Gazeteci Ali Duran Topuz ile Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasını ve iktidarın ‘yerli muhalefet’ planını konuştuk: Merdan’ın fark ettiği şey muhalefet tarafından tamamen fark edilir ve mesele oraya doğru gelirse, tecrit dâhil olmak üzere pek çok mesele tartışılmaya başlanırsa gerçekten siyaset başlar…
Nezahat Doğan
Şunu anladık ki, ülkede baskılara, şiddete, sindirme politikalarına karşı ortak ses ve çığlık yükselmediği sürece, gerçekler sümen altı olmaya devam edecek. İktidar ülkeyi dizayn çalışmalarını ve gelecek yerel seçimlere yönelik stratejisini çok boyutlu olarak uyguluyor. Bu strateji içinde temel hedef de, iktidarını pekiştirirken kendi ideolojik hegemonyasını hâkim kılma olarak belirginleşiyor. İktidar arka planda bir toplum ve siyaset mühendisliği çalışmasını titizlikle sürdürüyor. Bu yapının içinde en önemli alanlardan biri de kendisine uygun muhalefeti tasarlamak. Gazeteci, Artı TV Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz’un ifadesiyle iktidar “yerli ve milli” muhalefetini oluşturmak peşinde… Bu alanda iktidara yeşil ışık da hemen geldi. İktidar iktidarını sürdürürken, istediği en iyi yerli ve milli muhalefet adayı olarak Meral Akşener ve İyi Parti belirginleşti.
Elbette her zaman olduğu gibi gerçekleri gören ve dile getiren gazetecilere yönelik baskı da artarak sürüyor. İktidar özellikle kendisi için potansiyel tehlike olarak gördüğü basını susturmak için her türlü eylemi gerçekleştirmekten geri durmuyor. Bunun en son örneği tecridin bir insanlık suçu olduğunu dile getirmesi nedeniyle tutuklanan Merdan Yanardağ oldu. Yanardağ’ın tutuklanmasının arkasındaki gerçek neydi? Yanardağ ve TELE-1 gerçekte iktidarı neden rahatsız etmiş ve susturulmak istenmişti? Yanardağ’ın sözleri iktidarın hangi planını bozuyordu? Siyasetin ve medyanın arka planındaki gerçekleri Gazeteci Artı TV Genel Yayın Yönetmeni Ali Duran Topuz ile konuştuk.
- Seçim öncesi süreçte medya, değişim ve dönüşüm anlamında heyecanlı ve hareketliydi. Seçim sonrasında yeniden bir revizyon söz konusu olabilirdi ama olmadı. Diğer yandan iktidar kazanırsa muhalif basına baskılar daha artar değerlendirmesi söz konusuydu. Genel olara seçimin öncesini ve sonrasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İktidarın iki seçimden hiç değilse birini kaybetmesiyle toplumun bir nefes alma imkânına kavuşma umudu vardı. Bütün hazırlıklar da bu eksen üzerineydi. Muhalefetin parlamento çoğunluğunu sağlayabileceği, anketler de göz önüne alındığında çok gerçekleşebilir bir hedef olarak görünüyordu. Cumhurbaşkanlığını kazanmak için de ihtimal hiç az değil gibi duruyordu. Fakat ikisi de olmadı. Bu sonuçla iktidar kendi varlığını ve gücünü tahkim edeceği, sonraki seçimlerin de kendisi için sorun olmaktan çıkaracağı beş yıllık bir zaman daha kazanmış oldu. Dokuz ay sonra bir yerel seçim yapılacak ama iktidarın ilk hedefi, aldığı bu güçle yerel seçime yönelik bütün düzenlemeleri yapmak ve sonrasında kalan dört yılı ona göre götürmek… İktidar bugüne kadar hukuki, idari ve askeri baskılarla sonuç almaya çalıştı. Rejimi bu eksene oturtmaya çalıştı. Ancak iktidarın seçimden önce yaptığı ittifaklar ve açıklamalar, içinde bulunduğumuz süreçte bu baskılara kültürel ve sosyal baskının da artık eşlik edebileceğini gösteriyor. Bunun bir anlamı şu; iktidarın yeni hedefi hem muhalefet partilerini istediği şekilde yönlendirmek ve manipüle edebilmek, hem de medyadaki kurduğu tekelin etki alanını genişletip hiçbir muhalif yayın imkânının kalmayacağı yapıyı kurabilmek. Zaten partilere yönelik stratejisi ve medyaya yönelik stratejisi ortak… Partiler açısından genel olarak hedeflenen de yerli ve milli muhalefeti şekillendirebilmek.
