Bugün “Dünya Yerelleştirme Günü”. Bugün vesilesiyle yerelleştirme faaliyetleri, her yıl Haziran ayı boyunca İspanya’dan Bangladeş’e ve Avustralya’dan ABD’ye kadar dünyanın birçok ülkesinde çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
Bu etkinliklerde dünyanın her yerinden insanlar yerelleşmenin önemini ve gücünü keşfetmek, doğa ile uyumlu ekonomileri, gelişen toplulukları ve sağlıklı yerel gıda sistemlerini destekleyen eski ve yeni birçok girişimi tanıtmak için bir araya geliyorlar.
Küresel karşısına yereli koymak
Yerelleştirmenin önemi konusunda aktör, yazar ve kamucu düşünce liderlerinden biri olan Russell Brand şöyle diyor:
“Ekonomileri ve toplulukları küresel yerine yerel olarak ele aldığımızda, hayatımızın işleyişi üzerinde gerçek bir güç kullanma şansımız olur. ”
Gazeteci, yazar, film yapımcısı ve aktivist Naomi Klein ise yerelleştirme ve çok uluslu sermaye şirketleri ilişkisini şöyle özetliyor:
“Yerel gıda ekonomileri, sağlığımızı ve bir bütün olarak gezegenin sağlığını eski haline getirmek için gereklidir, ancak bunları inşa etmek için haklarımızı küresel şirketlerden geri almalıyız”. (1)
Küçük olan güzeldir!
1973 yılında E. F. Schumacher adlı bir ekonomist “Küçük güzeldir” adlı, çeşitli makalelerinden oluşan bir derleme kitabıyla yerelleştirme fikrini popüler hale getirdi. 1970’li yılların başlarından itibaren kapitalist sistemde enerji, çevre, sosyal ve ekonomik krizlerin üst üste gelmesi bu kitapta yer alan fikirlerin giderek ana akım içinde de taraftar bulmasıyla sonuçlandı. (2)
Bu kitabında Schumacher, üreticiler ve tüketiciler, işçiler ve patronlar arasındaki ekonomik işlemlerde yerel ilişkilerin ön plana çıkartılmasının, hem ekonomik hem de sosyal refah yaratarak toplulukları güçlendirebileceğini öne sürüyor.
Yazarın bu kitabı, topluluk refahını artırmaya dönük ve kâr amacı gütmeyen kamu hastaneleri, eğitim kurumları, itfaiye ve kolluk hizmetlerinin ancak bu hizmetlerin asıl olarak yerelleştirilmesiyle en maliyet etkin ve adil biçimde sunulabileceği fikrinin giderek baskın hale gelmesini sağladı.
Evergreen Kooperatifleri örneği
Bu fikirlerin başarılı bir biçimde hayata geçirilerek topluluk refahını artırdığı örneklere bakıldığında, bunun ilk modelinin ABD’deki (Cleveland/ Ohio) Evergreen Kooperatifleri olduğu görülüyor.
Bu model altında, kâr amacı gütmeyen üç kurum – Cleveland Kliniği, Case Western Reserve Üniversitesi ve Üniversite Hastaneleri – büyük ölçüde kamu fonları ve vergilerle finanse ediliyordu. Bu kurumların yılda yaklaşık 3 milyar dolarlık harcaması büyük ölçüde yerel topluluklar arasında dağılıyordu. Cleveland Modeli, daha önce çok uluslu şirketlere yaptırılan çamaşırhane gibi temel hizmetlerin sunumu işinin yerel kuruluşlara verilmesiyle gerçekleşti. Bu geçiş özellikle işçilere ait işletmeler tarafından sağlanabilecek mal ve hizmetler için bir pazar sağlarken, paranın da topluluk içinde dolaşmasını sağlıyordu.
Bu modelin uygulamasının ardından, Gar Alperovitz ve Ted Howard gibi bilim insanları “Sonraki Sistem Projesi”ni (The Next System Project) oluşturdular. Böylece kamuya ait su ve sağlık sistemlerinin yaratılması, büyük ölçüde işçilerin sahibi olduğu şirketler ve kamu yararına hizmet etmek üzere yeniden kiralanan büyük şirketler gibi önerilere de esin kaynağı oldular. Cleveland Modeli ve daha geniş demokratik ekonomi fikirleriyle ilgili deneyler, ABD ve Birleşik Krallık’ta başarılı bir şekilde uygulanarak büyümeye devam ediyor ve dünyanın diğer bölgelerine yayılıyor. (3)
Helena Norberg-Hodge
Yerelleştirme fikriyatını ve hareketini anlatırken yazar ve film yapımcısı Helena Norberg-Hodge’den söz etmemek olmaz.
