Yazar İskan Tolun ile Deniz Gezmiş romanı, Kürtçe çocuk kitabı ve kafasındaki romanları konuştuk: Evet, Denizlerle ilgili birçok kitap yayınlandı. Ama roman yok denecek kadar az. Bir de roman olsun Deniz için. Deniz’i araştırdıkça, hayalindeki eşitlik temelinde olan özgür dünyayı keşfettim ve böylece, Deniz’in Ütopyası başlığını seçtim
Ragıp Zarakolu
İskan Tolun, 1966’da Beşiri’nin Uğrak köyünde, çiftçi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. İlkokulu bitirdikten sonra, çocuk sayılacak yaşta hayata atıldı. Metropollerde inşaat işçiliği, garsonluk gibi muhtelif işlerde çalıştı. 1985’ten beri Almanya’da yaşıyor ve Alman vatandaşı. Çeşitli dergilerde, gazetelerde öyküleri ve yazıları yayınlandı. Şimdi ise, roman yazarı olarak sadece edebiyatla uğraşıyor. Yazarlık hayatına gazetelere; dergilere hikâyeler göndererek başlayan İskan Tolun’un ilk kitabı “Gerçek Hikâyeler ve 444 Kitabın Özeti” oldu, bunu 4 kitaplık “Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter” dizisi izledi: “Girdap”, “İsyan” ve “Diaspora”; “3 Kafadar” ve “3 Kafadar’ın Dönüşü” ikilisinden den sonra Almancaya da tercüme edilen “İbret Ulu Tanrım” yayınlandı. “Cenk İstanbul’da” yayınlanan son romanı; ve bunu Kürtçe çocuk kitabı “Rovîyê xasûk…” izledi.
- Yazarlık dünyanız, okuma tutkunuzu yansıtan, “444 Kitabın Özeti” kitabı ile başladı. Okuma tutkunuzu körükleyen neydi?
Bilimsel olarak, insan 21 gün ne yaparsa ona alışıyor. Oysa ben her zaman okumayı severdim. İşi bırakıp hasta ebeveynlerimle uğraşırken epey boş zamanım oldu. Onlarca ve daha sonra yüzlerce kitap edinip okudum. Böylece okuma tutkum perçinlenmiş oldu.
(Bu ara külliyatını zevkle okuduğum saygı değer, merhum Vedat Türkali’nin Londra’da bir odaya kapanıp on yılda betimlediği o meşhur Güven adlı romanını okuyorum. 2 cilt ve tam 1376 dolu dolu sayfa)
İlkokula gitmeden önce de gazete/kitap okuyanlara imreniyordum, onlara hep gıpta ile bakıyordum. Okumayı sökünce ara sıra gazete almaya başladım. Elime bazen kitap da geçiyordu. Pek anlamasam da okumaya çalışıyordum.
Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter dörtlüsü romanında Batman’daki pogrom girişimini genel olarak ele almışım. Ama şimdi durum farklı. Yaklaşık yarım asırdır bir mücadele var ve bu mücadele ile birlikte halk uyandı, bilinçlendi
- Ardından “Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter” dörtlüsü geldi. Remzi’nin hikayesi sizi neden böylesine etkiledi?
Remzi’yi (Gerçek adı Remzi değil) 1983-84 yılından beri tanıyordum. 2016’da İstanbul’da tesadüfen karşılaştık. Hikâyesini biliyordum. Romana çok uygundu. İzin istedim güldü. Daha sonra sağ olasın izin verdi. Ama, gerçek adını ve nereli olduğunu belli etmemem şartıyla. Biliyorsunuz, roman hayal ile, fantezi ile beslenir, harmanlanır, her şey birebir yazılmaz. Birebir yazılsa eğer döküman/belgesel olur, roman değil. Onun için Remzi’nin ikamet ettiği ilçe ile kaldığım ilçenin coğrafi yapısını bir tutup hayal ettiğim birkaç olay ile Remzi’ye karşı yapılan haksızlığı ve genel olarak, gelir dağılımında halka reva görülen eşitsizliği, özellikle devletin solculara karşı aldığı sert tavır, dayattığı jeopolitik baskı, köy boşaltmaları ve Remzi’nin nasıl yurt dışına çıkışını, geri dönüşünü ele aldım. Bildiğiniz gibi bundan dört cilt oluştu, müthiş bir roman oldu. Gariban Remzi, ara sıra hayalimdeki kahraman da oluveriyordu. Bu romana başlamadan önce Yaşar Kemal’in dört ciltlik İnce Memed’ini de soluk soluğa okumuştum. İnce Memed’i okuyup da ondan etkilenmemek mümkün değildir.
- Ve ardından “3 Kafadar” ikilisi geldi. Ve “Cenk İstanbul’da”. Çocukluktan ergenliğe geçiş insanlığın en zor dönemidir. Hele kırsaldan, kentlere, ülke dışına savrulduysanız. Bir anlamda da bir meydan okuma ve direniştir. Sizin o döneminiz nasıl geçti? Beşiri’den ne zaman ayrıldınız? İstanbul ve daha önceki kentlerde yaşamınız nasıl geçti? İlk tepkiniz ne oldu İstanbul ve Almanya’ya?
