diyor) red eden emekçilerin aylarca süren, her seferinde 250-300 mekanda yapılan ve milyonların katıldığı gösteri ve yürüyüşleri, grevleri, rafineleri ve otoyolları durdurmaları ve daha bir dizi eylemi.
En son Nahel’in kitaplara sığmaz bir biçimde öldürülmesi üzerine patlayan başkaldırı ve yağmalar.
Herbiri milyonlarca öroya mal olan.
Sarı Yelekliler’in eylemlerinin 200 ile 300 milyon öro arasında yıkıma yol açtığı sanılıyor.
Son eylemler daha ikinci gecesinde bu rakamları çoktan geçmişti.
Eski cumhurbaşkanlarından Nicolas Sarkozy’nin yarı meşru çocuğu, farklı bir marksist olan Antonio Gramsçi’nin gayri meşru çocuğu bugünkü Cumhurbaşkanı siyaseti bir müsamere havasında oynamayı sürdürüyor.
Sarkozy Gramsçi’nin “siyasal-kültürel hegemonya” kavramını/konseptini gündemi her gün, kesintisiz her an tayin etmek biçiminde yorumlayıp öyle yaptı: Bakanlıkları döneminde ve hele cumhurbaşkanı olduktan sonra. Kesintisiz her gün gündemde kalmak için, her gün bir bahaneyle bir şeyler yumurtlamak ve bütün medyayı işgal etmek istedi.
Genç cumhurbaşkanı da aynı yolda ve hatta daha hızlı gitti/gidiyor: Çiçekçi dükkanı açılışlarını bile yapıyor. Nutuk atıyor. Gazete, radyo, tvler ve kalanı ne söylediği üzerine tartışıyor. Ne demek istedi? Tartışmaları sürüyor. Yeni bir konuyu sunana kadar. Son üç ayda yaptıklarını saysam şaşarsınız. Usandık!
Genç cumhurbaşkanı çocuklar ölürken (son olaylar sırasında ölenlerin sayısı dördü geçti), güvenlik güçleri ve göstericilerdan onlarcası hatta yüzlercesi yaralanırken, yıkım ve talanla tsunami günleri manzaraları sunulurken, yine kalem uşaklarınca yazılan nutuklar atıyor, demeçler veriyor. Doğaçlama konuştuğunda saçmalıyor.
Saçmaladığını eşi Brigitte hanım bile kabul ediyor. Eşinin orta okuldan liseden beri tiyatro öğretmeni oarak genç cumhurbaşkanını iyi konuşmaya çalıştırdığını biliyoruz. Ama yine de saçmaladığı oluyor. Altı yıldakiler toplarsak bir ansiklopedi çıkabilir ortaya: Söylenmemesi Gerekli Saçmalamalar Ansiklopedisi.
Örneğin son olayların nedeni olarak çocukların “çok tv izemelerini, video oyunlarının çok etkisinde kaldıklarını” ileri sürdü. Gel de ağlama bakalım. Uzmanlar bunu kırk yıl, otuz yıl önce bağıra bağıra söylediler. Yazdılar. Gerekenlerin yapılması için alınacak tedbirleri de belirterek. En tutulan fransız filozoflar da. Çocukların günde belli saatten fazla tv izlememesini de eklediler. Umursanmadı.
Genç cumhurbaşkanı Nahel’in öldürülmesi üzerine Nahel’in anasını ve ninesini taziye için ziyaret etseydi büyük bir iş yapmış olurdu. Fransa Cumhuriyeti nüfusu içinde beş veya altı milyonluk varlıklarıyla belli bir etkinliği olan, dünyanın dört bir yanından kopup gelmiş, çalışkan, onurlu, cesur, yiğit Müslümanların kalbini kazanabilirdi. Toplumda barış havasının doğması için bir adım atmış olurdu. Hayır! Öyle yapmadı!
Çocuğun öldürülmesinden sadece dokuz gün sonra Fransa Bisiklet Turu’nun dünkü etabına gitmeyi tercih etti. Çocuklar gibi eğlendi: “Manu” çoçuklar dünyasında. Alice au pays des merveilles’den esinlenerek.
