Yaşadığımız coğrafyada, o kadar büyük hak ihlalleri işleniyor ki…
Ve ne yazık ki kendilerine muhalefetim diyenlerin de birçoğu, bu hak ihlallerinden ya haberdar değil ya da haberdar olmak istemiyorlar. Hak ihlallerinin, belki de en yoğun yaşandığı yerler, cezaevleri. Görüşleri birbirlerinden çok farklı da olsa, adli ya da siyasi nedenlerle cezaevinde olan herkes, büyük hak ihlallerine maruz kalıyorlar.
Her cezaevi ziyareti sonrasında bunları düşünürüm; bu insanların seslerini acaba yeterince duyurabiliyor muyuz?
Kendisi de cezaevine girmeye aday bir kişi olarak, tabii ki benim de son derece ilgimi çekiyor, cezaevinde yaşanan hak ihlalleri. Ayrıca, insan hakları savunucuları olarak bizler, derneğimizin kurulduğu günden bu yana, cezaevindeki hak ihlalleri ile ayrımsız olarak, ilgilenmeye çalışıyoruz. Siyasi mahpuslar, adli mahpuslar, LGBTİ+’lar. Cezaevlerindeki “korkunç” olarak adlandırabileceğimiz hak ihlallerinin takipçisi olmaya çalışıyoruz.
Geçtiğimiz hafta, Bakırköy Cezaevi’nde üç kadınla görüşme yaptım.
Bunlardan biri Fatma Tokmak.
Fatma Tokmak’ın 1996 yılından beri avukatlığını yapıyorum. İki buçuk yaşındaki çocuğu Azad’la birlikte işlemediği bir suç nedeniyle gözaltına alınmıştı ve hiç anlamadığı bir metne imza attırılarak tutuklanmıştı.
Evet, Fatma, ifadesi olarak gösterilen belgedeki beyanların hiçbirini anlamamıştı çünkü Türkçe bilmiyordu.
Cezaevinin başlangıcından itibaren, gözaltı süreci de dahil kendisi ve çocuğuna çok yoğun işkenceler yapıldı. Küçücük çocuğunun, elinde ve sırtında sigara söndürüldü. Çocuğu, Fatma’dan kaçırıldı, Çocuk Esirgeme Kurumu’na verildi. Büyük uğraşlardan sonra çocuğunu aldık ve Fatma’ya teslim ettik. Fatma, 1996 yılından beri cezaevinde ve yaşadığı büyük haksızlıklar, gördüğü işkence, psikolojik baskılar sonucu, ağır kalp hastası oldu.
İnsan Hakları Vakfı hekimleri, Fatma’nın durumunu ayrıntılı olarak inceledikten sonra, cezaevinde kalamaz raporu verdiler. Ancak, siyasi iradeye tümüyle bağımlı olan ve raporları, tek delil olarak kabul edilen, Adli Tıp Kurumu, maalesef ki her yaptığımız başvuruda, Fatma’nın cezaevinde kalabileceğine dair rapor verdi ve Fatma bugün ağır kalp hastası olarak cezaevinde yaşamaya devam ediyor. Fatma, geceleri sadece bir saat uyuduğunu ve kalbi sıkışarak uyandığını, her an öleceği korkusuyla ve duygusuyla yaşadığını anlattı. Maalesef, cezaevi doktoru da Fatma’ya karşı büyük bir tepki içinde. Fatma’nın özellikle Kürt siyasi hareketinden tutuklu olmuş olması nedeniyle, cezaevi doktoru, Fatma’ya ayrımcı bir yaklaşım içinde. Bunu defalarca dile getirmiş olmamıza, itirazlar yapmamıza rağmen bugüne kadar hiçbir sonuç alamadık.
Hak ihlaline uğrayan bir başka kadın Mücella Yapıcı.
