Her şeye rağmen film bize bir arada olmanın, bağlılığın, yani esas olarak toplumsallığın yaşamdaki nefes alan belki de yegâne noktalar olduğunu Leyla’nın çabası ile hissedilen kardeşlik üzerinden göstermiştir
Rengin Tapancı
Bu filmi en iyi ifade edebilecek kelime “samimiyet” olmalı. Yönetmen hepimizi içine çeken ekonomi, toplum, aile, birey, kadın üzerinde şekillenen toplumsal sıkışmayı bir aile üzerinden öyle samimi bir şekilde aktarmış ki; biz anne karnındaki gibi cenin pozisyonunu alırken, o şefkatle üzerimizi örtmüş gibi. Tüm toplumsal dinamiklerin yaşamda nasıl aktığını -akmadığını- gösterirken samimiyetiyle de katılaşmış zihnimizin çözülüşünü izliyoruz. Ve bu izleme üzerinden özellikle kapitalist sistemin çarklarının dişlilerinin çalışma prensini de anlıyoruz.
Leyla bu katılaşmış düzenin içerisinde hala akışkan, direngen, ailesini silkelemeye çalışan bir kadın. Öyle ki film boyunca her silkeleyişinde her ne kadar gerçeklerin soğuk keskinliğine ailesini bıraksa da tortularından sıyrılıp saf halini bulan bir gerçekliğin huzurunu hissettiriyor. Feodal bir ailede baba figürünün ailenin tüm bireyleri üzerindeki etkisi ile erkek egemen toplumun bireylerinin kesiştiği o noktadan babanın daha üst feodal yapıda hiçleştirilmesi ile birbirini sönümleyen eril düzenin izlerini sürüyoruz. Filmde ekonomik sıkıntılar üzerinde şekillenen tüm gerilimlerin ardında her karakterin temelde yitirdiği ve farklı biçimlerde de olsa ulaşmak istediği yegâne şeyin “özsaygı’’ olduğunu söyleyebiliriz. Çoğunluğu erkeklerden oluşan bu ailede, erkek olmanın bile altında ezildiği bir düzen içerisinde bir savrulmuşluk ve teslimiyet halini açığa çıkaran, bununla mücadele etmeye çalışan bir kadındır Leyla. Film boyunca Leyla’nın tüm aile bireyleriyle tartışmaları, mücadelesi önce bu katı gerçekliği aile bireylerine göstermek ve onlara yine bir çıkış yolu bulmaya çalışmaktır. Tüm erkek kardeşleri, babası ve annesinin birbirinden bunca kopukluğuna rağmen hepsini en iyi çözümleyen yine kendisidir. Muhtemelen Leyla’nın mücadelesi olmasa aile bu savrukluk içinde ‘yaşamaya’ devam edecektir.
Tüm diyaloglarda ‘aile’ olmanın getirdiği o uyuşukluk, teslimiyeti getiren ‘ılımlılık’ diğer bireylerde görülürken Leyla oldukça serttir, adeta kardeşlerinin içinde bulunduğu kaosu göstermek ve bu kabullenişi kırmak istercesine serttir, çünkü bir şeyleri değiştirmek için yine erkek kardeşlerini ikna etmesi gerekir. Film boyunca tüm çıplaklığıyla yaşama bakan, her şeyi daracık noktadan görebilmiş olan yine toplumda en tutsak, en hiçleştirilen kadın olarak Leyla’dır. Filmde yine Leyla’ya en yakın duran evli ve ailesini geçindiremediği için altında ekstra ezilen, sistem içerisinde kendisine yer bulamadığı için illegal yollara başvuran ve genç olmanın getirdiği kaygı ile geleceği tamamen bulanıklaşmış kardeşine karşın nispeten okumuş olan kardeşidir. Ancak o da erdemli yaşamaya çalışırken yaşam gerçekliği ile baş edemeyip kendini iyice izole etmiştir. Leyla en çok onu silkelemeye çalışır ancak en cesaretsiz olarak onu gördüğü için babasının altınlarını alırken bir tek ona söylemez. Aslında filmde yer alan birçok ince mesajlardan biridir bu. Her ne kadar bir şeyleri değiştirmek için en çok inandığı kardeşi o olsa da cesaret her şeyden önce gelir.
Filmin ilginç noktalarından biri de Leyla’nın tartışarak bile olsa babasıyla bile iletişiminin olmasına rağmen annesiyle hiçbir şekilde anlaşamamasıdır. Annesi kadın olmanın hıncını kızından çıkaran, kadın olarak toplumda en ezilen ve tamamen özsaygısını yitirdiği için Leyla’nın mücadelesinde ona hiçbir katkısı olmayacak bir bireydir Leyla için.
Her ne kadar temel sorun parasal olarak görünse de aslında paranın sadece toplumsal meselelerin açığa çıkması noktasında bir turnusol kâğıdı görevi gördüğünü söyleyebiliriz. Özellikle babasının aşiretin başına geçtiği kutlamadaki yapay mutluluk ve saygı görüntüsünün altınların olmayışı ve bunun üzerine gördüğü muamele ile tamamen tersine dönmüş olması bunu çok çarpıcı bir şekilde göstermiştir.
Filmdeki en temel vurgulardan biri de böyle bir toplum düzeninde birey olarak kendini var edememe durumudur. Bunu kardeşlerden birinin evine gizlice yumurta götürürken babasının yakalayıp ona söyledikleri ile ailesinin karşısında kalmış olduğu durumdan, diğer kardeşin pasaportunu verirken ağlayarak yaptığı konuşmadan, böyle bir toplum gerçekliğinde ikili ilişkilerde bir türlü istediğini yakalayamama durumlarına kadar birçok diyalog üzerinden çok net görebiliyoruz.
Her şeye rağmen film bize bir arada olmanın, bağlılığın, yani esas olarak toplumsallığın yaşamdaki nefes alan belki de yegâne noktalar olduğunu Leyla’nın çabası ile hissedilen kardeşlik üzerinden göstermiştir. Suyun üzerinden değil de derine daldıkça birbirimize temas etme şansımız olduğunu ancak derinlerde buluşmak için de nefes alacak birçok alan açmamız gerektiğini görmüş olduk.