İktidarın yeni hedefi hem muhalefet partilerini istediği şekilde yönlendirmek, manipüle etmek, yerli ve milli muhalefeti oluşturmak, hem de medyada kurduğu tekeli genişletip muhalif yayın imkânının ortadan kaldırmak
- Ne demek milli muhalefeti şekillendirmek?
Kürdistan’da HDP’nin aldığı belediyeleri Yeniden Refah Partisi ve HÜDA-PAR’ın almasını sağlamaya çalışmak; kendisinin alamayacağı yerlerde bunları öne çıkarmak, en azından bu partilerin desteğiyle belediye meclislerinde bir güç sağlamak. Aynı zamanda sosyal demokrasi alanını şimdilik bir tabela yapısından ibaret görünen DSP üzerinden şekillendirmek… Bunun ikili ayağı var, hem siyasal olarak hem de medya açısından mevcut güçlü muhalif yapılara saldırmak. CHP’de Kılıçdaroğlu’nun akıbetine ilişkin tartışmalar aslında CHP’nin kendi iç tartışması olmaktan çok hükümetin yönlendirmek ve manipüle etmek istediği, hükümetin hedeflerine uygun tartışma haline geliyor. Diğer taraftan Akşener bu yeni modele uyum sağlamak üzere kendi niyetini beyan etti. Hem seçim öncesinde masaya tekme atarken, hem de seçim sonrası kongrede yaptığı konuşma bunu gösteriyor. İyi Partililerin iktidar üyeleriyle beraber ve organize biçimde Merdan Yanardağ’a saldırması, iktidarın hedefi olan yerli ve milli muhalefet için Akşener’in adaylığını ortaya koyması anlamına geliyor.
- Akşener CHP ve Merdan Yanardağ’ı hedef gösterirken, CHP’nin buradaki basiretsizliği ve muhalefetteki eksikliği iktidara ne sağlar?
Aslında CHP seçimden önceki iki yılı, birbirine benzemez nitelikte olan muhalefeti bir araya getirme ve bu muhalefeti bir arada tutarken de HDP’nin desteğini kaybetmeme konusunda olağanüstü bir çaba ile geçirdi. Fakat bu konuda kazık yediği yer, en güvendiği ve siyaseten varlığına imkân sağladığı İYİ Parti oldu. İki seçimden birini almış olsaydı işler bambaşka olacaktı. Ancak bu olmayınca altılı masa gibi bir ittifakın yerel seçimler için işe yarıyor olsa bile, genel seçimler için çok işe yaramayacağı fikri çok öne çıkmaya başladı. İttifakın diğer üyeleri kendi milletvekillerini alıp kendi gruplarını kurarak yollarına bakarken CHP’nin içerisinde de iktidar kavgası çıktı. Burada ikili bir basiretsizlik söz konusu… Birincisi, dokuz ay sonra yapılacak olan yerel seçime yönelik hazırlık her şeyin önüne geçmeliydi. Kılıçdaroğlu da bunu sağlayabilmek için partiye lider değişimi için gerekli takvimi belki içerden sunmalıydı. Başta İmamoğlu olmak üzere aday olanların kendi geleceklerinin bu anlamda riske girmeyeceğini düşünecekleri bir takvimle bir birlik sağlamalıydı. Ama Kılıçdaroğlu daha çok parti içi muhalefetin gücünü kısıtlama ve denetleme çabasına girmiş durumda. Parti içi muhalefet ise kendi geleceklerini riske atmayacak bir takvime razı gelmeli ve yerel seçim hazırlığını parti içindeki mücadelenin önüne alma eğilimi göstermeliydi. Bu ikisi de olmuyor gibi görünüyor.