Bu defa nutuk atmadı. Şaşırdık. Hemen sonra saçmalaması riski bulunduğu için böyle bir şey yapmamasını “danışmanlarının” “emrettiklerini”, pardon rica ettiklerini öğrendik. El sıkmak, “selfi yapmak” veya hal hatır sormak üzere seyircilere çok fazla yaklaşmamasının da tavsiye edildiğini öğrendik. Artık “bir tokatlık mesafeye kadar yaklaşmamak” gençler ve daha az gençler arasında bir “ilke” bir gırgır unsuru. Yoksa…
Nahel’in ailesini taziye ziyaretine gitmeyerek ayıp etti. Belki de ziyaret için aileden ön izin alamadı; cenaze törenini aile üyeleriyle sınırlı tutan yakınları, müsamere meraklısı cumhurbaşkanının birçok tv kamerasıyla gelip şov yapmasını önlemek istediler. Yakında gerçeği öğreniriz. Her neyse çok yazık oldu : Hakiki bir barış için bir başlanğıç daha kaçırıldı. Bu işler nutukla değil eylemle sonuç verebilir Paşa. Siyasetçi olmak, devlet adamı olmak hiç mi hiç kolay değil. Siyaseti müsamere düzeyinden çıkarması lazım.
2005’teki ve hemen sonrasındaki büyük ve küçük isyanları izleyen zaman dilimi içinde şu yapılacak bu yapılacak denildi. Kimi konularda kimi şeyler yapılmadı değil, ama ırkçılığı fiyaka olsun diye bir suç olarak yasalarına alan, cezasını kesen devlet ve ilgili kurumlar ırkçılığı devletin birimlerinden, kurumlarından, toplumdan çıkarıp atacak şeyleri yap(a)madılar. Irkçı parti adayı bayan son cumhurbaşkanlığı seçiminde bir kez daha ikinci tura kaldı ve ikinci turda yüzde 41’den fazla oy aldı. Bu ülkede 13 milyon 28 binden çok seçmen bu partiye oy verdi.
Polislerin ise yüzde altmışı bu partiye oy verdi. İmdat dedik duyanımız olmadı.
Cinayeti izleyen saatlerde, genç cumhurbaşkanı, “hiçbir şey bir çocuğun öldürülmesini hoş gösteremez”, “bir çocuğun öldürülmesi kabul edilemez” gibi söylenmesi gerekenleri söyledi. “Aferin, iyi!” sesleri yükseldi. Ama ırkçı ve aşırı sağçı iki polis sendikası ayrı ayrı bu söylemi eleştirince genç siysetçi tırstı. Sesini kesti bu konuya bir daha dönmedi. Uzmanlar “devlet polisinden korkuyor” sonucunu çıkardı. Her şey mümkün! Bu ülkede Napolyon Bonapart’ın yeğeni ve o günlerin cumhurbaşkanı Charles Louis Napoléon Bonaparte veya Louis-Napoléon Bonaparte’ın polisler, bilhassa Korsikalı polislerin canla başla katılımıyla 2 Aralık 1851’de bir darbe yaptığını anısatmama lütfen izin veriniz.
Uzun sözün özü yöneticimiz uyumuyor. Eğleniyor. İşte sırasıyla, önümdeki fotoya bakarak bu ilk beşli için yazıyorum:
Beşi birarada/beşi de ayrı kafa
Ortadaki genç ve deneyimsiz cumhurbaşkanı 2027’de seçime katılamayacağı için, işsiz kalmamak umuduyla süper güçlere sırıtıyor. Devletlerüstü şirketlerin yöneticilerine akıl almaz avantajlarla kapıları açıyor. Yoksulları sevmediğini saklayamıyor. 2032’de yeniden adaylığını koymayı ve seçilmeyi bile düşündüğü tahmin ediliyor. Üstüste iki dönem yaptıktan sonra, bir dönem ara verip, daha sonra işe dönüşü oynamaya niyetli gibi. Bu benim tahminim. Çok zenğinlerin adamı olduğunu herkes söylüyor, herkes yazıyor. Bu konu tartışılmıyor bile. Fransa cumhuriyeti yurttaşlarıyla sözleşmesi bitince hangi devlete ve/veya hangi dev şirkete tanıtıcı-satıcı olacağı üzerine ortak bahis bile açılıyor. Ben bir öroya bahse girmeye hazırım. İsteyen gelsin.