3 Kafadar’ın kısa hikayesini yırtık bir gazetede okumuştum. Sol görüşü yansıtan bir gazeteydi, okurken çok etkilenmiştim. 12 Eylül öncesi olduğunu biliyorum da hangi yıl (1976-77-78) olduğunu tam olarak kestiremiyorum. Aç olan çocuklarını doyurmak için ekmek bıçağıyla, heybetle girdiği fırından sadece 2 somun ekmek alıp giden bir babanın dramıdır ve bundan yola çıkarak kurgulayıp betimledim. Böylece, 3 Kafadar romanından 2 cilt oluştu. 3. cildi de düşünüyorum ama, ilerde.
Cenk İstanbul’da adlı roman bir hayal ürünüdür ama, yaşanmış gerçek olaylarla doludur. Kurgusu da mükemmel oldu. Ben de, o dönemde sık sık metropollere gidip çalışıyordum. Ama, çocuk yaşta olduğum için sıla özlemi baskın geliyor, dönüyordum. Zordu elbette. Milliyetçilik vardı, özellikle de Isparta’da. Bu zorlukları 3 Kafadar romanına kurgulamış, dile getirmişim. Ve 1985’te hâlâ alışamadığımız Almanya’ya savrulduk…
- Beşiri’ye, köyünüze en son ne zaman gittiniz? Hemşeriler ile bağınız?
2016 ve 2017’de gittim. Ebeveynlerimin mezarını yaptırdım. Hemşeriler sağ olsun, çok yardımcı oldular. Hepsine saygı ve sevgilerimi sunarım!..
- Dergi ve gazetelere ne zaman öykü ve yazılar yollamaya başladınız? Hangilerinde yayınlandı bunlar?
“Kızılbaş” dergisine, sanırım henüz ilk kitabım çıkmamıştı. 2015 olsa gerek. Daha sonra birçok gazeteye de gönderdim. Artı Gerçek, Rupela Nu ve Avrupa Postası gibi gazetelerde ara sıra yazılarım çıkıyor. Ama artık pek nadir. Zira roman betimlemeye ağırlık verdim.
Sizin ve İsmail hocanın (Beşikçi) teşviki ile anadilde bir kitap yazdım (Rovîyê xasûk)… Romanlarım Türkçe ve çocuklarım Türkçe bilmiyorlar! Aile içinde, hatta çevrede de Türkçe bilen/okuyan çok az. Kafamda bir Kürtçe kitap daha var…
- Anadiliniz Kürtçe. Kürtçe bir çocuk kitabınız da çıktı: Rovîyê Xasûk, Peyvên Felsefî û Çîrok. Dolayısıyla iki dilli bir yazarsınız. Türkçe yanında Kürtçe yazmaya devam edecek misiniz?
Elbette hocam. Sizin ve İsmail hocanın (Beşikçi) teşviki ile anadilde bir kitap yazdım. Romanlarım Türkçe ve çocuklarım Türkçe bilmiyorlar! Aile içinde, hatta çevrede de Türkçe bilen/okuyan çok az. Bilenler de unutmuş gibi. Yarım asra yakın bir diaspora yaşantısı söz konusudur. Kafamda bir Kürtçe kitap daha var, çıkar çıkmaz size yollayacağım.
- Deniz adını ilkin kaç yaşında, nerede, kimden duydunuz?
Sanırım dört/beş yaşındaydım, köyde. Deniz Gezmiş adı, ilçeye/ortaokula giden her genç tarafından, yaşayan bir efsane, bir halk kahramanı olarak sık sık, heyecanla zikrediliyordu.
- Deniz kimseyi öldürmedi, idam edildi, Demirel’in “3 e” isterisi ile. Sadece o idam edilmedi, onun yaşamını kurtarmaya çalışan Mahir Çayan ve arkadaşları katledildiler Alevi köyü Kızıldere’de. Devleti bu acımasız şiddete yönelten ne? Neden korktu devlet?
Evet, Deniz hiç kimseyi öldürmedi ve “Vur” emriyle salvolara, yaylım ateşine tutulmasına karşın yara da almadı. Bu tansığı romanda detayıyla dile getirmişim. Değerli avukat Halit Çelenk’in de önemle vurguladığı gibi: Mevcut yasalara göre en çok on beş yıl cezası vardı yaptığı suçun. Deniz büyük bir haksızlığa uğradı, diyordu.
“3 e” isteri çığlıkları, masaları yumruklamak, oylamaya geçince her 2 elini birden havaya kaldırmak, onay alınca da, “Ohh be 3’e 3″ deyip rahatlama, aslında Mendereslerin intikamını almaktı bir anlamda. Bunların detaylarını romanda okumak mümkün.
Kızıldere’yi/Mahirleri de detayıyla betimledim romanda. Evet, Aleviler. Masum halk. Bugün Sivas/Madımak katliamının 30. yıl dönümü. Diri diri yakılarak ölen o mesum aydınları saygıyla anıyorum!