Helena Norberg-Hodge kırk yıldır yerelleştirme konusunda yazıyor, dünya çapında halka açık konferanslar veriyor. Kendisi küresel ekonomideki gelişmelerin yerel topluluklar, yerel ekonomiler ve kimlikler üzerindeki etkisi konusunda araştırmalar yapan saygın bir analist ve bu etkilere karşı koymanın bir yolu olarak geliştirilen “yerelleştirme” fikrinin ve hareketinin önde gelen savunucularından birisi.
Yazar konu ile ilgili olarak hazırladığı bir kitapçıkta yerelleştirmeyi şöyle tanımlıyor: “Yerelleştirme, hâlihazırda dev ulus ötesi şirketler ve bankaların lehine olan finansal ve diğer desteklerin kaldırılması ve üretimin asıl olarak yerel ihtiyaçların karşılanması için yapılması ve ihracat pazarlarına olan bağımlılığın azaltılmasıdır”. (4)
Yerelleştirme maliyet/etkin bir süreç
Ona göre, “yerelleştirme, toplulukların, bölgelerin ve ulusların kendi işleri üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmalarını sağlayan bir ekonomik süreçtir. Ancak bu, her topluluğu tamamen kendine güvenmeye teşvik etmek anlamına gelmez, aslında mümkün olan her yerde üreticiler ve tüketiciler arasındaki mesafeyi kısaltmak ve yerel pazarlar ile tekellerin hâkim olduğu bir küresel pazar arasında daha sağlıklı bir denge kurmak anlamına gelir.
Yerelleştirme, soğuk iklimlerdeki insanların portakal veya avokadodan mahrum bırakıldığı anlamına da gelmez. Ancak buğday, pirinç veya sütlerinin – kısacası temel gıda ihtiyaçlarını – elli millik bir yarıçap içinde üretilebildiklerinde, binlerce mil seyahat etmek zorunda kalmayacakları anlamına gelir. Yerelleştirmeye yönelik adımlar, hem topluluklar hem de ulusal düzeyde ekonomileri güçlendirip çeşitlendirirken gereksiz taşımacılığı azaltır”. (5)
Başka bir deyişle, yerelleştirme sadece kapitalist büyük sermaye düzeninin ve onun tüketici monokültürünün derin ve geniş bir eleştirisi değil, aynı zamanda ona karşı gerçek alternatifler ve kalıcı çözümler sunan gezegen çapında bir harekettir.
Yerelleştirme izolasyon demek değil
Helena Norberg-Hodge yerelleştirmeyi katı bir reçete olarak değil, aksine ekonomik faaliyetleri değişik yerlere ve insanlara uyarlama süreci, “ekonomiyi eve getirmek” süreci olarak tanımlıyor.
Bu çerçevede yerelleştirme, izolasyon anlamına gelmiyor. Aslında, küreselleşmeden yerelleştirici ekonomik faaliyetlere geçebilmek uluslararası işbirliğini gerektiriyor. Çünkü küresel bankaların ve şirketlerin kârlarını koruyan serbest ticaret anlaşmalarından ziyade çevreyi korumak için bağlayıcı anlaşmalara var. Tabanda, topluluklar arasında, ulus devletler içinde ve uluslararası düzeyde olmak üzere her düzeyde acilen bilgi paylaşımı ve işbirliği gerekiyor.
Yerelleştirmenin faydaları ekonomik faydalarının çok ötesine geçiyor. Öyle ki yerelleştirme hem küresel Kuzey hem de Güney’de yerel ekonomiler yaratarak yalnızca daha fazla iş ve istihdam güvenliği, refah ve gelir eşitliği sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda psikolojik ve fiziksel olarak bireyin ve toplulukların sağlığını güçlendiriyor. İnsanların birbirleriyle, topluluklarıyla, etrafındaki canlı dünyayla olan bağlantılarını yeniliyor, güvenli bir geleceğe olan özlemi gideriyor.
