Türkiye’de siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin tartışmaların özünde, süreci başlatmadaki usuli güvencesizliklerin yanı sıra partilerin yasaklanması veya kapatılması konusundaki eşiğin son derece düşük oluşu yatmaktadır
*Hazal Bilgili
Avrupa ülkelerinin genelinde siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin örnekler çok istisnai olmasına rağmen, Türkiye’de Anayasa Mahkemesi 1982’den bu yana çoğunluğu Kürtlerin taleplerini merkeze alan partiler ve sosyalist partiler olmak üzere 19 partinin kapatılmasına karar verdi. Bu kapatma kararlarının pek çoğu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı ve Refah Partisi kararı hariç, hepsi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve siyasal partilerin kapatılmasına ilişkin uluslararası kriterlere aykırı bulundu.
1982 Anayasası’nın ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin hükümlerinde, 1982 yılından bugüne birtakım değişiklikler yapıldıysa da, Türkiye’de siyasi partilerin kapatılması kararlarına dayanak hükümler hala tartışmalıdır. Zira kapatma kararlarının pek çoğu, Anayasa’nın 68. Maddesi’nde sayılan siyasi partilerin tüzük ve programları ve eylemlerinin devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne aykırı olamayacağı hükmüne dayanmakta ve bu husus, uygulamada Anayasa’daki siyasi parti yasaklarını genişlettiği ve durumun sosyolojik boyutunu derinleştirdiği şeklinde yorumlanmaktadır. Öyle ki bu eleştirilere paralel olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) verdiği ihlal kararlarında siyasi partilerin mevcut siyasi rejime uygun bir tüzük veya ideal belirlemek zorunda olmadığını, devletin yönetim biçimini sorgulamak da dahil, her türlü fikrin önerilip görüşülmesinin demokrasinin esas unsurlarından biri olduğu görüşünü sıklıkla tekrar etmektedir. AİHM’e göre, bir partinin anayasanın değişmez görülen hükümleri dahil, anayasanın barışçıl yollarla değişmesini savunması, tek başına bu partinin yasaklanmasını veya kapatılmasını gerektirmemektedir. Mahkeme, demokratik ilkelere zarar vermemek koşuluyla, siyasi partilerce farklı siyasal programların tartışılmasını demokrasinin bir gereği olarak ifade etmektedir.
İncelediği yedi davanın altısında ihlal kararı veren AİHM, bu kararlardan biri olan ve 1990’da kurulup 1993’te kapatılan Halkın Emek Partisi’nin (HEP) kapatılmasına ilişkin; partilerin halkların kendi kaderini tayin hakkının tanınmasını, Kürtçe’ye ilişkin hakların veya Kürt kimliğinin tanınmasını barışçıl şekilde savunmanın kendi başına demokrasinin temel ilkelerine aykırı olmadığını, bu taleplerin demokratik düzene tehdit olamayacağını vurgulamıştır. Mahkemenin bu hususta temel aldığı ve uyguladığı ilkeler, çoğulcu demokratik bir sistemin işleyişinde siyasi partilerin işlevini dikkate alarak yol gösterici kriterler belirleyen Venedik Komisyonu’nun, siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılması hususundaki görüşleriyle de paralellik taşır. Komisyonun “Siyasal Partilerin Yasaklanması, Kapatılması ve Benzer Önlemler Hakkında Temel İlkeler” adlı raporuna ve kriterlerine atıfla siyasi partilerin yalnızca şiddet kullanılmasını savunması ya da şiddeti bir araç olarak kullanması halinde kapatılabileceğini; kapatılmak istenen siyasi partinin demokratik düzen için yarattığı tehlikenin daha hafif başka önlemlerle giderilemeyecek olması halinde başvurulabilecek bir önlem olduğunu vurgulamaktadır. Bir partinin Anayasa’yı barışçıl yoldan değiştirmeyi savunması, tek başına o siyasi partinin yasaklanması veya kapatılması için yeterli görülmemiş, kapatmaya dayanak tehlikenin başka bir önlemle giderilemeyecek olmasını ve bu önlemin başvurulabilecek son önlem olması gerektiğini vurgulamaktadır.
Siyasi partilerin yasaklanması veya kapatılması, yerel ve uluslararası mevzuatın temel hak ve hürriyetleri esas alan bir uygulama ile ancak, demokratik anayasal düzeni devirmek, böylece anayasa ile güvence altına alınan temel insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırmak amacıyla şiddetin bir araç olarak kullanılmasını savunan veya şiddet kullanan partiler bakımından haklı görülebilir. Mahkeme, bir siyasi parti kapatma kararının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni (AİHS) ihlal eder nitelikte olup olmadığının tespitini yaparken de bu doğrultuda üç kriteri dikkate alır: Kapatmanın yasal bir dayanağının olup olmadığı, meşru bir amaca hizmet edip etmediği, demokratik bir toplumda zaruri ve mutlak surette orantılı bir önlem olup olmadığı.
Türkiye’de siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin tartışmaların özünde, süreci başlatmadaki usuli güvencesizliklerin yanı sıra partilerin yasaklanması veya kapatılması konusundaki eşiğin son derece düşük oluşu yatmaktadır. Kapatma kararlarının müdahale ettiği haklar düşünüldüğünde, örgütlenme özgürlüğü, seçme ve seçilme hürriyeti gibi çok temel insan haklarını ihlal edebilir bir yaptırım oluşu, söz konusu bu yaptırımların usuli güvencelerle, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Venedik Komisyonu Kriterleri bağlamında uygulanmasını gerekli kılar. Bu düşük eşik sebebiyle, istisnai olması gereken ve dünya ölçeğinde de nadiren deneyimlenen siyasi partilerin yasaklanması ve kapatılması önlemi, pratikte olağan bir önlem olarak işletilmektedir. Bu ise, demokratik hak ve özgürlüklerin kullanım alanını hem daraltmakta hem de anayasal yargının politik, siyasi sorunlar üzerindeki yargılama yetkisini genişletmektedir.
*Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD) Üyesi