Polat Özlüoğlu’nun Annem, Kovboylar ve Sarhoş Atlar (İthaki Yayınları) öykü kitabı 2023 yılı Fakir Baykurt Öykü Ödülü’nü alan bir kitap. Jürinin ödülü verme gerekçesi kısaca şöyleydi: “…Sevgisiz ve yalnız kalmış bireylerin iç dünyalarını, iç seslerini ve gözlemlerini nitelikli ve derinlikli anlatmayı başardığı için…” Kitabı okuyunca gerekçenin ne kadar haklı ve yerinde olduğunu görmek mümkün.
Kitabın bütününe hâkim olan bir kasvet havası var. Karanlığın kalınlığını artıran atmosferin boğucu bir yanı var. Duygulara gem vurmayan bir dil, sessizliğin ağırlığını hatırlatan bir yakarış var. Genzi yakan bir özlem, içimizi şişiren tanıdık, çok yakın acılar var.
Huzursuz öyküler
Kitap, ortak temalar etrafına toplanmış 11 öyküden oluşuyor. Birini bıraktığınız yerden diğeri devam ediyor. Aile içi şiddeti iyice kanıksamadıysanız başka bir öyküyle ama başka bir anlatıcıyla iyice belletiyor. Babasını kaybeden bir çocuğun acısını yakından hissetmediyseniz, yazar sizi annesini arayan, bekleyen başka bir öyküye davet ediyor. Hiç de öyle yollarınıza gül serperek, eşiklerdeki engelleri kaldırarak çağırmıyor, bilakis huzurunuzu kaçırmak, sıcacık koltuklarınızdan kalkmanız için elinden gelenin fazlasını vaat ediyor.
Mutlu görünen ailelerin kapılarını bazen içerden bir kız çocuğu, bazen bir komşu, bazen de anne rolünü üstlenen teyze ya da hala açarak işin hiç de dışarıdan görüldüğü gibi olmadığını gösteriyor bize. Öykülerdeki ortak tema, ev, aile, baba, kayıp ve özlem diyebiliriz. Bütün öyküler ben anlatıcı dilini kullanıyor.
Gecikmiş bir hesaplaşma
Evin içindeki ve dışındaki hallerimizi deşifre ederek yüzleşmemizi sağlıyor. Dışa açık, içe kapalı ‘erkekliğin’ yıkıcı hallerini, evin içindeki şahitliklerle, şiddete maruz kalanların dilleriyle, gözleriyle, ruh hallerindeki gelgitlerle anlatıyor. Erkek egemen kültürde ezilen, yok sayılan horlanan, dışlanan kadınların feryadıyla, geleceği elinden alınan kız çocukların umutsuz yakarışlarıyla, mutsuz bakışlarıyla dillendiriyor. Hudutsuzca aile içi şiddetinin versiyonlarını tanıdık mekânlarda hatırlatıyor yazar bize.
Bütün öykülerde, bir arkasından seslenme, yakınma ve acıma var. Birebir, yüz yüze konuşma, isyan etme, yüze vurma yok. Geçmiş zaman üzerinden hesaplaşma, yüzleşme var. Olaylar, kırgınlıklar, hatalar, yanlışlıklar olup bittikten, müdahale imkânı yokken, hayıflanma ve düzeltme isteği (sitemi) var.
Kadınlar genellikle kederli, kadersiz ve acı çekiyorlar. Kocalarının arabalarıyla gelip almalarını bekliyorlar veya kocalarına elma soyuyorlar. Gün gün eriyen kadınlar, kocalarının arkasında küfür eden kadınlar, yol gözleyen, pencerelerde uzayıp giden kadınlar… Güldükçe, sevdikçe ve sevildikçe çiçek gibi açan kadınlar, öykülerde sıkça görülen karakterlerken, erkekler, babalar ya da kocalar, başka başka kadınlarla görülüyorlar, başka (dışarıdan biri) kadın kokuyorlar, sigara kokuyorlar ve ekseriyetle baş ağrısı yapıyorlar.
Cumartesi Babaları
Kılçık Babam öyküsünde, bir iş kazası sonucu dalyan gibi babasının zamanla nasıl eridiğini, göçtüğünü, sustuğunu, bir yabancıya dönüştüğünü küçük kızının gözünden, dilinden,
Gardiyan’da, kaybettiklerimizin arkasında bir süre boşlukta bekleriz. Dönmesini, gelmesini, bizimle konuşmasını isteriz. Arkasında bıraktıklarından dolayı hiç gitmemiş gibi sosyal medyadaki paylaşımlarından, telefonunda gördüklerimizden, telefonun zilinden nasıl etkilendiğimizi, yüreğimizi dağladığını,
Evimizdeki Kız’da, oğlundaki değişimin farkına varan alnı bulutlu babanın, perdeleri devamlı kapalı evde karanlığı çağırması, şiddeti büyütmesini ve oğluna ait ne varsa; fotoğraf, giysiler, resim ve kokusunu aklından, evden silip süpürerek ‘erkekliği’ sağlama almasını,
Yaz Kızım’da, adil ve tarafsız davranan bir ağır ceza hâkiminin gururundan boğulmasını, mesleğine leke gelmesin diye çocuğunu yalnızlığa, karanlığa mahkûm etmesini ironik bir dille anlatırken madalyonun diğer yüzünde cezaevinde bin umutla, suratsız, ifadesiz babasının kendisini görmeye gelmesini bekleyen oğlunun geç de olsa gururundan taviz vermeyen babasını anlamaya çalışmasını,
Ve benim en çok sevdiğim öykülerden biri olan, Bir Düğüm İki İlmek: Cumartesi Anneleri’nin dramını, bekleyişini, sabrını, direncini ve inadını bir babanın bakışıyla, diliyle o acıyı, o hicranı bize hissettiren bir öykü. Ne kadar çocuğun neden alındığını anlamasak da…