İsrail’de düzenlenen ve su bağlamında fırsatların değerlendirildiği su zirvesine Türkiye’den de katılım oldu. Türkiye ile İsrail’in su politikalarındaki paralellik dikkat çekerken, Filistin, Irak ve Suriye ile Kürt halkı üzerinde uygulanan su politikaları da paralellik gösteriyor
Yusuf Gürsucu / İstanbul
Kent Konseyleri Birliği Başkanı Halil İbrahim Yılmaz da katılırken, ayrıca DeserTech İsrail İnovasyon Enstitüsü Uluslararası Ekosistem Geliştirme Başkanı Sinai Gohar Barak, Su ve Atık Bilgi ve Eğitim Kamu Baş Yetkilisi Uri Schor, IDE Assets Şirketi Teknik Direktörü Miriam Brusilovsky de konuşmacı olarak yer aldı. Zirvede, Dünya Bankası Su ve İklim Danışmanı Hila Cohen Mizrav moderatörlüğünde düzenlenen, “Kuraklığa Direnç- Değişen İklimde Riskler ve Fırsatlar” başlıklı oturumda konuşan Yılmaz, “Su konusundaki teknolojileri kullanmadığımız fikri kuraklık ve duyarsızlık küresel kuraklıktan çok daha tehlikelidir” dedi.
‘Potansiyel iş fırsatları’
Yılmaz, su konusunda geliştirilen bilgi ve teknolojinin tüm dünyaya yayılmasının önemine değinerek, “Suyu her alanda doğru kullanmak için en ileri teknolojilere ortak akılla erişmeliyiz. İnsanlığın hizmetine sunulan teknolojiye direnmemeliyiz. İnsanlık olarak dünya barışını su üzerinden gerçekleştirmemiz gerekiyor” diye konuştu. ATO Başkan Yardımcısı Halil İbrahim Yılmaz, Ankara Ticaret Odası’nın 8 No’lu Bilişim Teknolojileri Meslek Komitesi Meclis Üyesi Ömer Faruk Kayaaslan ile birlikte sektördeki iş insanlarının tanışmalarını sağlamak ve potansiyel iş fırsatlarını değerlendirmek üzere zirve kapsamında gerçekleştirilen B2B görüşmeleri ve istişare toplantılarına katıldı.
Kapitalizmin suyla dansı
Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fouchon, 2009 yılında yaptığı bir konuşmada, “Su faturasına, cep telefonu kadar ödeme yapmaya razı olursak hiçbir sıkıntı kalmayacak. Tüm insanlık olarak bir tercih yapmamız lazım. Yani arabaların benzini için harcadığımız paranın yüzde 5’ini suya harcarsak dünyada su sorunu yaşanmaz” sözleri dikkat çekicidir. Bir diğer dikkat çekici yaklaşım ise Nestlé Yönetim Kurulu Başkanı Peter Brabeck’den gelmiş ve suyun bir insan hakkı olmadığını ifade edebilmiştir. Dünyanın en büyük şişelenmiş su şirketi olan Nestle’nin başı olan Brabeck, suyun özelleştirme yoluyla en adil biçimde dağıtılabileceğini ve suyun diğer gıda maddeleri gibi alınıp satılabilinecek bir gıda maddesi olduğunu belirterek, bu nedenle suyun bir pazar değeri olması gerektiğini söyledi. Brabeck’in söyledikleri aslında açık bir bir insanlık suçu ve bunun dışında doğada yaşayan tüm canlılar için bir soykırım girişimi olduğu gerçeği ise görünmez kılındı.
Filistinliler susuzluğa mahkum
1947’de Birleşmiş Milletler kararı ile Filistin toprakları Filistinliler ve Yahudiler olarak yüzde 44 ve yüzde 56 oranında paylaştırılmıştı. İsrail’e ayrılan topraklarda bölgenin en önemli su kaynaklarından olan Ürdün nehrinin bir kısmı ile Tiberias Gölü İsrail’in kullanımına verilmişti. İsrail, çıkardığı yasalarla su kaynaklarının çok büyük bölümünü Yahudi nüfusa tahsisini sağladı. O dönem 750 bin Filistinlinin zorla göç ettirilmesinin temel nedeni suyu Filistinlilerle paylaşmak istememeleriydi.
Filistinlilerin kuyu açması yasak
Filistin halkının hapsedildiği bölge ile İsraillilerin arasında inşa edilen duvar, Filistin halkının suya erişimini imkansızlaştıran bir duvar özelliği taşır. Yeraltı su kaynaklarının tamamını kontrol eden İsrail, Filistin halkının duvarla ayrılan ve yaşamaya zorlandığı bölgede su kaynağı bırakmadı. Arap Birliği’nin hazırladığı bir raporda İsrail’in Filistin’in su kaynaklarının yüzde 85’ini kontrol ettiğini tespit etmişti. Yeraltı suyu çıkarmak ise izne tabii ve bu nedenle de Filistinlilerin kuyu açması ‘yasak’. İsrail kontrol ettiği suları da Yahudilerin yaşadığı bölgelere ve ‘medeniyetin’ göstergesi sayılan yeşil çim alanlara aktarırken, el koyduğu Filistin topraklarındaki suyu ticarileştirerek Batı Şeria’daki belediyelere satıyor.
