Peru Komünist Partisi Başkanı Manuel Rubén Abimael Guzmán Reynoso, ABD emperyalistlerinin yardımıyla 12 Eylül 1992’de Peru devleti tarafından tutsak edildiğinde gerici Peru devleti onu teşhir etmek için bir kafeste basın karşısına çıkardı. Başkan Gonzalo, kendisini esir eden dünya gericiliği ve Peru hakim sınıflarına karşı “Bugün bu durum bizim yolumuzun üzerinde sadece bir büküntü. Yol uzundur. Ve biz bu yolu katedeceğiz. Hedefe erişeceğiz. Biz muzaffer olacağız. Göreceksiniz!” diyerek meydan okudu.
Bu meydan okuma karşısında Peru devletinin tavrı Başkan Gonzalo’ya yönelik tam bir düşman hukuku uygulamak oldu. Emperyalist burjuvazinin “terörle mücadele” konsepti doğrultusunda “özel muamele”ye tabi tutuldu. Gerici Peru devleti kendisi için tehlikeli olan bu komünist önderi, Callao Deniz Üssü’ndeki özel bir hücrede 29 yıl tecrit altında tuttu. Dışarıyla temas etmesini engelledi. Avukatlarına “terör” davası açtı. Göstermelik kimi yeniden yargılama ve bazı adımlar dışında, Gonzola’ya yönelik “düşman hukuku”na dayalı tecrit sistemi katı bir şekilde sürdürüldü.
Ve nihayet 11 Eylül 2021’de gerici Peru devleti, Başkan Gonzalo’nun 86 yaşında hücresinde öldüğünü açıkladı. Ardından şahsına özel bir yasa çıkararak naaşını yaktı ve küllerini bilinmeyen bir bölgeye attı.
Kürt ulusunun ulusal baskı ve boyunduruğa karşı isyanının lideri olan Abdullah Öcalan’a yönelik TC devleti tarafından yarım asırdır uygulanan tecrit siyaseti de benzer bir politika olarak şekillenmektedir. A. Öcalan’a uygulanagelen tecrit politikası, Türk devletinin emperyalist gericilikle işbirliği içinde Ortadoğu coğrafyasında Kürt ulusunun bağımsızlık özlem ve istemine karşılık düşman hukukuna dayanan bir yaklaşımla şekillenmekte ve sonuç olarak biat eden Kürt kimliği hakim kılınmak istenmektedir.
Bu politika; A. Öcalan’ın ABD ve AB emperyalistlerinin desteğiyle 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılmasıyla startı verilen, 15 Şubat 1999’da TC devletine teslim edilmesi ve göstermelik bir yargılamadan sonra İmralı’da kendisi için düzenlenen özel bir hapishaneye konulmasıyla devreye sokuldu. Nitekim A. Öcalan, yarım asırdır bu özel hapishanede kendisine uygulanan özel bir tecrit rejimine tabi tutulmaktadır. Onun şahsında Kürt ulusundan, özgürce yaşamak istediğini haykırdığı ve dahası bunu silahla yapmak istediği için intikam alınmaktadır. Bu tecrit siyaseti, Kürdün silahlı isyanının karşısında müesses nizam’ın ibret-i aleme dalgalandırdığı bayrak olarak işlev görmektedir. Yani tecrit siyaseti sadece A. Öcalan’a yönelik fiziki işkence yöntemi olarak değil biat etmeyen, taleplerinde ve mücadelesinde ısrar eden Kürt halkına yönelik psikolojik saldırı siyaseti olarak kullanılmaktadır
Yarım asırdır süregelen ve tartışmasız biçimde fiziki ve psikolojik işkence olan bu tecrit siyasetinin, tek başına TC faşizminin işi olmadığı, emperyalist güçlerin onayı ve desteğiyle işbirliği içinde coğrafyamızda işbirlikçi ve uşak bir Kürt kimliğinin hakim kılınması amacı taşıdığı açıktır.
