Türkiye bir kaos aralığında yaşıyor. Değil uzun vadeli bir planlama yapmak, günü gününe uymayan, neyin nasıl gelişeceğinin öngörülmesi çok zor olduğu bir süreç söz konusudur.
Bu kriz ve kaos aralığında nasıl bir değişimle çıkılacağı ile ilgili paradigmasal düşünenler, önerilerde bulunanlar, bunun araçlarını oluşturanlar, siyaseti toplumsallaştıranlar, hakikat ve özgürlük arayışında olanlar çok rahatlıkla “öteki” tanımlamasına tabi tutularak etkisiz hale getiriliyor.
Toplumun ezilen kesiminin çoğu bu “ötekileştirme” siyasetine rıza gösterir kıvama getirilmiştir. Kriz haline rıza üretmek; emek, barış, demokrasi, özgürlük mücadelesi verenler açısından olumlu bir durum değildir.
Egemen anlayışın her türlü ideolojik aygıtı ve sosyal bilimleri kullanarak ezilen kesimin zihninde ve pratiğinde rıza üretmesi bir çarpıtma durumudur, hakikatten uzak yaşam halidir, bir yabancılaşmadır. Tarih göstermiştir ki devletin, toplumu sadece zor aygıtları ile baskı, kontrol ve denetim altına alması mümkün değildir. Egemen anlayış toplumsal kimliğe yönelerek; kimliği parçalar, asimile, dejenere eder, kendisine biat ettirir. Böylelikle kendi ideolojisini egemen kılmaya çalışır. Devletler ideolojik aygıtların üretildiği kurumlar vasıtasıyla da toplumda istendik davranış değişikliğini yaratır. İdeolojik kimlik inşasında “ötekileri” düşmanlaştırma imgesi ne kadar güçlü olursa kendi sistemi de o kadar varlık alanı bulur. Hegemonik kimlik inşasında ötekiler “iç düşman, dış düşman, vatan haini, kafir, terörist, katil, eli kanlı….” gibi kavramlarla tanımlanır. Esasında çerçevesini belirledikleri normlara uymayan yapıları, kişileri itibarsızlaştırma, gözden düşürme, kategorize ederek katli vaciplenir duruma getirmek amaçlanır! Kategorize edilen kitleye yönelik şiddet uygulanması çoğu zaman “cezasızlıkla” sonuçlanır. Türkiye’de özü itibariyle resmi ideoloji ile bağlantılı olan siyaset anlayışında seçimler, kongreler, kurultaylar, ittifaklar döneminde kendi normlarına uymayanları itibarsızlaştırma en üst düzeyde görünür olur ve siyasetin özünü oluşturur. Kürtler ve Aleviler yüzyıldır “ötekiler” listesinde birinci sıradaki yerlerini korumaktadırlar!
Hegemonya sadece birikim ve iktidar alanında oluşmamıştır, algı oluşturma alanında da kurumlaşmıştır. Toplumun zihniyetini şekillendirerek, zihinsel faaliyetlerini kontrol altına alarak, yönlendirerek, rıza üreterek iktidarına meşruiyet sağlamıştır. İktidar tarihin her döneminde kendi ideolojini inşa etmiştir. Araçların farklı olması iktidarın inşa edilmesine engel değildir. İktidar, kurumsal mekanlar üzerinden kendi ideolojisini inşa etmektedir. Hakikate bağlı kalarak yazılacak toplumsal tarih, bir bakıma iktidarın kendisini nasıl inşa ettiğinin, buna karşı rıza toplumu süreklerinin hakikat ve özgürlük arayışı tarihidir. Pir Sultan Abdal’ın “Yürü bire Hınzır Paşa /Senin de çarkın kırılır / Güvendiğin padişahın / Gün gelir o da devrilir” deyişi iktidarcı anlayışa karşı hakikat ve özgürlük arayışını dillendirmesi, kültürel direniş hattını ifade eder.
Ezilen kesimin, yaşadığı kriz ve kaos haline rıza göstermesi bir nevi düşünme yetisini kaybetmesi anlamına gelir. Düşünme en nihayetinde zihinsel bir faaliyettir. Yaşamla ilgili kurgular, tasarımlar, hayaller, deneyim ve tecrübelerin, özgür bir yaşamın arzulanır olması gerekir. Eğer toplumsallıkla, özgürlükle ilgili kurgular yoksa tek başına düşünmek çok da bir anlam ifade etmiyor. Toplumsallığı inşa etme, ortak hedefleri belirleme çerçevesinde bir düşünme haline ideoloji diyebiliriz. O halde ideoloji toplumun kimliğidir, hafızasıdır, zaman ve mekân içerisinde bıraktığı izdir. Her toplumsal varlığın ideolojik bir kimliği mevcuttur. Peygamberliksel çıkışlar, halk önderleri, hakikat arayışçıları, Pirler, Hak Analar, ideolojik hafızanın taşıyıcılarıdır. Devletin, egemen kesimin, toplumsal kimliğe yönelmesi, parçalaması, etkisiz hale getirmeye çalışması boşuna değildir. Zaman ve mekân içerisinde kurumlaşan kimlik toplumun beynidir, hafızasıdır, stargâhıdır. Kapitalist modernist anlayış dincilik, milliyetçilik, cinsiyetçilik ve pozitivizm kavramları ile rıza toplumu değerlerine saldırmakta ve kendisine toplumsal meşruiyet üretmektedir.
Egemen kesimin sömürü ve baskıya rıza üretmesi sistem oluşturma girişimidir. Kriz ve kaos halinin derinliği, bu politikaların sonucunda meydana gelen sürekli çelişki ve çatışma halinin devamı, aslında bir sistem savaşıdır. Rıza toplumu sistemi ile kapitalist modernist sistemin küresel ve yerel güçleri arasında sistem oluşturma politikaları kıyasıya devam etmektedir.
Ortadoğu’da binlerce yıldır adeta genetikleşmiş gerici, despotik, dinci, eril zihniyetli iktidar anlayışı ile yönetilmektedir. Bir bu kadar da özgürlük arayışı sürekli devriye halindedir. Ortadoğu’da çelişki ve çatışmaların yoğun olmasının nedenlerinden biri de; hiyerarşik, devletçi toplum karşıtı özgürlük arayışının, demokratik toplum özlemini, sürekli kendini yenilemesidir. Bu coğrafyada doğal toplum özellikleri ile hiyerarşik devletçi toplum özelliklerinin birbirleri ile çelişki ve çatışması, birbirlerini etkilemesi çağın temel çelişkisini oluşturmaktadır. Bu coğrafyada sistem krizinin sürekli kendisini yenilemesi bu gerçeklikle ilişkilidir. Çağımızın en büyük çelişkisi olan bu gerçeklik Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açmıştır.
Kapitalist modernist güçlerin inşa ettiği, şekillendirdiği tekçi zihniyetler, ulus devletler, mevcut sorunları çözmekten ziyade sorunun asıl kaynağı durumundadırlar. Yaklaşık iki yüzyıldır kapitalist modernist anlayış Ortadoğu ve Mezopotamya’yı sürekli işgal etmesine rağmen bölgeye tam olarak hakim olamamasının nedeni bölgedeki rıza toplumu süreklerinin, otantik halkların, inançların, sistem karşıtı güçlerin özgürlük arayışıdır, doğal toplum özelliklerinin kök salmasıdır.