- Seçim döneminde toplumun sorunlarına dokunulabilme, buradan bir dil kurabilme ve sokakla temas yaşanan yetersizlikler görüldü. Yerel seçimlere az bir süre kala muhalefetin ve CHP’nin bambaşka bir gündemle siyaseti yürütmeye çalışması, yine aynı handikapı beraberinde getirmiyor mu?
Tabi… Zaten seçimin neden kaybedildiğine bakındığında, neler yapılabileceği de oradaki saptamayla belli olur. Ama anlaşılan o ki CHP muhalefeti “Kılıçdaroğlu yüzünden kaybettik o değişmeli,” diyor. Kılıçdaroğu ise “parti içerisinde yeterince uyum ve bütünlük olmadığı için kaybettik” diyor. Aslında seçimden önce hem siyasal strateji, hem de medya stratejisi vardı. İkisinin de hatalı olduğu ortaya çıktı.
- Neydi bu siyasal ve medyadaki stratejik hatalar?
Medyadaki hata çok açıktı. CHP zayıf sayılmayacak kendisine bağlı ya da yakın bir medya oluşturmayı başardı. Fakat bu medyanın yayın stratejilerine baktığımızda, İyi Partilileri bol bol televizyona çıkarmanın ve altılı masa üyeleri arasındaki konuşma ve tartışmalara odaklanmanın ötesine gidemediler. Saha haberleri yapamadılar.
- Saha haberlerinde ne tür eksiklikler gördünüz?
Haber yapmadılar, onun yerine tartışma ve gündelik propagandayı ele aldılar. Örneğin konu tarımsa, tarımın aktörleri ve faaliyetin yürüdüğü lokasyonlar bellidir, buralara gidip buralardan haber çıkarılması gerekiyordu. Konu kadın ve kadın özgürlüğü ise sahadaki ve toplumun içerisindeki insanlara gitmek gerekiyordu. Bunun yerine sadece “kadınlara kötü davranıldı,””kadın cinayetleri arttı,” denildi ve kendileri geldiğinde bunun böyle olmayacağını propaganda ettiler. CHP medyası sadece CHP’li evlere girebilen medyaydı. İkinci alternatif olarak girilen evler de altılı masanın diğer üyelerinin evleriydi. İktidarın medyasına tabi olup, bunları izleyip, yakın zamanda da politik tercihi iktidardan yana olan insanların dikkatini çekecek işlere yönelmediler.
- Siz de bir medya yöneticisisiniz. Bütün sürece baktığımızda, genel olarak muhalif tarafta olan görsel ve yazılı basının kendi içinde de bir merkeze sıkışmışlığını, kolay yayıncılık yaptığını görüyor musunuz? Medyadaki temel sorun ne?
Öncelikle iki medyayı konuşmamız gerekiyor. İktidar medyası ve özelliklerini biliyoruz. Bunlar sadece gerçeği örtmekle yetinmiyor ve alternatif gerçekler yaratacak biçimde hareket ediyorlar. İşlerinin tamamı kurgu, montaj… Bununla mücadele yapabilmek için hem kadro, hem ekonomik güç, hem de toplumsal destek açısından bir büyüklüğe sahip olmak gerekiyor. CHP medyası bu yüzden önemliydi. Ancak onlar iktidarın yaptığını sadece kendileri için yapmakla yetindiler. İktidarın yaptığının taklidini değil, haberciliği esas alan bir yayıncılık ortaya koyamadılar. Diğer muhalif medya doğruyu yapıyor olsa bile ölçek olarak gücü kısıtlı. Medyanın yüzde doksanını iktidar elinde tutuyor. Bunun etkisini insanlarla temas ve sahada bulunarak çözebilirsiniz. Evlere girmek gerekiyordu, sokaklara girip çıkmak gerekiyordu ve iktidar sokakta siyaseti yasakladı.
