Değişeceğiz ve değiştireceğiz fikri ne kadar tuhaf ve bir o kadar da cazip. Alınıp verilen bir şey, takas gibi değil de bir heyecan, gündoğumu kadar taze bir manzara fikri. Onunla başlasak günün birine, sonra diğer günleri o güne benzetip hatta özendirip yaşama telaşında yol yürüsek. Bu da bir teselli, hem de cazibesinden gıdım kaybetmeyen bir hayat şekli.
Mecbur edilmiş haller bizi kendimizden uzaklaştıran roller misali. Yabancılaşıyoruz, o yüzdendir yaban hayat gibi bir lakap hatta bir iftirayı orta yere attık. Sonra inandık ve kendi aramızda bölüştük. Bir linç, bir yazgı, sonra bir kan davası, sonra bir üstün soy halüsinasyonu. Biz kendimizden kaçarken, kendimizi kayıp eden bir çağın piçleri olduk. Zaten olduktan sonra da alıştık. Yavaşlayınca eski hızını hatırlamayan bir unutkan. Budur kıymetini harap eden ahvalimiz.
Hayat hata kabul ederken, insanın hayatı hatasıyla yazılırken, sözünü etmek, olur olmaz bahsini açmak, büyük bir oyuk, her yana dağılan bir obruk gibi çoğalıyor ve tekrar ediliyor. Hayat hayal de kabul ediyor, oysa artık hayallerden uzaklaşmak bir marifetmiş gibi anlatılıyor ve alkış arıyor. Bunu da gördük ve başımıza gelmesin diye kendimizi ısrarla tembih ettik.
İnsan bir gün ya da bir gece durup muhasebe yapar. Muhasebe; ne kadar da parasal ve samimiyetsiz. Hayat alınıp satılır gibi bir şey ya da ekonomik bir alışveriş, maddi bir şey gibi gelir. İşte insan kaybettiklerini de vazgeçtiklerini de durup hesaplar. Sanki alınacak ya da verilecek bir şey varmış gibi. Halbuki durup düşünmek, hepsini hayat ve zaman ile kıyaslamak yeterli. Hepsi değerli, kaybedilen de vazgeçilen de ve hepsi bizimle. Bundan olsa gerek, yitirmek yoktur. Yitirdiklerimiz bizimleyken kimdir ki hırsız.
Gitmek ve kalmak arasında bir sarkaç; yaşamak kaygısı. Sanmak ve inkâr etmek arasında ince bir çizgi; düşünmek molası. Olmak ya da olmamak kararsızlığı; varoluş sancısı. Gülmek ya da ağlamak kıskacı; sabır ve metanet kıskacı. Yaşamak ya da seyirci kalmak; eylem kıstası. Sevmek ya da unutmak serencamı; hayıflanmak ağrısı. Çoğalır da çoğalır ama insanı hem eksiltir hem de eskitir.
Beklemenin hışmına uğradık ve kazanmanın enkazı altında kaldık. Bir daha da kendimize ve umutlarımıza uğramaz olduk. Hakkımızdı ve bir nefes alma yeriydi. Durduğumuz yerde yersiz yurtsuz kaldık ve adına bu da yaşamaktır dedik. Belki de bir rivayet uydurduk ve o rivayetin masalında uykulara vardık, rüyalar ve kabuslar gördük.
Her şeyde biraz geçmiş ve gelecek aynası var. Bakıp bakıp kendimize denk geldiğimiz anları toplasak, özene özene seçsek diyorum kendime. Acaba kaç saat ya da dakika çıkar? En antik ve kadim sorudur; hatta insanın bir yer bulması, bir yerde ev kurmasından çok önce bulunmuş, şimdi evsiz kalmanın sıradan olduğu bu zamanda tekrar sorulan bir muammadır: Bir insan ömrünü neye vermeli?
Hayret ediyoruz bazen. Ateşi bulan bir insan başka bir dünyada cehennemi yaratmıştır. Rüyasını yoran bir insan, tüm tesadüflere bir harita çizmiştir. Bir soru bulan bir insan, buradan göçüp gitmesine rağmen cevabı hâlâ bulunmamış o soruyla yaşayan bir insanı deli edebilir. Bir hayıflanma miras kalabilir. Bir öfke yazgı, bir isyan zamansız, bir intihar yerinde, bir hüzün ertelenebilir olabilir.
Her an her şeyin olabileceği bir yerde ve bir zaman diliminde, ömrümüzle dikiliyoruz. Dik durmanın faydası da miras kalmıştır, üstleniriz. Mahrum kalan kimse kalmasın.
Haftanın kitap önerisi: Gassan Kanafani, Güneşteki Adamlar, Çeviren: Mehmet
Hakkı Suçin, Metis Yayınları