Yaşanan seçim sürecini ve ülkenin sosyolojisini Birikim Dergisi Editörü Aybars Yanık ile konuştuk: Siz pahalılıktan şikâyet edersiniz ama adamın haberi olmaz. Çünkü o tür iktisadi parametreye tabiyeti yok, eş dost aracılığıyla veya başka şekillerde sorununu çözebiliyor. AKP’nin en büyük başarısı böyle bir sosyal alanı kurabilmek
Nezahat Doğan
Türkiye’de iki seçimi geride bıraktık. Eksiklikler neydi? Toplumun okumasını nasıl yapabildik? Demokrasiyi içselleştirme konusunda neden eksik kaldık? Demokrasinin içselleştirilmesi için bugün eksik kalınan yer, yerele, mahallelere, sokağa yeterince örgütlenerek inilip, bir siyaset dili ve temasının kurulmaması olarak belirginleşiyor. Diğer yandan yoksulluk, ekonomik kriz derken taşra, Anadolu ve metropollerin yoksul mahallelerinden AKP’ye çıkan oylar neyin mesajını veriyor? Siyasal İslam’ın ve muhafazakârlığın hala etkili olduğu ve bütün sorunların önüne geçerek varlığını derinleşerek koruduğu görülüyor. İktidarın toplumun birçok kesimini daha da muhafazakarlaştırma hedefi başarılı olmuş gibi gözüküyor. Bu durumda “Kral öldü, yaşasın kral” anlayışından bireyin varoluşuna ve demokrasiye geçişi sağlayacak yolun yeniden, başka bir perspektiften de değerlendirilmesini gerekli kılıyor. Bütün resme baktığımızda çıkarılacak dersler olmakla birlikte demokrasi mücadelesinden vazgeçmeden temelden sokağa inmek ve mahallede, köyde, sokakta örgütlenmeyi ve paylaşımı güçlü kılmak gerekiyor. Aybars Yanık’a göre, makro ölçekli analizlerle bakıyoruz. Böyle bakınca bazı sonuçları açıklamakta zorlanıyoruz. Oysa daha mikro ölçekli analizler ve sosyalojik yapıların birbiri üzerine etkisi resmin daha berraklaşmasını sağlayacak bir yöntem olarak önümüzde duruyor diyor.
Biz belki de uzaktan ormanı bütün olarak görüyoruz ya da gördüğümüzü sanıyoruz. Ama onun içindeki farklı ağaçları, kurdu, kuşu, velhasıl yaşamı göremiyoruz ve belki de bilmiyoruz. Bu durumda yapılacak şey elbette ormana bakmak değil, ormanın içine girmek, onu anlamak, onunla bütünleşmekten başka bir şey değil…
Yaşanan seçim sürecini ve Türkiye’nin sosyolojisini İletişim Yayınları ve Birikim Dergisi Editörü Aybars Yanık ile konuştuk.
- Toplum okuması yaparken değişim, dönüşüm ve demokratikleşme açısından bir umut var; şimdi de tam onun zamanı dedik, ama karşılığını göremediğimizi anladık bu seçimlerde. Herkeste şu soru doğdu, “biz toplumu yeterince okuyamıyor muyuz,” ya da “nereden bir okuma yapıyoruz?” diye… Yanılsamamız ve yanılgımız nerede?
Bu soruya cevap vermek zor… Özellikle bu tür seçim kayıplarından sonra veya demokratik mücadelenin bastırılması ve benzeri durumlarda özellikle sonuçlar baz alınarak tek bir açıklayıcı unsur aranıyor. Kamuoyu hep bir makro ve majör unsur arıyor. Bence temel problem burada yatıyor. İşçi sınıfıyla ilgili birtakım analizler var. Muhafazakâr seçmen gruplarıyla ilgili bir takım çıkarımlar yapılıyor. Bunun üzerine bir de iktisadi parametreler konuşuluyor. İşsizlik, enflasyon, kur politikası konuşuluyor. Ben bunlardan herhangi birinin tek başına belirleyici olduğunu düşünmüyorum.