- Bu yasaklamaların hedefi neydi karşılığını buldu mu?
İki hedefi vardı. İktidar, büyük şehirlerdeki muhalefeti, sol-sosyalistlerin sürüklediği ya da liberal ve seküler kesimlerin oluşturduğu sokak görünümlü muhalefeti ve en önemlisi de HDP’nin sokaktaki gücünü kırmak için sokakta siyaseti yasakladı. Bu muhalefet de “aman iktidar kötüye kullanmasın, aman ortalık karışmasın, aman gürültü olmasın,” diyerek yasağa can-ı gönülden uydu aslında. O zaman da elde demeçten başka bir şey kalmadı. Birçok yerde, çarşı-pazar, esnaf ziyaretlerinde bile Akşener’e, Kılıçdaroğlu’na ve birçok kişiye fiziki müdahalelerle gezileri yarıda bırakıldı. Halbuki ısrar edilmesi gerekiyordu. Sokakta var olmanın, siyaseti sokakta yapmanın meşru olduğuna açık biçimde kabul ederek, bunun mücadelesini vermeleri gerekiyordu. Bunu yapmadıkları için propaganda ağı da sadece kendilerine oy verenlerle kısıtlı kaldı. Böylece iktidardan vazgeçmeye yönelmiş bir çok kişinin muhalefete yönelmesi engellendi.
- Sokak yasaklandı önü kesildi. CHP de sokağı zorlamadı. Söz kurma yeri sokakken CHP neden hala uzak durmayı sürdürüyor?
Burada hem korku boyutu hem de teşkilat yapısı ve politik bakış meselesi var. Korku boyutu şöyle; özellikle geziden sonra iktidar sokak eylemliliğini mutlak suretle terörle bağlantılı bir fiil olarak ilan etti. Ama sokak demek sadece eylemlilik demek değil, aynı zamanda güncel olağan çalışma da sokakta olur. Evlere girilmesi gerekiyor, onun için sokakta dolaşmak gerekiyor, bunu yapacak hem organizasyon hem de kadroların oluşması gerekiyor. Sonra onların birleşip caddeye, oradan da meydana çıkılması gerekiyordu. Bunlar olmayınca da iktidar istediğine ulaştı. Şu anda Erdoğan’ın hedefi büyükşehirleri yeniden geri almak… Akşener de bunu onayladı. Ve Akşener’in kongre konuşması bunu açık şekilde ortaya koydu. Yeniden Refah zaten bunun için var. Aynı zamanda HDP’nin varlığı ve etkisini, kilit-anahtar niteliğini ortadan kaldırma hamlesi bu. O yüzden medya olarak da hedefine Tele 1’i koydu.
- Merdan Yanardağ’ın bu dönemde tecridin insanlık suçu olduğunu söylemesi ve bu nedenle tutuklanması neyin işareti? Tele 1’in sesini kesmek ne derece önemli?
Son derece önemlidir. Sesini kesiyorsa muhalefet içerisinde nispeten olan bitenin farkında olan bir yeri susturuyorsunuz demektir. Merdan o konuşmayı durduk yere yapmadı, birden bire de ortaya çıkarmadı. İktidar çevrelerinde yayınlar üzerinden olmasa da teşkilat ağları üzerinden yerel seçime hazırlık için yürütülen bir propaganda vardı. Sanki “HDP’nin CHP’yi desteklemesini doğru bulmayan bir Öcalan var, biz bu Öcalan ile görüşme yürütüyoruz, yerel seçimde de bu görüşmeler ve bu diyalogların sonuçları olacak” türü bir hazırlık… Merdan’ın fark ettiği şey buydu. Tecridi gündeme getirmesinin sebebi de buydu. Sadece geçmiş seçimlerdekini kastetmiyorum. Benzer bir şey yeniden yapılacak. Yerel seçimden önce iktidar çeşitli kanal ve kaynaklardan sanki bir diyalog süreci varmış gibi; Öcalan ile görüşmeler yapılıyormuş duygusunu verme eğilimini gösteriyor zaten. Merdan Yanardağ da buna karşı tedbir olarak konuştu. Zaten o konuşmanın kısa bir bölümü peş peşe veriliyor.