Birkaç ihtimal daha var elbette, birini takdim edeyim:
İliğine kadar ezip/emip, kullandıktan sonra bugünkü başbakanı bayanın işine son verebilir. Yeni bir “Yalova kaymakamı” ile pardon yeni bir başbakanla yola devam etmek için. Bu bir solcu veya güya solcu bile olabilir. Birkaç milletvekilini baştan çıkarma yeteneği olanları tercih ediyor. Hiç kaçırmıyor. Cumhurbaşkanının da bu konuda (baştan çıkarma konusunda) çalıştığı iddia ediliyor, kimi isimler ileri sürülüyor. Ama bayan başbakanın kendiliğinden istifa etmesini istiyor. Bayan başbakan direnior. Araları bozuk.
Bir ihtimalde şu: Kendi kişisel hesaplarına göre saati gelinc Millet Meclisi’ni feshetmesi ve erken seçimlere gitmesi. Anketlere göre böylesi bir olasılıkta ırkçı partı “malı götürebilir” ve genç ve sırıtkan cumhurbaşkanı ırkçı parti liderini başbakan olarak atamak zorunda kalabilir. Irkçı partiyi iktidara taşıyan olarak Tarih’e geçmek istiyor belki.
Bugün seçim yapılsa kimse bu cumhurbaşkanına metelik vermeyecek, ne iyi ki kendi kendini feshetmek olanağı yok.
İsifa eder mi? Sanmıyorum. Herşeyin en iyisini kendisinin yaptığını, kötüsünü ise diğerlerinin gerçekleştirdiğini ifadeden çekinmeyen adam istifa eder mi? Etmez.
Başbakan ve bakanlar
Ama söylentilere göre, Bayan Başbakan’ının kendiliğinden istifa etmesini arzuluyormuş. Yineliyorum. Ama hiç belli olmuyor bu işler.
Gelin fotoğrafa dönelim: Bayan Başbakan gözlerini cumhurbaşkanından ayırmıyor, öteki Bayanın elini sanki kerhen sıkıyor, yüzüne bakmıyor. Kulağı delikler birkaç aydır geçinemediklerini söylüyor:
Başbakan, “istifa etmem istersen/sıkıyorsa sen beni görevden al” diyormuş. Bunu da kulağı deliklerden aktarıyorum. Bakalım kim önce karar verecek?
Başbakan’ın sağındaki genç İçişleri Bakanı, siyasi terminolojide “Fransa’nın birinci polisi” ünvanını taşıyan İçişleri Bakanı 2027’de cumhurbaşkanlığın aday olacak, herkese kızğın. Aklı fikri 2027’de: Acaba aday olabilecek sayıda imza toplayabilecek mi? İçi içini yiyor. Göçmenler konusunda yeni bir yasa çıkarmaya çabalıyor. Böylece ırkçıların, aşırı sağın ve sağın oylarını sifonlaycağını umuyor. Göreceğiz.
Cumhurbaşkanı’nın solundaki Ekonomi ve Maliye Bakanı da 2027’de aday olacakmış; hatta “minik partisiyle” (Türkiye’de “levha partisi” denilen türden. Yapılan para yardımlarını yasalara uygun bir şekilde alıp 2027’ye hazırlanmak için), birkaç adamıyla bu konuda çalışıyor. Başbakanlık teklif edildiğinde red eden Bruno Le maire 2027’den beri bu bakanlıkta kalarak bir rekora imza attı veya atmak üzere.
Nihayet eski avukat Adalet Bakanı. Paris Barosu’nun en ünlü avukatlarından, “beraat ettirici” ünvanıyla ünlü ve bu işten milyonlar kazanmış italyan kökenli bakan. O da 2027’de aday olabilecekmiş.