Ama unutmamak gerek, azınlıklara karşı hiçbir ulus devlet masum değildir. Azınlıklar, her nerede olursa olsunlar sayıları belli bir limit/yüzde üzerine çıktı mı sudan bir bahaneyle mutlaka bir soykırım/katliam uygulanıyor; bir güç sahibi olmasınlar diye. Bu da bizim kaderimiz…
- Siz de azınlığın içinde bir azınlık olan bir inanç içine doğdunuz. Sadece devletten gelmeyen çok boyutlu bir hoşgörüsüzlük ile nasıl baş ettiniz?
Bu sorunuzu ilk önce bir espriyle yanıtlamak istiyorum hocam: Demek, öldürmeyen Allah öldürmüyor, diyordu Yaşar Kemal orman yangınları için Zulmün Artsın kitabında.
Evet, durum çok zordu, ciddi bir haksızlık durumu söz konusuydu. Zaten, Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter dörtlüsü romanında bu durumu, Batman’daki pogrom girişimini genel olarak ele almışım. Ama şimdi durum biraz farklı. Yaklaşık yarım asırdır bir mücadele var ve bu mücadele ile birlikte halk uyandı, bilinçlendi. Bu bilinçlenme ile birlikte de gelişen bir hoşgörü durumu var artık halklar arasında. Umarım bu hoşgörü, saygı ve sevgi yoğunlaşır, daha da perçinlenir.
- Deniz’in yaşamı sonlandırıldığında 6 yaşındaydınız. Anlatılanlar sizde nasıl bir etki yarattı? Çocuk dünyanızı nasıl etkiledi?
Bunu, Kara Bir Gündür 6 Mayıs başlıklı bir yazımda dile getirmişim. Sadece çocuk dünyamı değil, süregelen dünyamı da etkiledi hocam. Öyle ki, “6 Mayıs”a kara bir gündür demişim; canımdan çok sevdiğim tek oğlumun “doğum günü” olmasına karşın…
- Neden Deniz için roman? Erdal Öz, 70’li yıllarda Deniz’e ilişkin kitap yazmak istediğinde, bazı sol çevrelerden tepki almış, hatta kitabın yayınlanması gecikmişti. Artık böylesi tepkiler yok. Turan Feyizoğlu dahil, Deniz’e ilişkin birçok kitap yayınlandı. Ama sizinki bir edebi ürün, bir roman. Herhangi bir tepki endişeniz var mı?
Girdap/Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter-2 adlı romanım çıktıktan sonra okurlarımdan talep geldi. Yoğunlaşan talepler ile birlikte kolları sıvadım. Daha sonra konuyu size de açtım hocam. Erdal Öz’ün çok değerli bir yazar olduğunu biliyor, saygı duyuyorum. Evet, Denizlerle ilgili birçok kitap yayınlandı. Ama roman yok denecek kadar az. Bir de roman olsun Deniz için. Herhangi bir tepkinin geleceğini sanmıyorum, öyle bir endişem söz konusu olamaz. Yaklaşık dört yıldır bu roman üzerinde çalışıyorum. Deniz’i herkes seviyor kanısındayım. Bu araştırma sırasında; hayat pahalılığı, insan hakları ihlalleri, belediyelere atanan kayyumlar, işsizlik, keyfi tutuklamalar vb. bibi adaletsiz yaklaşımların/uygulamaların ayırtında olanların çoğunda duyduğum tek bir şey vardı: “Bu devirde, Deniz Gezmiş yaşasaydı keşke!..”
- Kitabın başlığı “Deniz’in Ütopyası”. Neden bu başlığı seçtiniz? Deniz’in Ütopyası neydi? Bugünkü Türkiye bu Ütopyaya ne kadar uzak ya da yakın?
Birçok başlık vardı aslında. Deniz’i okudukça, araştırdıkça, hayalindeki eşitlik temelinde olan özgür dünyayı keşfettim ve böylece, Deniz’in Ütopyası başlığını seçtim. Eylemleri, konuşmaları, insanlara, arkadaşlarına, dolayısıyla çevresinde olan herkese karşı eşit, saygı ve sevgi yelpazesinde yaklaşımı apayrıdır. Bunları bilip de ona, Ütopyasına hayran kalmamak mümkün değildir.
Bu soruyu da değerli okuyuculara bırakayım. Deniz’in Ütopyası’nın ne olduğunu ve bugünkü Türkiye’nin bu Ütopyaya ne kadar yakın ya da uzak olduğunu değerli okurlarım okuyup karar versinler. Sözü onlara bırakmak istiyorum.
- Deniz’den sonra tezgahta hangi çalışma var?
Tezgahımda, Mendirek’te Dejavu adında, küçük bir banliyöde geçen bir roman var şu an ve henüz 13 yaşındayken Maraş katliamını görmüş, iliğine kadar yaşamış tanıdık bir iş insanının hayat öyküsünü romanlaştırıyorum. Biliyorsunuz paralel gidiyorum çoğu kez hocam, hangisi öne çıksa o. Ve de Deniz’in Ütopyası / Die Ütopi von Deniz Almanca çevirisi ile uğraşıyorum bu ara.
Söyleşi için çok teşekkür ederim. Saygılar sevgiler!..