Filistin halkı suya erişemiyor
Filistin İstatistik Kurumu’nun verilerinden alınıp hazırlanan bir raporda yer alan en çarpıcı şey; Filistinliye her türden ihtiyacı için (içme, tarım, temizlik vb.) günlük 100 litre su verilirken, Yahudi yerleşkelerinde yaşayanlara ise 900 litre su verilmektedir. Bu rakamlar Şeria bölgesi için geçerliyken, Gazze’de ise insanlar susuzluk nedeniyle böbrek vb. birçok hastalıkla boğuşmakta, temizlik ve tarım amaçlı suya ise erişememektedir. İşgal altındaki Filistin, Suriye, Ürdün, İsrail ve Lübnan’ı içine alan bölgenin 2000’li yılların başındaki su varlığı 2.400 milyon M3 iken ihtiyaç duyulan su miktarı ise minumum 3.000 milyon M3’tü. Bugün ise böyle bir su varlığından söz etmek mümkün değil.
Rojava’ya su şantajı
Suriye’de Rojava özerk bölgesine dönük Türkiye’nin uyguladığı su politikalarıyla Fırat Nehri bir silah ve baskı aracı olarak kullanıldığı ifade ediliyor. Türkiye’nin Fırat suyunu bölgeye karşı silah olarak kullandığını ANHA’ya değerlendiren Raqa Çiftçiler Birliği üyesi Ebdulhemîd El Elî, su kesintisinin devam etmesi nedeniyle bölgede yaz mevsiminde sulanabilir ekili arazilerinde yüzde 30, kış mevsiminde ise yüzde 70 oranında azalma olacağını söyledi.
Suyun 5/3’ü salınmıyor
Türkiye, Irak ve Suriye arasında 1987’de imzalanan su antlaşması gereği Fırat suyundan Irak ve Suriye’nin payına düşen saniyede 500 metreküp su bırakması gerekirken, bu yıl sadece 200 metreküp suyu bıraktı. Su kesintisi Kuzey ve Doğu Suriye’nin Fırat kıyılarına yakın bölgelerde özellikle yaz mevsiminde yapılan sulu tarım ve hayvancılığı bitirme noktasına getirdi. Çiftçiler Birliği’nin Ziraat ve Sulama Komitesi ve Baraj Yönetimleri ile mevcut su miktarına göre ekilebilir alanların oranlarını belirlemeye çalıştığını ifade eden El Elî, su sıkıntısı nedeniyle çiftçilerin ekinlerini sulamak amacıyla kuyu açmak zorunda kalacağını vurgulayarak, “Ancak bu maliyeti arttıracağı için çiftçilerin zarar etmelerine neden olacak” dedi.
Nehir suları silaha dönüştü
Yeryüzünde sınırları aşan su havzalarının sayısı 200’den fazladır ve kıta alanlarının yarıya yakın kısmını kaplamaktadır. Bu havzalarla ilgili ülkeler arasında imzalanmış 300 civarında anlaşma bulunmaktadır. Bu sularla ilgili olarak devletlerin görüşü ‘su, kıyısında olanın hakkıdır’ biçimindedir. Su üzerindeki kullanım hakkını toprağa bağlayan bu yaklaşım özellikle ‘su fakiri’ olarak tanımlanan ülkeler için büyük bir sorundur. Bu bağlamda dünya nüfusunun yüzde 40’ı komşu ülkeden salıverilen suya bağımlıdır ve 200’den fazla büyük nehir iki ya da daha fazla sayıda ülke tarafından paylaşılmaktadır.
Suyu diğer ülkelerle paylaşmayız
Türkiye, Suriye ve Irak coğrafyasına doğu akan Fırat ve Dicle suları üzerinde, ‘mutlak egemenlik’ iddiasıyla hareket etmektedir. Eski Başbakan Süleyman Demirel’in Türkiye sularının diğer ülkelerle paylaşılmasının mümkün olmadığı görüşü günümüzde AKP tarafından da savunulurken, uygulanan görüş yine Demirel’in ifadesiyle, ‘taksimat değil, ancak tahsisat söz konusu olabilir’ yaklaşımıdır. Bu yaklaşım suyun hem ticari bir meta olarak değerlendirildiğini hem de gerektiğinde silaha dönüşebileceğini göstermektedir. Dicle ve Fırat üzerine kurulmuş olan onlarca baraj bugün bir silah özelliği taşımaktadır.
86 barajla su hapsedildi
Rojava coğrafyasına akan sular barajlar marifetiyle kesilerek bölge halkı susuzluğa mahkum edilmektedir. Bu politikalar özellikle tarımsal ekim sürecinde sulama zamanlarını kapsayacak tarzda işletilmektedir. Diğer yandan Dicle Nehri ve Dicle’yi besleyen akarsular üzerinde 36 adet dev baraj inşa edilirken, ekosistem yerle bir edilmiştir. Fırat Nehri ve kolları üzerindeki baraj sayısı ise 50’dir. Toplam 86 barajla Kürt coğrafyasını susuzluğa mahkum eden politikalar hem Türkiye hem de İran tarafından uygulamaya konulmuştur.
Nehirler kurudu
Irak Kurdistanı’nın, İran ve Türkiye tarafından kıskaca alınıp susuzluğa mahkum edilme politikaları hızla sürüyor. İran, Süleymaniye’yi besleyen Sirvan Nehri’nin akış yönünü değiştirerek barajlar kurmaktadır. Irak Kurdistanı Zagros Dağları’nda toplanan sularla ihtiyacı olan suyun yaklaşık yarısını yakın zamana kadar karşılarken, İran tarafından Sirvan Nehri üzerine inşa edilen baraj ve en son inşa ettiği Davran Barajı ile birlikte bölgeye akan nehirler uzun süredir kurak bir dereye dönüşmüş durumda.