- Belirleyici olan ne?
Bu unsurların hepsinin yol açtığı birtakım dönüşümler var ve onlar çok kolay ve hemencecik tespit edilemez. Mesela işsizlikle muhafazakâr ideoloji ya da siyasal İslâm bir araya geldiği zaman ne tür sonuçlar doğuruyor? Bunun etkilerine yerel düzeyde bakılması gerekiyor. Oysa biz çok makro ölçekli ve genel geçer analizlerle bakıyoruz. Böyle bakınca bazı sonuçları açıklamakta zorlanıyoruz. Ama mesela hiç beklenmedik bir yerde AKP’nin kalelerinde Kılıçdaroğlu’nun oylarının anlamlı yükselişini görebiliyoruz ama bambaşka bir yerde de açıklanması zor bir şekilde AKP’nin sürpriz yaptığını görüyoruz. Bütün bunlar yerel ölçekte çok farklı sonuçlar üretiyor. Bunların hepsinin toplamı bizi şaşırtıyor, şaşırtmaya da devam edecek gibi. Bunların tek nedeni “toplumu tanımıyoruz” gibi bir açıklamayla da geçiştirilemez. Bu biraz kolaycılıktır.
- O zaman yoksul ve apolitik kesime, hele de mahallelere indiğimizde siyasal İslamcılık ve muhafazakârlık hala çok etkili biçimde kendinin gösteriyor ve yerini değişime bırakmıyor diyebilir miyiz?
Kesinlikle öyle. Bakın bazı kesimlerde İslâmcı ideoloji çok belirleyici. O yüzden Kılıçdaroğlu’nun yerinde başka bir aktör olsaydı da, ona oy vermeyeceklerdi. Çünkü önyargılar var, İslâmcı bir dava var. Şimdi toplumu bu şekilde tanıdık ise ne yapacağız? Bu hiçbir şey yapmamaya da itebilir sizi. Ekonomik krizin çeşitli parametreleri var. Bir defa ekonomik kriz var mı? Ben ondan da çok da emin değilim. Kurun çok yüksek olması iktisadi göstergedir ama başlı başına ekonomik kriz göstergesi değildir. Diğer yandan enflasyon var fakat istihdam oranları son üç senede kademeli olarak artıyor. Dolayısıyla AKP’den çeşitli nedenlerle kopma gerçekleşebilecekken; yerel düzeylerde iş bulma, işe sokma imkânlarıyla; cemaatlerin, tarikatların etkisiyle ve AKP’nin elinde olan devletin çeşitli olanaklarıyla o işsizliği veya enflasyonu veya kurdan kaynaklı çeşitli etkileri baskılayabiliyorlar. Bu tür birleşimlerin nasıl sonuç yarattığına bakılması gerekiyor. Sosyologların, siyaset bilimcilerin makro düzeylerden ziyade biraz yerel analizlerle konuşması daha anlamlı görünüyor. Sevinç Doğan’ın “Mahalledeki AKP” diye bir kitabı var, yedi sene önce yayımlandı. Orada ilçe düzeyinde analizler yapıyor…
- O kitap aslında bugünü de anlatıyor. Parti işleyişi, taban mobilizasyonu ve siyasal yabancılaşma… Bu üç başlık da tam bugünü tarif etmiyor mu? Oradaki dip notlar nelerdir?
Benim çıkardığım en önemli sonuç şu: Orada AKP’nin bir alternatif yaşam alanı kurduğunu görüyoruz.
- AKP nasıl bir yaşam alanı kuruyor?