- Peki bu videoda olanların nesi suç?
Suç olan hiçbir şey yok ki! Ne toplam olarak ne tek tek cümlelerde böyle bir şey yok ve gerçek manada bir övgü falan da söz konusu değil.
Merdan siyaseten tecridin ne işe yaradığını ve CHP’nin önümüzdeki seçimlerde başarısı için nasıl bir yol yürümesi gerektiğine dair bir sezgiyle konuşmaya başladığı için rahatsız oldular
- Merdan Yanardağ’ın hedef alınmasının asıl sebebi nedir o zaman?
Bunun iki sebebi var. Birincisi, Merdan’ın fark ettiği şey muhalefet tarafından tamamen fark edilir ve mesele oraya doğru gelirse, tecrit dâhil olmak üzere pek çok mesele tartışılmaya başlanırsa gerçekten siyaset başlar. İktidar için hiç istemediği şey; Kürtlerle CHP arasında olası bir uyum, stratejik ortaklık ya da taktik ortaklık riski doğar. İktidar için bu başlık hiç açılmamalı, çünkü bu Türkiye’nin tabu alanı; tecrit hiç konuşulmamalı, sadece Öcalan’a olan tecrit değil, o mutlak tabu ama onun gölgesinde cezaevlerinde tutulan bütün HDP’lilere uygulanan bir tecrit de var. Örneğin otuz yıl cezaevlerinde kalanların tahliye edilmesi gerekiyorken uyduruk disiplin cezalarıyla tahliyelerin gerçekleşmemesi de bunun bir parçası. Bu yüzden Merdan siyaseten tecridin ne işe yaradığını ve CHP’nin önümüzdeki seçimlerde başarısı için nasıl bir yol yürümesi gerektiğine dair bir sezgiyle, gazetecilik görgüsüyle konuşmaya başladığı için rahatsız oldular. Aynı zamanda İyi Parti, Merdan Yanardağ’dan kendi kanalını İyi Parti’nin propaganda ağına çevirmemesinin de intikamını aldı.
- Baskıların hedefinde Kürtler ve özgür basın vardı, “bugün bize yarın size” dokunur sözünün tam da olduğu yerdeyiz. Bütün bu olanların karşısında neden CHP’den güçlü bir itiraz ve tepki yükselmedi? Bu tepki neden ortaklaştırılamadı?
CHP’nin bu seçimden çıkarması gereken ders, medya stratejisinin tamamen hatalı olduğu, bundan kökten vazgeçmesi gerektiğiydi. Üstelik bu medya stratejisinin düzeltilmesi için yapılması gerekenler için de en uygun yer TELE 1’di. Hatırlayalım; 2018 ve 2019 seçimlerinde normalde TELE 1 çalışanı olmayan Kürt basınında da çalışmış ama bağımsız gazeteci olarak da şöhreti ve kıymeti olan birçok isim yer aldı. Banu Güven, Ayşegül Doğan, Hilmi Hacaloğlu, Faruk Eren, Kemal Can gibi birçok isimle bu türden bir yayıncılık yapıldı. Önemli bir nokta daha var, iktidar istanbul’da CHP İl Başkanı olduğu andan itibaren Canan kaftancıoğlu’na çok ağır saldırdı.
- Nedendi o korku ve saldırdı?