Mücella Yapıcı, Gezi Parkı davasından cezaevinde olan ve büyük bir haksızlık sonucu bu cezayı alan, 72 yaşında, ama çok genç bir kadın. Çünkü Mücella Yapıcı’nın hala hayata dair inancı ve büyük bir gücü var. Hala birçok şeye inanıyor Mücella Yapıcı. Her şeyden önce mücadeleye inanıyor. Çok önemli siyasi tespitleri var. İşlemediği bir suç nedeniyle cezaevinde.
Mücella Yapıcı ve diğer Gezi mahpusları, 2015 yılında aynı gerekçelerle, Gezi yargılaması nedeniyle beraat ettiler ve bu karar kesinleşti. Aynı suçlamalarla, sadece cumhurbaşkanı böyle istediği için, adeta bir hukuki intikam almak üzere, yeniden yargılandılar ve akıl dışı bir şekilde, bugüne kadar hiçbir hukukçunun inanmasının mümkün olamayacağı bir şekilde 18 yıl ceza aldılar.
Mücella Yapıcı, çok aydın bir kadın. Gerçekten düşünceleriyle birçok gence ufuk açabilecek olan bu kadın, nasıl cezaevinde tutulabilir? Bunun akıl alır yanı gerçekten yok.
Mücella Yapıcı ile yaptığımız görüşmenin uzun bir süresinde, aslında nasıl iyi bir insan hakları savunucusu olduğunu da gösterdi bir kez daha. Örneğin, cezaevindeki infaz koruma memuru kadınların durumuyla ilgileniyordu. Onların çalışma koşullarının ne kadar kötü olduğunu, 12 saat hiç havalandırmaya çıkmadan onların da ayakta kaldıklarını dile getiriyordu. Yine örneğin, cezaevindeki başörtülü kadınların kamera sistemi nedeniyle, her an denetlendiklerini düşündükleri için başlarını hiç açamadıklarını, havalandırmaya çıktıklarında güneşten yararlanamadıklarını, D vitamini eksikliği yaşadıklarını, bunlar için ne yapabileceğine dair kafa yorduğunu anlattı.
Gerçekten çok etkilendim. Bir insan hakları savunucusunun cezaevinde kendisi büyük bir haksızlık sonucu hapis yatarken, başka insanların haklarıyla ilgilenmesi, gerçekten son derece, onur duyulacak bir durum.
Mücella Yapıcı, hastane gidiş gelişlerinden söz etti. Bunları, her hafta gözaltına alınan Cumartesi Anneleri ekibi olarak biz de çok yakından biliyoruz.
O kelepçelerin nasıl çok sıkı olarak takıldığını, kolların günlerce mor kaldığını ve ağrıdığını çok yakından biliyoruz.
Mücella Yapıcı diyor ki: “Her hastaneye götürüldüğümde kelepçenin çok sıkı bir şekilde bağlanması nedeniyle günlerce kolumda morluklar oluyor. Aynı zamanda, kelepçeli bir şekilde hastanede, oradan oraya götürülürken, insanlık onurunun kırıldığını düşünüyorum. Bu nedenle hastaneye gitmeme kararı aldım.”
Bunu çok anlaşılır buluyorum.
Ayrıca onu dinledikten sonra, bir kez daha, Gezi mahpuslarına yönelik hak ihlalinin ne kadar büyük olduğunu, bir kez daha anlıyoruz.
Görüştüğümüz bir diğer kadın da 11 aylık bebeği ile cezaevinde kalan Şadinaz Yaşa idi. Gencecik bir kadın. Sadece bankaya para yatırdığı için, çalıştığı iş yeri suçlu olarak görüldüğü için cezaevine konulmuş. Oysa, bu çalıştığı yerin ve para yatırdığı bankanın açılışının iktidar sahipleri tarafından yapıldığını da çok iyi bilmekteyiz. Bu insanlar sadece hukukun intikam aracı olarak kullanılması nedeniyle cezaevindeler. Neyse ki biz cezaevinden ayrıldıktan birkaç saat sonra Şadinaz’ın ev hapsiyle tahliye edildiğini öğrendik ama cezaevindeki diğer kadınlar maalesef ki hala büyük hukuksuzluklarla mücadele etmeye devam ediyorlar.