İnsanın hata yapma payı, insanın hasar bırakma payı kadar. Dünya gördüğümüzden küçük, sandığımızdan büyük. Bir adım bir yol açar bir gün. Bir yol adım değiştirir bir zaman. Sevgi ve nefret yer değiştirir bir gece. Aşk ve huzur bir gün ihanet ve intiharla aynı yolda yürütür. Bir akşam ne kadar sürer diye sorsak kendimize, yaşadığımız ve yaşayacaklarımız kadar diye cevaplayabiliriz. Sonsuzluk çünkü bir anın içinde kapıyı açabilendir. Sonlar bir anın içinde kapıyı kapatabilendir.
Her gün şahit oluyoruz; acılarımız buhar olup gökyüzüne karışıyor. Aslında en baştan öğrenmiştik; ezilenlerin çektiği acı gökyüzüne gidiyor, oksijen diye solunuyor. Öğrenmiştik ama öğrendiğimiz birçok şeyin yalan, hatta pusu olduğunu da görmüştük. O yüzden her şeyi şüphenin eleğinden geçiriyorduk. Bazı öğrenmeler, birçok bilgiyle araya mesafe kurduruyor. Belki sürgün, belki ceza ama her neyse, hayatta karşılaşıyoruz.
Keder kalksın biz yerini boş bırakalım, umut kalksın biz yerine oturalım, unutmak kalksın yerine hatıraları koyalım. Böyle böyle hayata ve geleceğe dair varsayımları sıraya koyalım, belki vakti gelir bazı şeylerin.
Şunu diyorum kendime: kazanamayanlar susmaya mahkûm değildir. İnsan kaybedince susar. Şahit olduk ki yaşamını mücadele aracı edenlerin kaybı yoktur. Çünkü havsalamızda bir ceylanın gözyaşını öpmek var, toprağımızı avuçlarımızda hissetmek var. Bizim bu varlarımız yoklarımızın kahrından kurtarıyor bizi ve her yeni güne böyle davranıyoruz.
Akşamlar var, sabahlara götürüyor, sabahlar var, akşamları özletiyor. Hayat ve yaşamak böyle bir teessüf ve o kadar tesadüf gösteriyor bize. Bir gün özlemlerimize gebe uyanırız, bir akşamüstü her hevesin ortasında duraksız kalırız. Hayatı inşa edemeyince iflah olamıyoruz gerçeğinde gömülüyoruz. Bu da bizim imlamız olsun, yetmezse bir gerçek olarak bentlerimiz olarak kalsın. Aşmak da silmek de bizim elimizde.
İsimlerin mazisi, kabahatlerin nedenleri var. Sıradanlaşan zulüm, nadir görülen insanlık birer ilan, terk edilmiş evlerin duvarlarında birer grafiti. Kaybettiklerimizi tek tek ve yer yer arama şekli. Bu çağ, böyle darmadağınık değil, darmaduman. Bundandır gökyüzüne bakar, yeraltında mahpus kalırız. Halimiz şu günlerde böylesi dermansız bakıyor dünyaya.
Artık her şey seyirlik olunca, alkış da gerekecektir. Zalime de zulmüne de alkışlar, hüsrana da kayba da sıradan bakmalar, gelir yerleşir yavaş yavaş. Yine itiraza da isyan edenin ölümüne de böyle bakılır. Geçti çünkü, tutamadık şaşırmayı ve şaşırdığımıza alışmayı. Çağlar öğretmekle kalmıyor, alıştırıyor da. Bunu da öğrendik.
Bazı bilmeler işte böyle yenilgilere mahkûm eder insanı. Sadece insanı değil, papatyanın yolunmasında şans ve talih bekletmeyi de, bir keçinin, koyunun yani adı bile olmayanın kanından dualar sıralamaya da köle eder. Zaten yaşayarak kendine tabular, sınırlar, asimile edilen duygular inşa eden tek canlı olarak insan yine tarih sahnesinde. Kazanmak, zaferlere bulanmak bir tek kendi hakkı. Müstahak olmak bu anlatılardan sonra ne kadar da uzak.
Değişmeli ve değiştirmeli bazı şeyleri. Kaybetmemek, kazanmak, değişmek ve değiştirmekle mümkün. Yanlış başladığımız yerden medet ummak değil, yanlış başladığımız yerden vazgeçmekle başlar bir şeyler. Tamah ettiğimiz gelecek yeni sınırlar getirmesin. Beklediğimiz yollar bizi konforlu bir hapishaneye kapatmasın. Budur gerçekle bağımız, unutmak ve kaybetmek arasındaki sırat köprümüz. Yürüyen de yol arayan da bir de böyle baksa düşlerine, mücadelesine, itirazına. Belki bir gün barışırız umut etmekle. Şimdilik ummak hayali bizimle, bizim için.
Haftanın kitap önerisi: Andrew Jolly, Askerin Günü / Çeviren: Süha Sertabiboğlu,
Ayrıntı Yayınları