Yazının başlığı ve ordaki korku Napolyon Bonapart’a ait. Bu korku sadece Napolyon’a ait bir korku değil elbette. Bu korku, tüm baskıcı rejimleri ve yöneticilerine dair bir korku olmuştur tarih boyunca. Çünkü halkın gerçekleri öğrenmesinden korkulur. Bu yüzden medya denetim altına alınmaya çalışılır hep.
***
Bugün Türkiye’de medyanın büyük bölümü ince ayarlarla siyasal iktidara biat edip teslim olmuş durumdadır. Biat etmeyip halka gerçeği yansıtmaya çalışan yayın organları da sürekli kapatılıyor, muhabirleri, yazarları gözaltına alınıp tutuklanıyor.
Yaşananlar; susturma, gözdağı ve sindirme amaçlıdır. Toplumsal muhalefete karşı psikolojik bir harekat yürütülüyor. Muhalefeti bitirmek ve ona destek verenlerin sesini kısmak amacıyla yapılıyor her şey. Kimse gerçekleri konuşmasın, yazmasın isteniyor. Muhalif güçler sindirilmeye, toplum tepkisizleştirilmeye çalışılıyor.
Daha koyu baskıcı ve yasakçı bir yönetime doğru koşar adım gidilen bu günlerde sessiz kalmak, olan bitene ortak olmak anlamına gelir. Bunu bilince çıkarmış Yeni Yaşam Gazetesi tam da böyle bir ortamda gerçekleri görünür kılmak için çıkıyor.
***
Basın özgürlüğü, baskıcı yönetimlerde hep ilk kısıtlanan alan olmuştur. Bazen doğrudan baskıcı müdahaleye gerek kalmadan, habercilik alanında “intizamı” sağlayıcı “önlemler” alınır. Estirilen terör, verilen gözdağları zaten zihinlerde karakollar kurup, kendiliğinden gerekli otokontrolü sağlamaya yeterli olur.
Demokratik kültürün yerleşmediği, çoğulculuğun esas alınmadığı, ifade özgürlüğünün saygı görmediği, okumayan, okuduğunu özümseyip fikir üretmeyen, ürettiği fikirleri savunmayan ve onların arkasında durmayan bir toplumda ne kadar “basın özgürlüğü elden gidiyor” eleştirisi yapılsa da, basın özgürlüğünün de bir parçası olduğu özgürlük ortamının oluşmamasından her bir birey sorumludur. Medya organlarının patronundan köşe dönmeci köşe yazarları kadar muhabirlik etiğini kaybetmiş gazeteciler de sorumludur bu durumdan. Bu özgürlüklerin kısıtlanmasında, kaliteli içerik üretmeyen medya organları kadar, dürüst haber, doğru bilgi talep etmeyen çoğunluk da pay sahibidir.
Gerçekler görülmesin, ifade edilmesin isteniyor. Oysa medyanın da görevi gerçeği gösterip, bilinmeyeni ya da yanlış algıyı görünür kılmak, bu konuda farkındalık yaratmaktır.
Düşünürün, yazarın, gazetecinin işi; öğrendiklerini, bildiklerini topluma sunmaktır. Bu etkinliklerin oluşabilmesi yasaklardan arındırılmış özgür bir ortamla mümkündür.
Bilindiği gibi basın özgürlüğü, Birleşmiş Milletler tarafından İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde ilan edilen ve birçok ülke tarafından kabul edilen bir haktır. Bu özgürlük yalnızca gazetecilere özgü, onların hak ve hukuklarını koruyan bir kavram olarak algılanmamalı. Bu hak gazetecilerin, yazarların, düşünenlerin, aydınların haklarını teminat altına almakla kalmayıp, halkın olan bitenlerden haber alma hakkının teminatı olarak kabul edilmelidir
İnsan, yapılan haksızlıklara itiraz etmediği, karşı çıkmadığı müddetçe zulüm bitmez. Haksızlığa sessiz kalmak haksızlığa bir çeşit onay vermektir. İtiraz hakkımızı kullanıyorsak umudumuz var demektir. Ve hani bilinen sözdür; “Korku sizi tutsak eder, umut ise özgür bırakır.”
Korkunun tutsağı olmayacağız diyen Yeni Yaşam gazetemiz gerçeğin peşine düşmek için yola koyulmuş durumda. Emeği geçenlere selam olsun.