Yerelleştirme mutluluğun ekonomisidir
Helena Norberg-Hodge, günümüzün küresel kapitalizminin rekabetçilik ve bireysellik gibi faktörleri ön plana çıkartmasından dolayı insanlarda, toplumlarda savunmasız ve bağımlı olma korkusuna neden olduğuna vurgu yaparak, yerelleştirmenin bireysel ve toplumsal refahımızın ve memnuniyetimizin temel taşları olan sevgi ve dayanışmayı güçlendirdiğini ileri sürüyor.
Yerelleştirme, insanların birbirleriyle olan dayanışma ilişkisini ve birbirine olan güven duygusunu esas aldığından, insan psikolojisini olumlu etkiliyor, bu da insanların daha mutlu olmasıyla sonuçlanıyor. Bu yüzden de Helena Norberg-Hodge yerelleştirmeyi mutluluğun ekonomisi olarak da tanımlıyor. (6)
İnsanlık tarihi boyunca kültürel geleneklerimiz, toplumlarımız, kişiliklerimiz, hatta bedenlerimiz toplum ve doğa ile bağlantılı olarak evrimleşti. Diğer yandan kapitalizm bu bağlantıları bizleri ekonomik büyümenin ilerlemenin anahtarı olduğu, daha fazla büyüme ve daha fazla servetin bizi mutlu edeceği, teknolojinin tüm sorunlarımızı çözeceği gibi yalanlara inandırabilmek için kullandı.
Bu nedenle de, ona göre, nerede olursak olalım, yeni bir yolculuğa başlamak için geç kalmış sayılmayız. Daha derin bağlantılarla bir araya gelebiliriz. Bizi birbirimizden ayıran korku ve bencillikten uzaklaşabilir, paylaşma ve önemseme kültürünü canlandırabiliriz. Yukarıdan aşağıya rekabet, kıtlık ve sömürü ekonomisinden vazgeçip, işbirliği, dayanışma, bolluk ve mutluluk ekonomisine geçebiliriz.
Yerelleşme hareketi köylü hareketi ile el ele
Yerelleştirme hareketini, gıda güvenliği ve egemenliği ve köylü hakları savunuculuğu hareketleriyle birlikte ele almak da gerekiyor. Çünkü bu birliktelik küresel tekno-kapitalist “ilerleme” hegemonyasına meydan okuyan ve çeşitli, yere dayalı, yaşamı onaylayan gelecekler için çalışan sayısız, yerel tabanlı grubun mozaiğini oluşturuyor.
Dünyanın en büyük toplumsal hareketi olan La Via Campesina, böyle bir mozaiğin merkezinde yer alıyor. Bu hareket köylüyü “toprakla doğrudan ve özel bir ilişkisi olan toprak insanı” olarak yeniden tanımlıyor ve dünya çapında 2,5 milyardan fazla topraksız işçi, yerli halk, çoban, balıkçı, göçmen çiftlik işçisi ve çiftçiden oluşan parçalanmış gıda ağını ortak bir bayrak altında birleştiriyor.
Sadece La Via Campesina değil, Asociación Nacional de Agricultores Pequeños (ANAP) , the National Association of Small Farmers, Movimento dos Trabalhadores Rurais Sem Terra (MST), the Landless Workers Movement, Kilusang Magbubukid ng Pilipinas (KMP), the Peasant Movement of the Philippines ve pek çok diğeri gibi, dünya çapında sayısız tarım ve köylü hareketi bu toplanma çağrısına katıldılar, kendi coğrafyalarında köylülerin açtığı bayrak altında mücadele ediyorlar. (7)
Yerelleştirme küresel endüstriyel gıda sisteminin panzehiri olabilir
Bu mücadele aynı zamanda küresel endüstriyel gıda/besin zincirine ve küresel kapitalizmin güçlerine karşı radikal, maddi ve ideolojik bir direnişi temsil ediyor.
Özellikle Covid-19 salgını ve Ukrayna savaşının ardından aksamaya uğrayan “küresel gıda zinciri” söz konusu edildiğinde, aklımıza sadece milyonlarca ton gıda maddesini gemilerle, uçaklarla, kamyonlarla ve trenlerle taşıyarak her öğünü tabaklarımıza ulaştıran, kıtalara yayılan ayrıntılı ve karmaşık bir tedarik zinciri geliyor. Ancak bu baskın, endüstriyel gıda zinciri birçok gıda sisteminden sadece biri. Öyle ki bize anlatılan hikâyelerin aksine, bu küresel endüstriyel gıda zinciri aslında dünyanın çoğunluğunu beslemiyor.