A. Öcalan’a yönelik devrede olan düşman hukuku, Türk hakim sınıflarının, Kürt ulusu üzerinde uygulayageldiği, ulusal baskı, ret, inkar ve imha siyasetine, tecrit ve sessizlikte boğma politikası olarak yeni bir boyut kazanmış durumdadır. Artık Kürt ulusuna yönelik ret ve inkâr siyasetine, “modern yüzyıl”ın tecrit altında imha siyaseti de eklenmiş durumdadır. Bu siyasette A. Öcalan’dan, Kürt ulusunun, bir ulus olmaktan kaynaklı en doğal, en haklı ve meşru taleplerini, silahlı mücadele içinde dile getirmesinin intikamı alınmakta ve dahası Kürt ulusunun ulusal kimliğini sahiplenmesi, ezen ulus baskısına karşı ezilen ulusun devrimci-demokratik isyanı “terör” olarak geniş kitleler nezdinde yaftalanmaktadır.
Kürdün yüzyıllık makus talihinin ilelebet devam ederek, ezilen bağımlı ulus durumu korunmak istenmektedir. Bu durum Türk hakim sınıfları ve TC rejimi açısından bir beka sorunu olarak değerlendirilmektedir. Kürt ulusunun tıpkı Türk ulusu gibi ayrı bir ulus olduğu ve ‘Özgürce Ayrılma Hakkı’na yani ayrı bir devlet kurma hakkına sahip oldukları gerçeği ret ve inkar edilmekle kalmayıp tecrit edilmektedir.
TC devletinin tarih sahnesine çıkışı ve Ortadoğu coğrafyasında oynadığı gerici role paralel, Kürt ulusuna uygulayageldiği milli baskı politikası, Kürt ulusunun sayısız kez isyanına neden oldu. TC devletinin kuruluşundan hemen sonra Kürt ulusunu imha ve inkar politikasına karşı Şeyh Said İsyanı’ndan sonra, irili ufaklı birçok Kürt isyanı yaşandı. TC devleti, Kürtleri ulus olarak imha ve inkar siyasetine sayısız kitle katliamı, Dersim Tertelesi gibi soykırıma varan uygulamalar ekledi. Ne var ki Kürt ulusunun en doğal taleplerini bastıramadı.
Kürt ulusunun faşizme karşı son derece meşru ve haklı mücadelesine Türk hakim sınıflarının yanıtı, tarihsel olarak tedip ve tenkil hareketleri olurken A. Öcalan şahsında, koyu bir tecrit ve imha politikasında ısrar etmek olmuştur. A. Öcalan’a “idam cezası”nın verildiği tarih olan 29 Haziran’ın aynı zamanda Şeyh Said’in idam edildiği tarih olması asla tesadüf değildir. TC devleti, bilinçli ve sistemli bir politika ile A. Öcalan’dan öç almaktadır.
Bu öç almanın uluslararası gericiliğin “düşman hukuku” kapsamında olduğu ve özel bir infaz rejimi olduğu açıktır. Nitekim bu özel yaklaşım nedeniyledir ki A. Öcalan ailesi ve avukatlarıyla görüştürülmemektedir. Devlet, kendi yasalarında var olan aile ve avukat görüşünü engellemektedir. Öyle ki A. Öcalan’a “sayın” demenin suç olduğu bir dönemden, kendisinden bahsedilmenin suç olduğu bir döneme geçilmiş durumdadır.
Nitekim gazeteci Merdan Yanardağ, A. Öcalan ve ona uygulanan tecrit ile ilgili yorum yaptığı için tutuklanmış durumdadır. M. Yanardağ’ın Türk hakim ulus imtiyazıyla ve Kürt ulusunun üzerinde uygulanan ulusal baskı politikasıyla bir sorunu olmadığı ve dahası Kürt ulusunun mücadelesini “terör” olarak propaganda ettiği biliniyor. Buna rağmen tutuklanmış olması, A. Öcalan’a yönelik tecrit ve imha siyasetine değinmiş olmasıyla ve gelinen aşamada rejimin Kürt ulusuna, devrimci-demokratik taleplerine yönelik yaklaşımıyla doğrudan ilintilidir.
Açıktır ki, A. Öcalan’a yönelik her uygulama, ezen ulusun ezilen ulusa yönelik tahakkümüne ve faşist zulmüne işaret etmektedir. Bu tahakküm ve işkenceye karşı durmamak, faşizme destek vermek, sosyal şovenizmin batağına düşmektedir. A. Öcalan’a uygulanan tecrit siyasetine karşı çıkmak sadece devrimciliğin değil demokrat olmanın da gereğidir.