Herbiri ve dahası, bugünden 2027’de veya 2032’de cumhurbaşkanı olmak üzere kendisi için hesaplar yapıyor, çalışıyor. Çelmeler, tekmeler, muz kabukları eksik değil. Kendi gelecekleriyle daha çok meşgul bu adamlar, ülkenin dertlerini umursamıyor veya umursuyor gibi yapıyor ama hiçbir ciddi meseleyi çözümleyecek adımları atmıyor. Örneğin çocuklarının öldürülmesinin önlenmesini ana-babalarından bekliyor. Niçin olmasın? Ana-babalara da kaleşnikof verilecek mi?
NOTLAR
(1)1907 ve 1908, kötü hava koşulları ve ulaşımdaki yetersizlikler nedeniyle halk için kıtlık ve açlık yıllarıdır. Buna vurguncuların karaborsa için buğday istiflemelerini ve kötü buğdayı çok yüksek fiyatla satmalarını eklersek kadınlar en başta, öncü, ve halkın kızğınlığının nedenlerini anlamak kolaylaşır.
“Ekmek Kavgası“ örgütsüzlük sonucu o günlerin geleneksel ayaklanma biçimini alıyor.
Fransa Konsolos Yardımcı’sının anlattıkları sayesinde, Sivas Tümen Kumandan Vekili Albayın askerlerini, gelen emirlere rağmen, Vilayet emrine vermekten kaçındığını/çekindiğini öğreniyoruz. Bu tavır, büyük ihtimalle bir ay sonra, 24 Temmuz 1908’de, « Hürriyeti » ilan edecek subayların dönemin sivil yöneticilerine karşı olumsuz görüşlere sahip olmalarıyla ilintilidir. Sivas’taki subaylar, Belediye Başkanı başta, kimi yöneticilerin karaborsa işinde parmakları olduğunu biliyorlardı mutlaka.
Konsolos Yardımcısı olayların öncesini şu satırlarında aktarıyor:
“İsyan anlaşıldığına göre bir süreden beri hazırlanıyormuş. (…) yetkililerin olacaklardan haberleri varmış. Birçok yüksek memur, 23 Haziran’da Sivas’tan ayrılırken, aynı gün olaylara karışacak köylü kadınların çevreden aniden kente gelmesi ne tuhaf bir rastlantı ! Halkın aylardan beri buğday kıtlığından acı çektiğini söylemek gerek. Halk ancak çok pahalı olan ve buğday biti tarafından kemirilmiş veya çürümüş birazcık unla kepek karışımından yapılan, sindirimi zor siyah bir tür ekmeği satın alabiliyordu. O da parası olanlar için.
Vilayet (isyanın) elebaşıları(nı) araya dursun, söylentiye göre, gerçek suçlular Belediye Başkanı ile anlaşarak spekülasyon yapmak amacıyla büyük miktarda buğdaya el koyup, stoklayan istifcilermiş.
İyi haber alan kaynaklara göre, bu ayaklanma sadece bir başlanğıç, daha ciddi, tehlikeli, korkulacak ayaklanmalar hazırlanmakta imiş.”
Bu olayın tamamını ve daha başka birçok şeyi Kadın, Aşk ve İktidar isimli kitabımda anlatıyorum (Alan Yayıncılık, 1996, s. 29-34). Bitirirken iki rakam sunmak istiyorum:
O günlerde ekmeğin okkası (1.300 gramı) 5 kuruştu, günde 14 veya 16 saat çalışan bir emekçi ise sadece 40 para veya 2 kuruş “kazanabiliyordu”, yani daha açıkcası yazılamaz: Bir emekçi günlük ücretiyle bir ekmek bile alamıyordu. Bu durumda halk kepekten ve kurutularak toz haline getirilmiş otlardan yapılan garip bir “ekmek” yemek zorunda kalıyordu. İnsanı güçten düşüren ve zayıflatan bu “ekmek“ birçok hastalığın da kaynağıydı…
Bu koşullar altında kadınlar isyan etmeyecek de kim isyan edecekti? Soruyorum. Lütfen cevabını siz veriniz.
(2) “Prélude à la ‘révolution’ jeune-turque: la grogne des casernes”, Première rencontre internationale sur l’Empire ottoman et la Turquie moderne, Institut National des Langues et Civilisations Orientales (INALCO), Maison des Sciences de l’Homme, Paris, 18-22 Janvier 1985’te.