Eğitim, üzerinden kâr elde edilen bir meta; okul, metalaşan eğitimin alınıp satıldığı bir işletmeye dönüşmüşse eğitim hizmetini sunan emekçinin yani öğretmenin de “emek piyasasında en kötü koşullarda çalıştırılan mevsimlik işçi haline getirilmesi” kaçınılmaz olur.
Eğitim, 365 gün süren bir faaliyet değildir. Okul öncesinden yükseköğretime kadar her kademe eğitim, yılda iki ya da üç ay ara verilerek sürdürülür. Öğrenciler için pedagojik bir ihtiyaç olan bu ara (tatil), bir sonraki eğitim kademesine geçiş için hazırlık olanağı sağlarken öğretmenlere yıllık izinlerini kullanma ve bilgisel (akademik) yeniden üretimini gerçekleştirme imkanı verir.
Eğitimi dışsal fayda sağlayan -sadece eğitim hizmeti alan kişinin değil toplumun genel yararına olan- ve kamusal hizmet olarak sunulan bir faaliyet olmaktan çıkarıp, işletmeye dönüşen eğitim kurumlarını patronların kâr alanı haline getiren piyasacı anlayış, öğretim yılı sonunda verilen aranın (tatilin) öğretmenlerin bilgisel (akademik) yeniden üretimi gerçekleştirme işlevini tamamen göz ardı eder. Özel okul patronları için öğretmen, üzerinden artı değer elde edilen diğer iş ve hizmet kollarındaki işçilerden farksızdır. Dolayısıyla eğitim öğretime ara verilen -kendisine artı değer yaratmadığını düşündüğü- dönemlerde öğretmenin ücret, sigorta vb yükümlülüklerini üstlenmek istemez. Ayrıca genellikle 10 aylık belirli süreli iş sözleşmesiyle istihdam edilen öğretmenin bir yılı dolmadığı için kıdem tazminatı hakkı da gasp edilmiş olur.
Hal böyle olunca özel okul öğretmenleri, sadece eğitim öğretimin gerçekleştiği dönemde -geçici olarak- istihdam edilen, bu sürenin sonunda işine son verilip, 2-3 aylık aranın ardından “patron uygun bulduğu taktirde” yeniden işe alınan işçiler olarak görülür. Patronun öğretmeni “uygun bulup”, bir sonrası öğretim yılında yeniden işe alma kriteri ise genellikle “sendikalı olmaması, çalışma koşulları ve ücret konusunda sorun çıkarmaması”dır.
Esnek ve güvencesiz çalışmanın hakim olduğu özel eğitim işletmelerinde dayatılan örgütsüzlüğün de etkisiyle öğretmen ücretleri genellikle açlık sınırının altında kalan asgari ücret civarında belirlenir. Örneğin asgari ücretin 8 bin 500 TL olduğu 2023’ün ilk altı ayında özel okul öğretmenlerinin ücretleri 9 bin 300 ile 10 bin 850 TL arasında değişmektedir (https://ogretmenhaber.org/bilgi/ozel-okul-ogretmen-maaslari-2/).
Eğitimin piyasalaşması, 80’li yıllardan itibaren neoliberal dönüşüm süreciyle gündeme gelmiş, AKP iktidarı döneminde ise fiilen uygulamaya konularak yaygınlaşmıştır. Özel eğitim kurumlarının tüm eğitim kurum içindeki payı 2022-2023 eğitim öğretim yılında, yaklaşık yüzde 20 iken, 200 bin civarında öğretmen özel eğitim kurumlarında iş ve -yeterli- sosyal güvencesi olmadan, açlık sınırına bile ulaşamayan ücretlerle çalıştırılmaktadır. Benzer koşullarda kamu eğitim kurumlarında sözleşmeli ve ücretli olarak çalıştırılan 100 bin civarındaki öğretmenin durumu da farklı değildir.
Sürekli bir iş sözleşmesi olmadan güvencesiz çalışma; çalışanın vasfına, çalışılan işin hangi sektörde (tarım, sanayi, inşaat, hizmet vs) olduğuna bakılmaksızın sömürünün en derin halini işaret eder. Eğitim emekçisinin bu derin sömürü koşulları içinde asgari yaşam olanaklarından ve bilgisel yeniden üretimini gerçekleştirme imkanından mahrum kalması, işini layıkıyla yerine getirebilmesini engeller. Bu da eğitimin “dışsal fayda” sağlama özelliği nedeniyle diğer pek çok iş alanından farklı olarak önemli “dışsal -toplumsal- zarara” neden olur. Diğer bir ifadeyle, eğitim hizmetini sunan öğretmenin gerekli çalışma ve yaşam koşullarına sahip olmamasının eğitim hizmetinde yarattığı olumsuz etki sadece bu hizmeti alan öğrenciye değil tüm topluma yansır.
Öğretmeni vasıfsız, mevsimlik işçi konumunda gören piyasacı eğitim anlayışı giderek yaygınlaşmakta, bir taraftan özel eğitim kurumlarının toplam eğitim hizmeti içindeki ağırlığı artarken diğer taraftan kamuda da öğretmenler giderek daha güvencesiz ve düşük ücretle istihdam edilmektedir. Böylece öğretmenlerin derin sömürü koşullarında vermek zorunda bırakıldığı eğitim hizmetinin niteliği düşerken yarattığı dışsal zarar artmaktadır. Son birkaç yılda karşılaştığımız pandemi, deprem ve ekonomik krizin yanı sıra toplumda artan gericileşme eğilimleri ve bunların yarattığı ekonomik, siyasal ve sosyal sorunlar, niteliksiz eğitimin yarattığı dışsal zarardan ayrı düşünülemez.