Küresel endüstriyel gıda sisteminin nasıl oluştuğuna baktığımızda, uzun ve şiddetli bir sömürgecilik tarihini, doğal kaynak ve emek sömürüsü ile desteklenen üretim, işleme, perakende satış, nakliye ve dağıtımı görürüz. Tüm bu parçalar, yalnızca bir avuç çok uluslu şirketin mülkiyetinde ve kontrolündedir. Bu sistem fosil yakıt enerjisinin yüzde 90’ını ve suyun yüzde 80’ini kullanarak dünyadaki tarım arazilerinin yüzde 75’inden fazlasında faaliyet gösterirken, dünya nüfusunun sadece yüzde 30’unu besliyor. (8)
Köylü gıda sistemleri
Diğer taraftan, böyle bir devasa sisteme hem maddi hem de ideolojik olarak karşı durabilecek küresel çapta 2,5 milyardan fazla küçük ölçekli çiftçi, köylü, balıkçı, çoban ve yerli halktan oluşan karmaşık ağlar içinde sayısız küçük sistem var. Bugün “köylü gıda ağı” olarak da adlandırılan bu sistem topluluklar nüfusunun yüzde 70’ini beslemek için dünyanın tarım arazilerinin yalnızca yüzde 25’inin üzerinde faaliyet gösteriyor.
Bu iki sistem birbirine zıt sistemler. Öyle ki küresel endüstriyel gıda sistemi kâr ve verimliliğin maksimize edilmesini amaçlıyor ve bu yolda merkeziyetçi, hegemonik, antidemokratik tek kültürlü ve tek tip bir değer sisteminin devreye sokuyor.
Buna karşılık köylü gıda sistemi yerelleştirmeyi, toplulukların ihtiyaçlarını, demokratik küçük üretimi ve yerel toplulukların zengin kültürel uygulamalarını esas alıyor ve daha çok doğa ve insan odaklı hareket ediyor. Keza küresel endüstriyel gıda sistemi topluluklara boyun eğdirmenin peşinde iken, köylü gıda ağı sistemi insanı ve toplulukların bağımsızlaşmasını ve güçlenmesini hedefliyor.
Sonuç olarak
Yerelleştirme, özellikle kırsal ekonomileri canlandırarak sadece ucuz ve güvenli gıdaya erişim (dolayısıyla da yoksulluk ve açlık) sorununu çözmekle kalmaz, aynı zamanda kırdan kente göçü zorlayan sistemik baskıları da azaltarak köylüleri ve yerli toplulukları koruyabilir. Bu şekilde kentlerde işsizliğin artmasına engel olarak işçi sınıfının elini güçlendirir.
Aynı zamanda, küresel tarım işletmelerinin, büyük teknolojinin ve finans kapitalin insanların hayatlarına, geçim kaynaklarına ve kültürlerine yönelik saldırılarını durdurabilir.
Diğer yandan Türkiye çok daha farklı gündemlerle meşgul ediliyor. Yerelleştirmenin tam aksine, siyasetin olduğu gibi ekonomik faaliyetlerin de merkezileştirildiği, tek elden yönetildiği, bu nedenle de başta tarım olmak üzere birçok alanın yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğu bir süreçten geçiyoruz.
Yaklaşık dokuz ay içinde yapılacak olan yerel yönetimler seçimleri öncesinde, öncelikli olarak yerelleştirme gibi konuların tartışılması gerekiyordu. İktidar blokunun bu konuya nasıl baktığını biliyoruz. Oradan her hangi bir beklentimiz de yok ama muhalefet partilerinin de bu konudan çok uzak olmaları anlaşılabilir gibi değil.
Dip notlar:
- https://www.localfutures.org/world-localization-day(20 Haziran 2023).
- Small Is Beautiful: A Study of Economics As If People Mattered, https://en.wikipedia.org/wiki/Small_Is_Beautiful(20 Haziran 2023).
- Neva Goodwin, https://www.bu.edu/eci/going-local-strengthening-local-economies-by-building-from-the-bottom-up(10 April 2023).
- Helena Norberg-Hodge, Localization: Essential steps to an economics of happiness, localfutures.org, 2016. s. 28
- Agm, s. 50
- https://www.localfutures.org/unpacking-the-word-peasant(18 April 2023).