Çünkü Canan’ın temsil ettiği şey, büyük şehir seçiminin alınmasını da sağlayan sol-sosyalist gruplarla işbirliği, Kürtlerle ortaklaşma olmasa bile stratejik ya da taktik işbirliği yapabilecek politik sahayı oluşturma ve bu türden bir birlik getirebilmekti. Bu iktidarın en büyük kabusudur. Sadece iktidarın değil, aynı zamanda devletin de kâbusudur. Devletin Madımak’a saldırma sebebi de buydu. Suruç bombası ve gar bombasının da anlamı buydu. “Bu türden bir araya gelişleri biz istemiyoruz,” demekti. Merdan da bu birliğin medyadaki kısmına denk düşen bir konumda duruyordu. CHP’nin muhalefet stratejisi, muhalif, iktidardan muzdarip, iktidara karşı mücadele edilmesi gerektiğini savunan bütün kesim ve grupların yer alabildiği, temsil edilebildiği, enformasyon ağının kurulabildiği bir medyaya yönelme olmalıydı. Ama buna yönelmek yerine eskisi gibi devam etme eğilimi HALK TV’de çok açık biçimde görülüyor. Yine aynı HALK TV Merdan Yanardağ’a yönelik operasyon başladığında buna bizden, ARTI TV ve Artı Gerçek’ten, Medyascope, T24, Duvar ve Diken’den daha az önem ve değer verdi.
- Neden?
Çünkü orada iç tartışma önde… Orası Kılıçdaroğlu ve ona yakın ve onun devamını sorun görmeyen yapıları kendilerine uzak gördü. Bu manada bir sahiplenme olmadı. Kendi içinde bile bu sahiplenme olmadığında Kürt basınına hiç sahip çıkmaz. 2016’dan bu yana Kürt medyası neredeyse sıfırlanmak istendi. Son bir yıl içinde gördük, 30’dan fazla gazeteci hala iddianame hazırlanmadan tutuklu. CHP medyaları buna yönelik ciddi bir yayıncılığa girişmedi, bu cesareti hiç göstermedi.
- O cesareti göstermiş olsa ve ortaklaşsaydı ne olurdu?
Merdan’ın başına gelen başlarına gelebilirdi. Ama “başına bir iş gelmeden neyi sürdürebilirsin?” sorusunun cevabını bulmaları gerekirdi. Neyi sürdürebilirsin: CHP’lilere CHP propagandası. Peki, bu neye yol açar? Sadece CHP’nin hep aldığı oyları alamaya devam etmesine yol açar. Bu da iktidar hep iktidar olarak kalır demektir. O zaman buna ses çıkarmaz iktidar. Ancak buradan kayma başladığında müdahil olur. İşte Merdan’ın yaptığı buydu, siyasetteki bir kilitlenmeyi ve medyada bir tutum olarak oluşan bir kilitlenmeyi kırdı. Merdan, “hukuksuzluk var, bu hukuksuzluk iktidarın istediği şekilde siyaseti dizayn etmesine yarıyor, iktidar kendisi isterse görüşüyor, isterse görüşmüyor, kimse bu konuda bilgi sahibi değil, bu kabul edilemez,” dedi. Burada suç olan bir şey yok. Çünkü bu durum kanunlara aykırı.
- Üstelik de kanunlara fazlasıyla aykırı değil mi?
Tabi ki! Örneğin Türkiye’de ceza kanunları ve Anayasa gereği işkence insanlığa karşı suç kategorisindedir, işkenceye karşı zamanaşımı işlemez ve işkence cezalandırılması gereken bir durumdur. Umut haklarının yokluğunu AİHM işkence olarak tanımlıyor. Mutlak tecridi işkence olarak tanımlıyor. Merdan’ın dile getirdikleri sadece bunlar, hukuki gerçeği dile getirdi. Devletin bakışı “Kürt konusunda her türlü hukuksuzluk yapılabilir, kimse bunu siyasallaştıramaz ve kamusallaştıramaz” şeklindeydi. AKP de bunu katmerleştirdi. Akşener ve İyi Parti de Merdan Yanardağ’a saldırırak “bakın biz bu kurala uyuyoruz, onlar uymuyor cezasını kesin” dedi. Bu sadece Merdan’a değil, aynı zamanda CHP’nin içindeki tartışmaya da müdahaleydi. Çünkü CHP içinde yürüyen tartışmalarda sadece Kılıçdaroğlu’nun güçlü olup olmadığından başka bir şey konuşulmuyor. Kürtlerle ortaklaşmaya dair bir fikir yok. Toplumsal kesimlerle ilişkiyi güçlendirmeye dair stratejik kurumsal ya da yapısal hiçbir teklif ya da tartışma yok.
