Ayrıştırma, ötekileştirme, kumpaslar, toplumsal fay hatlarını ve nefreti derinleştirme politikaları üzerinden yürütülen, AKP ve ittifaklarının “zaferiyle” sonuçlanan 14-28 Mayıs seçimleri sonrası ittifaklar ve partiler içindeki tartışmalar devam ediyor.
Millet İttifakı cenahında, seçim yenilgisinin esas faturası bu ittifakın en büyük bileşeni olan CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na çıkarılmakta, diğer bileşenler ise bu ittifak sayesinde elde ettikleri kazanımları kâr hanesine kaydederek ve adeta sorumluluk almayarak en az zararla sıyrılmak istemektedirler. Neticede CHP içinden çeşitli klikler harekete geçmiş, yine bu partiyi kendi çıkarları doğrultusunda karakterize etmek isteyen farklı odaklar da sürece müdahil olmuş, Kılıçdaroğlu ve çevresini tasfiye etmeye çalışmaktadırlar. Esasen, ittihatçı kodların hâkim olduğu, kendi içinde demokratik dönüşümü gerçekleştiremeyecek bir partinin başında kim ve hangi ekibin olduğu da bir önem arz etmeyecektir.
Emperyalist kamplar arasında çelişki, gerilim ve çatışmaların tırmandırıldığı bu konjonktürel durum otoriter rejimlerin zeminini daha da güçlendirmektedir. Ve bu atmosfer Türkiye’deki tekçi rejimin halklar, kadınlar ve emekçiler üzerinde ki tahakküm, cinsiyetçilik ve emek sömürüsünü derinleştirmesi için oldukça elverişli koşullar sunmakta, iktidar bu kampların çıkarlarını çatıştırarak ömrünü uzatmaktadır. Dahası, emperyalist odaklar kendi çıkarları açısından Türkiye’de otoriter bir rejim ve örgütsüz toplumu zorunluluk olarak görmekte, dünden bugüne gerçekleştirilen darbe ve operasyonlardaki rolleri de bilinmektedir.
Gerek bu durum gerek ekonomik kriz gerekse Türkiye iktidar bağlaşıklarının karakteristik nitelikleri rejimin daha da otoriterleşeceğini, bağlı olarak baskı ve sömürünün gittikçe derinleştirileceğini göstermektedir. Azami kâr için azami otorite, bunun için ise tek tipçi politikalarla homojen, edilgen ve kullaştırılmış insan tipi yaratma hedefi temel politika olarak sürdürülecektir. Bu da emekçi ve tüm ötekileştirilenleri daha zor günlerin beklediği anlamına gelmektedir.
Milliyetçi ve muhafazakâr manipülasyonla biat ettirilmiş kitleler bir itaat motivasyonu yaşamakta, kendilerine de ödetilen tüm bedellere rağmen ötekileştirilenlere yaratılan karşıtlık üzerinden iktidara desteklerini sunmaktadırlar. Farkındalıkla yaşayan halklar, kadınlar, gençlik ve emekçiler içinse durum aynı değildir. Bu zorlu süreci örgütlü bir mücadeleyle karşılamak zorundadırlar.
Bu genellemelerin ardından toplumsal özelimize, Alevilere dair de birkaç kelam etmek gerekiyor. Evet, bu toprakların gerçekliklerinden biriyiz ve varız. Tek tipçi politikaların kurbanı edilen halklardan biriyiz. İtirazlarımız ve toplumsal hak taleplerimiz var. Diğer gerçek ise mevcut örgütlenme düzey ve biçimimizle sonuç alamadığımızdır. Asimilasyon yeni yöntemlerde eklenerek derinleştirilmektedir. Tarihsel yaşam alanlarımız insansızlaştırılmıştır. Artık daha kitlesel biçimde sadece yaşam alanlarımızı değil, ülkeyi de terke zorlanıyoruz. Devlet politikası olarak militarist örgütlenmeler tavan yapmış, Suriye ve Afganistan’da her türlü insanlık suçuna bulaşmış, kan dökmüş ve sayısını bilemediğimiz çete üyesi ve zihniyetleri bu topraklara taşınmış, tüm halklarımız ve geleceğimiz için tehlike teşkil etmektedirler.
Eko kırım sistematik biçimde devam etmekte, Kürt ve Alevi meselesine şiddet temelli yaklaşım sürmekte, cinsiyetçilik ve emek sömürüsü derinleştirilmektedir. Toplumsal özelimiz açısından daha vahim olan şey ise Alevilerle Alevilik arasında ki mesafe gittikçe artıyor. Bu somut durum ve meselelere dair Aleviler tarihsel-toplumsal hakikatleriyle buluşup cevap olabilecekler mi?
Rıza Yolu ve toplumsallığı sadece ideolojik söylem olarak mı kalacak yoksa yaşamda karşılık bulması için düşünsel ve pratik boyutta somut adımlar atılabilecek mi? Bir tahakküm fikriyatı olan resmi ideolojinin etkilerinden tamamen arınarak yaşanabilir yarınlar için Alevi fikriyat ve ilkeleri üzerinden gerçekleşmiş bir öz örgütlülük ve hak duruşla diğer mazlumlarla buluşmayı başarabilecek miyiz?
Hakikatimizle var olabilmek için Dara durmak, Rıza ve İkrar ile yol yürümek zorunluluktur.
Aşk ile