İşçiler örgütlenmeye ilk başlarda kendi deyimleriyle “ekmeği büyütmek” için yönelirler. “Sendikalı olursak ücretlerimiz daha da yükselir, sosyal haklarımız genişler” diye düşünürler. Aslında tek motive edenin bu olmadığını kendileri de direniş süreçlerinden edindikleri birikimlerle bilince çıkarırlar. Buna rağmen onları harekete geçiren ilk neden, görünüşte “ekmeği büyütmektir”.
Fakat bu yönelime girdikleri anda aslında yaşamla, üretimle, arkadaşlarıyla kurdukları ilişkiler farklılaşır. Bu farklılaşma ideolojik-siyasal-kültürel şekillenmelerinin tümünün bambaşka bir dönüşüme uğraması, daha tam ifadeyle “kendisi için sınıf olması” şeklinde keskin bir kopuş biçiminde değildir elbette. Ama bu yolda azımsanmayacak bir mesafe de katedilir genellikle.
Tam 161 gün sürüp kazanımla sonuçlanan Pulver Kimya direnişinin öznesi olan işçilerin yaşadığı değişim ve dönüşüm bu açılardan çarpıcıdır. İşçilerle konuştuğunuzda ilk söyledikleri dayatılan sefalet ücretine karşı sendikalaşmaya yöneldikleri olur. Sohbet derinleştiğinde meselenin sadece ücret olmadığını anlarsınız. Onunla birlikte patronların onları nesneleştiren tutumlarına, insan yerine konulmamaya, güvencesizliğe, kapitalist üretim-yaşam çarkı içinde her açıdan öğütülmüş olmaya duydukları birikmiş öfkenin kendilerinin bile farkında olmadıkları bir dinamik olarak işlediğini açıkça görürsünüz. “Örgütlenmek ya da direniş süreci size ne kazandırdı?” diye sorduğunuzda “Biz birlikte hareket ettiğimizde patronların karşımızda duramayacaklarını gördük” derler mesela. Bu cümlenin kendisi, birikmiş duygusal tepkilerle de birleşerek bir sınıf olma bilincinin ilk emaresidir aslında.
İçlerinde daha önce de sendikalaşma ve direniş deneyimi olanların ifade ettikleriyse örgütlenmeye aslında nereden kıymet biçtiklerinin özeti olur adeta: “Önceden sendikalı bir yerde çalışmışsan, bir yere gidip de sendika yoksa illa ki orada sendikalı çalışmak istersin. Çünkü örgütlenmenin değerini biliyorsun. İşveren sana insan muamelesi yapıyor”. Devamını, sendikasız olunduğunda küçük bir itirazda bile patronun işçiye kapıyı gösterdiğini, ama sendikalı olduğunda buna cesaret edemediğini belirterek getirir. Bunları ifade eden işçi aslında patronun karşısına bir sınıf olarak çıkmanın gücünü hissetmiş, bunun onurunu yaşadığı için de gittiği her yere o duruşunu taşımış biri.
İşçinin üretim süreci içindeki konumunu kavraması, bu kavrayışı diğer işçi arkadaşlarında da bir bilince dönüştürmesi, kendisinin bile farkında olmadığı bir birikim oluşturuyor. Bu birikim, güçlü bir direniş içinde kolektif bir iradenin parçası haline geldiğinde kurucu bir dinamiğe dönüşebiliyor.
Yakın bir örnek olarak Pulver Kimya’daki sendikalaşma süreci bu açılardan çok öğreticidir. Belirli bir sendikal bilince, direniş hikayesine sahip olan işçilerin adeta patlattıkları bir süreçtir Pulver süreci. Öncesinde ciddi bir sendikal çalışma, komiteleşme gibi bir derinleşme, işçi toplantıları olmaksızın; bir avuç öncü işçinin, dayatılan sefalete, sergilenen aşağılayıcı tutumlara karşı pimini çektikleri ve kıyıma direnişle yanıt vererek onun içinden örgütledikleri bir hikayesi vardır. Tek patrona ait 4 ayrı işletmenin bir kampüs şeklinde bir arada olduğu, ama duvarlarla ayrılan ve çok da fazla iletişim olanağı olmayan nesnel olarak hayli elverişsiz bir zeminde, sonuç olarak dördünde de yetkinin alındığı adım adım örgütlenmiş bir deneyim…
Tam bu noktada işçilerin dinamik duruşunun önemi kadar sendikal örgütlenme faaliyeti yürüten kadroların duruşu da belirleyici olur. Petrol-İş Gebze Şube Başkan Yardımcısının işten atılan bir Pulver Kimya işçisi gibi gece gündüz işçilerle birlikte olması, direnişin her adımında onlarla tartışmalardan süzülen kararlar alınmasına önayak olması, bir çeşit işçi demokrasisi kültürünün yaratılmasında emek harcaması bu dönemin sendikal kadro profili ve çalışma tarzı açısından yol gösterici, umut vericidir.
Umut vericidir; çünkü, sendikalardan yaka silken işçilerde yeniden güven oluşturulabileceğini, bunun da bürokratlaşmaktan uzak, işçi demokrasisini sahici kültüre dönüştürmekteki ısrardan geçtiğini gösterir.
Diğer taraftan Pulver Kimya örneği, işçi sınıfındaki özyönetim özleminin, kendi kararlarını kendisinin alması, sendikayı o kararları kendisiyle birlikte alacak bir noktada tutması açısından da çarpıcıdır. Hemen her kararın işçilerin katılımıyla tartışılarak alınması, işçilerin kendilerinin de parçası olarak yürütülen tartışma sürecinden çıkan kararlara güçlü bir şekilde sahip çıkması hatta kritik noktalarda çok değer verip saygı duydukları sendika temsilcisini de bu yönde hatırlatmalarla dinamize etmeleri sözkonusudur. O kritik anlarda sendika yöneticisine “ama kararımız buydu” demeleri, o anda önerdikleri tutum hatalı da olsa tartışarak ikna olmadan o tutumdan vazgeçmemeleri, sendika yöneticisinin bu konuda ikna süreçlerini sonuna kadar işletmesi işçi demokrasisinin bir prototipi olduğu kadar devrimci bir örgüt ve çalışma açısından da esinleyicidir.
Karar süreçlerinin kolektif bir irade ortaya çıkana kadar güvenle işletilmesi, alınan kararlar konusunda karşılıklı denetim, hesap verme-hesap sorma mekanizmalarının kaygısızca açık tutulması, kapitalist üretim süreci içinde nesneleştirilen işçilerin kendi ilişki sistemleri içinde nasıl bir özneleşme süreci yaşadıklarının anlaşılması açısından da etkileyicidir.
İşçilerin sadece karar süreçlerine katılmaları açısından da değil, o kararları hayata geçirecek birer kurucu haline gelmelerinin pratik içinden gerçekleşebileceğinin görülmesi açısından da böyledir. Gündüz fabrika içinde ve önünde akşam işçi mahallelerinde, evlerinde, kahvehanelerde ilmek ilmek örgütlenen bu sendikal deneyim bugünkü tasfiyecilik atmosferinde motive edici, yol göstericidir.
Pulver Kimya direnişi bu ve başka birçok yanıyla işçi sınıfı içinde yürütülecek çalışmanın önemli kodlarını sunuyor. Bu tasfiyeci iklimde yönümüzü nereye ve nasıl dönmemiz gerektiğini de gösteriyor.