- HDP seçim sonrası kendi özeleştirisini verirken yerel seçimlerde gerekirse demokrasi için ve iktidara karşı yeniden bazı stratejik adımlardan yana olacağını elini taşın altına koyacağını belirtmişti. Burada cesaretsiz davranan CHP mi?
Şu an da cesaret bir yana, buna mecali kalmadı, CHP kendi içindeki meseleyle boğuşuyor. Bunun ne anlama geldiği Akşener’in kongredeki “biz masaları oluşturduk, belediyeleri almak için çalıştık, sonra da İstanbul’u HDP sayesinde aldık diyorlar,” sözünde görülüyor. Akşener, “hâlbuki benim sayemde aldık,” demeye getiriyor. Böylece büyükşehirler konusundaki stratejisinde iktidara en açık çeki vermiş oluyor; HDP’yi devreden çıkarma… CHP içerisinde iktidar kavgasını yürütenler de aynı fikri öne sürüyorlar. Son iki seneyi hatırlayım; Ekrem İmamoğlu sanki Akşener’in prensi İyi Parti’nin adayıymış gibi davrandı sürekli. Akşener de Mansur Yavaş ve İmamoğlu’nu şehzade annesi rolüne bürünerek ortaya koydu. Yürüyen tartışmanın ekseninde görünmeyen kısım burası. Bu, Merdan’ın hamlesiyle görünür oldu ve onu da “terör” başlığı altında sessizleştiriyorlar. Erdoğan son kazancın etkisiyle rejimi tahkim etmek için adım adım yerel seçim hedefine doğru ilerliyor.
- Sizin de içinde olduğunuz muhalif basına yayıncılıkta ne türlü sorumluluklar düşüyor, ne türlü bir yayıncılık yapmak gerekiyor? Seçim sonrasında “iktidar baskılarını özellikle özgür basına yöneltecek,” derken, nereye doğru gidiyoruz?
İktidar toplumsal etkisinin istemediği şekilde güçlü olduğunu ölçtüğü yere müdahale eder. TELE 1’de öyle bir potansiyel olduğunu gördükleri için oraya saldırdılar. İktidar açısından durum şu an uygun. Medyanın önemli bir kısmı kendisine bağlı, muhalif görünenler zaten kendisini rahatsız edecek şekilde yayın yapmıyorlar. Bunun dışında potansiyel gördüğü yeri anında ezmeye çalışıyor. Gazetecilik kurallarına uygun biçimde toplumsal görevinin de farkında olarak, kamu yararı fikrini gözeterek iş yapan yerlere söylenecek bir şey yok. Muhalefet partileri buraların önemini bilip medya stratejilerini buna göre yeniden düzenlemek durumundalar.
- Ali Topuz’un derdi ne?
Ayının dokuz türküsü varmış, dokuzu da armut üzerineymiş… Öğrenciyken başlamıştım. Hem geçimimi, hem hayatımı bu meslekle bağlantılı biçimde kurdum ve doğru olduğunu düşündüğüm, doğru bildiğim şekilde yapmaya çalışıyorum. Arada benim yaklaşımımı, yapabildiklerim ve yapamadıklarımla beraber bilenler, ortak bir iş çıkabileceğini düşünenler “gel beraber çalışalım,” diyorlar. Gidiyorum çalışıyorum. O çalışma bitince de başka bir iş gelirse oradan devam ediyor. Hep böyle oldu. On altı sene Radikal’de çalıştım. Arada Sputnik bir iş önerdi, gittim onu yaptım. IMC’den çağırdılar gittik orada çalıştık. Gel bir internet gazetesi yapılım dediler Duvar’ı yaptık. O bitti şimdi de buraya geldik. Sonrası Allah kerim! Sonuna kadar doğru bildiğimizi yapmaya, sözümüzü kurmaya devam edeceğiz.