Hakikat ehli, “zalimler ve mazlumlar” vurgusuyla tarihe bir not düşmüş, bu haksöz nesilden nesile akarak bilinçlerde yer etmiştir. Sadece kendi kısa yaşam tarihlerimiz dahi zalimlerin gasp, talan, yalan ve katliamlarla dolu nice fiiline şahitlik etmiştir, etmektedir.
Vatan, millet, bayrak, din, iman, vicdan, adalet, namus diye ağzından köpükler saçan tahakküm sınıflarıyla kulları dünyanın her yerinde bunların tamamını ayaklar altına alarak saltanat sürmüş, zulüm üretmiş, taht ve saraylarını mazlumların kanlarıyla yıkamışlardır. Bu durum, yine şahit olduğumuz üzere küresel ölçekte sürüp gitmektedir.
Zalimlerin fiilleri karşısında, tarih ve günümüz mazlumların kesintisiz ve sayısız direniş örnekleriyle doludur. Kerbela bir meydandır… Bu meydan her çağda, her demde kuruludur ve her çağın, her demin Hüseyinleriyle Yezitleri bu meydanda karşı karşıyadır. Ve her demde safımızı belirleyen şey duruşumuzdur, kendimize yakıştırdığımız sıfatlar değildir… Hakk manasını bilmek, bu manadan hareketle cümle canla, cümle varlıkla Rıza ve İkrar üzerine kurulu bir yaşam için Hüseyni safta durarak mücadelesini vermek insan makamına ulaşabilmenin, insan kalabilmenin gereğidir. Eğer böyle değilsek, düşkünlüktür, rızasız yolun kulluğudur, mensubiyetidir.
Varlığın, Var’dan doğuşla var olmaktan kaynaklı hakları vardır. Bin bir donda görünen aynı özün halleridir ve “Can” olmak bu hakikatin bilincinde olmakla, hakikat üzerinden, aşk, rıza ve ikrar ile fikri, zikri, fiilleri ve gönülleri bir eylemekle mümkün olur…
Peki can mıyız? Kıyım, zulüm ve talan elinden mazlumların feryat figanının yeri göğü inlettiği, Çar Anasırın ve libasını onlardan alan cümle canın öğütüldüğü bu demde; Kerbela meydanında, fiil ve duruşumuzla hangi saftayız? Nice emekle, bedelle üretilip aktarıla gelen değerlerimizi layıkıyla sahiplenerek içselleştiriyor, yaşıyor, aktarabiliyor, üzerine emek ve kemaletle var edilen bir şeyler daha koyabiliyor muyuz?
Tahakküm gasp amaçlıdır, bu nedenle kullaştırmak her çağda temel hedeftir. Bu çağın tahakküm biçimi kapitalist modernitedir ve alabildiğine koletiviteyi çözmeyi, savunmasız bırakarak insanlığı düşürmeyi esas almakta, bunun araçlarını yenilemektedir. Tahakküm biçimleri değişse de amaç her çağda aynıdır, temel motivasyon hak gaspı ve el koymadır. Tahakküm ve hak gaspları karşısındaki direnişlerin temel nedeni de değişmemiştir; Hak mücadelesidir. Dolayısıyla dönemin ihtiyaçlarına cevap olabilecek mücadele yöntemleri ve araçları geliştirilir.
Türkiye tahakküm sınıfları tek tip iktidar alanı yaratmaya odaklanmış, diğer ötekileştirdikleriyle beraber Aleviliği ve Alevileri de sistematik bir şiddet sarmalında tüketmektedir. Dahası, tahakkümünü derinleştirmek ve yayılmacı politikaların zeminini güçlendirmek için siyasal İslamı alabildiğine örgütlemekte, faşizmi derinleştirmekte, bir yandan Aleviliğin genetiğine müdahale etmekte, hak arayışlarına daha yoğun bir şiddetle yönelmektedir. Bu politikalar Alevilerin tarihsel-toplumsal hakikatiyle var olmasına, yaşamasına olanak vermemektedir. Dayatılan tek seçenek şu ya da bu şekildeki bir yok oluştur. Bu tutumlarında oldukça katı ve tavizsiz oldukları açıktır.
Stratejik karar olarak nitelenen HÜDA-PAR birlikteliği ve ilişkilendikleri diğer Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Asyalı siyasal İslamcı akımlar-örgütler üzerinden amaçladıkları gelecek tahayyüllerinde, ne Türkiye Cumhuriyeti’nde ne de Alevilerin yaşadıkları Ortadoğu ülkelerinde Aleviliğe ve Alevilere yaşam hakkı tanınmayacaktır. Siyasal İslamcı akım ve örgütlenmelerle emperyalist kampların tarihsel-güncel ilişkileri ise bilinmekte, dolayısıyla mevcut Türkiye iktidar kliklerinin yürüttüğü politikalarla emperyalist politikaların bağı da görülebilmektedir. Beyaz faşizm motivasyonlu iktidar klikleri de zihniyet ve tahakküm biçimleriyle ayrı bir yerde değildir.
Tahakküm temelli siyaset biçimi gerçekte tüm halklarımızı hedef almakta; homojen, dolayısıyla faşizmle karakterize edilmiş yapay bir toplumsallık biçimi inşa edilmek istenmektedir. Yani düşürülmüş, tahakküm ve talana alabildiğine açık insan…
O halde; cinsiyetçilik, emek talanı, halklar ve doğaya düşmanlık temelli bu topyekün düşürme sistemi karşısında, evet bu demin Kerbela meydanında, zalimlerle mazlumların mücadelesinde, rıza ve ikrar ile birlik makamında buluşup “Canlaşmayı”, “yârin yanağından gayrı her yerde hep beraber” olmayı başarabilecek miyiz? Bunun içinse, Aleviler olarak “başımızın Yolla bağlı olduğu” gerçeğiyle; kendimizle, toplum ve cümle insanla, kurt-kuş- kâinatla yar olabilme bilinç, irade, mücadele ve duruşunu gösterecek miyiz?
Demin Kerbela meydanındayız! Ve meydan birlik makamına ermeyi, cümle mazlumlarla buluşmayı, tüm darlıkları aşarak bu deme cevap olmayı gerektiriyor. Bunun içinse Aşk’a teslim olmak yeterlidir…
Aşk ile…