Bir bayram yazısı yazayım diye oturdum masa başına ve hemen çocukluğumun bayramları geldi aklıma… Yok yok meraklanmayın, size günlerce önceden bayramlık ayakkabılarını yatağının kenarına iliştirip giyileceği günü sabırsızlıkla bekleyen çocuk kalbinin günlerinden söz etmeyeceğim. Zaten çocuklarına bayramlık alabilen ebeveyn de giderek azalıyor.
Ekonomi yaşamın her alanını etkilediği gibi bayramları da etkiliyor haliyle. Bu bayram da yokluk, yoksulluk içinde yine buruk geçiyor çoğumuz için…
Değişik algılayış ve anlamları olsa da bayramlar özünde kolektif, kültürel bir ritüel gösterir. Birlikte yaşanan bir duygudaşlık olgusu olması açısından toplumsalımızda özgün bir yeri vardır. Yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle ne yazık ki bu özellikler giderek yok oluyor.
Evet. Yitirdiğimiz değerlerimizden biri de bayram kavramı artık. Her şey gibi bayramları da tüketir olduk. Bayramlar değişmedi, biz değiştik aslında. Sadece yokluk değil, hayatın sindirilmemiş, içselleştirilmemiş değişim de duyuş, duruş ve değerlerimizi tüketti. Tükenen de bizdik tüketen de.
*
Nerede o eski bayramlar diye hayıflanıyoruz. Dillerde pelesenk olmuş bir söz bu. İnanıyorum herkese eski bayramlar güzel geliyor… Aslında kastettiğimiz salt bayramlara ait duyuş ve ritüellerimiz değil, geçmişte yaşadığımız kimi değerlerin modernizmin çarkları arasında ezilip artık nostaljiye dönüşmesinin hüznüne ilişkin yakınmalardır. Eskiden bu cümle sadece büyüklerin dilindeydi, şimdi her kesime hitap ediyor artık.
Nerede o eski bayramlar demesek de; nerede kaldı o güzel günler gelsin artık, dayanışma ruhu, dostluk, vefa ve hoşgörü demek istiyoruz. Daha temiz bir toplum, daha adil bir bölüşüm, savaşsız, topsuz-tüfeksiz, sömürüsüz bir yaşam; havası, doğası kirletilmeyen bir dünya, toplum ve bireylerin hakları, tüm canlı haklarının daha iyileşmesi için daha çok çaba gösterilmesi gerektiğini söylüyoruz… Bayramların gerçekten bir bayram havası ile kutlansın istiyoruz.
*
Hayat öylesine hızlı ve acımasız akıyor ki; yaşadıklarımızın anlamını düşünmeye vakit bile kalmıyor. Zamanın sürekli akması gibi toplum ve kültürleri de akar. Bu akışta istesek de istemesek de kimi değişimler yaşarız.
Bayram geldi ama çoğu insan için bayram kuşunun kanatları kırılmış kaç zamandır… Bayram geldi de, bayram her zaman yüzü gülenin evine geldi. Fakire, fukaraya, elinde avucunda olmayana yine bayram değil. Depremde yakınlarını kaybedenlere bayram olur mu?
Her bayramda ayrı bir hüzün çöker yalnızların, kimsesizlerin, öksüz ve yetimlerin üstüne. Yakınını yakın zamanlarda kaybetmişlerin üstüne. Huzur evlerinde terkedilmiş yaşlıların, yaralı yüreklerin üstüne…
Yeryüzünün barış içinde var olduğu, eşitlik, özgürlük ve adaletin tüm birey ve toplumlarca paylaşıldığı bir bayram imgesi var hala ütopyamda ve adı her ne olursa olsun o ütopyamı seviyor ve yok olmasın istiyorum. Şimdiden daha sonrasını bilemiyoruz ama bir gün o bayramları da yaşar sonraki kuşaklar, inanıyorum.
*
Bir bayram yazısında sohbetle şenlenmek, satırlarda karşılıklı demlenmek istiyor insan aslında ama olmuyor. Bu da kanadı kırık, buruk bir bayram yazısı oldu işte.
Neyse biz nerede o eski bayramlar da demeyelim, bir bayram fıkrasıyla yumuşatalım yazıyı isterseniz.
Bektaşi bayram namazından sonra dua ediyormuş; “Allah’ım bana bir şarap parası ver. Yanında namazını bitiren softa da ellerini kaldırmış; ‘Rabbim bana iman ver ‘. İki duayı da duyan hoca Bektaşi’ye; ‘Bak herkes Allah’tan ne istiyor sen içki parası istiyorsun kafir’. Bektaşi boynunu bükerek; ‘Ne yapalım hoca efendi herkes kendinde olmayanı ister” demiş.
*
Gelecekte buruk yaşanmayacak mutlu bayramlar dileğiyle…