Kendilerini Türkiye’nin genel vaziyetinden soyutlayabildikleri ve bambaşka sosyal ilişkilerle var olabildikleri alternatif bir durum. Çeşitli gerekçelerle eş dost arasında da söyleriz ya; “paralel evrende mi yaşıyoruz, sen nerede yaşıyorsun” diye, işte bunun bir nedeni AKP’nin Türkiye’nin bize görünen gerçekliğinden bambaşka alternatif sosyallikler inşa edebilmesi… Bu kültürel alanda vuku buluyor, sosyal alanda vuku buluyor, siyasal alanda vuku buluyor. AKP’nin çok etkili olduğu taşrada veya büyükşehirlerin kenar mahallelerinde diyelim.
- AKP’nin oyunun yüksek çıktığı yerler taşra ve İç Anadolu olmadı mı?
Evet. Mesela orada farklı durumlarla karşılaşabiliyorsunuz. Mesela siz pahalılıktan şikâyet edersiniz ama adamın haberi olmaz. Çünkü o tür iktisadi parametreye tabiyeti yok, eş dost aracılığıyla veya başka şekillerde sorununu çözebiliyor, dolayısıyla Türkiye’nin size sorun gibi görünen gündemlerine o kadar tabi olmayabiliyor. Taşranın bir anlamı da metropolden bir ölçüde kopukluktur. Böyle olduğunda aynı dünyada yaşamamış gibi oluyoruz. AKP’nin en büyük başarısı bu alanları kurabilmesi.
- Biz bütün metropollere ve büyük şehirlere baktığımızda muhalefetin oyu yüksek çıkıyor. Ekonominin makro düzeyi en çok metropolleri vuruyor Anadolu’ya ve taşraya yansımıyor mu?
Yansıyorsa da başka türlü yansıyor. Benim vardığım sonuç; “aynı dünyada yaşamıyoruz” hissiyatının nedeni iki taraftan birinin bilinçsizliği veya toplumun birbirini tanımaması değil, hakikaten farklı toplumsal düzeyde yaşamaları… Kentte yaşayan orta sınıflar ya da alt orta sınıflar için sinemaya, tiyatroya gitmek, bir kafeye gidip bir şeyler içmek vb. ev ve iş dışı yaşam açısından bir etkinliktir. Bu etkinliklerin çok pahalı olması ve birçok şeye zam gelmesi büyük kentlerde yaşayanları çeşitli açılardan vurdu ama taşra ve Anadolu’da bu alanda pratikleri olmayanlar bu durumdan etkilenmezler. Asıl sorun bu alanların oralarda neredeyse hiç var olmaması. Ama maalesef biz bunları seçimden seçime hatırlıyoruz.
- Mahalledeki AKP 22 yıldır o ağı genişleterek sürdürürken siyasal İslamcılığı ve muhafazakârlığı daha da derinleştirdi mi? Tabanda siyasetini bu argümanlar üzerinden kurarak ne söylerse söylesin kabul ettirebiliyor mu? Yolsuzluklar, 17-25 Aralık somut olarak önümüzde duruyor. Mafya-devlet ilişkilerinin bu kadar ayyuka çıktığı yerde yapılanlar kabul mü görüyor? Bu nasıl olabiliyor?
17- 25 Aralık iyi bir örnek. Ondan sonra daha birçok olay yaşandı. İktidar kanadından seçmenlerle yapılan bazı araştırmalar yayımlanmıştı bir-iki sene önce. Orada çeşitli yolsuzluk iddialarını soruyorlar. Yüzde 60’ı, yüzde 50’si bunları onaylamadıklarını söylüyor. Ama bu veri bize şunu da gösteriyor; onaylamıyorlar fakat orada kalmaya devam ediyorlar. Demek ki o yolsuzluktan daha önemli gündemleri var. Bunu Türkiye’nin temel problemi olarak görmüyorlar. Toplumun bir kesimi yolsuzluğu, hırsızlığı, haksızlığı, eşitsizliği Türkiye’nin temel meselesi olarak görmüyor, çünkü bunları zaten kadim sorunlar olarak kanıksamış durumdalar. 80’lerden beri çeşitli sorunlar dönemsel olarak baskınlaşıyor; biri öne çıkıyor, biri bir süre daha geride kalıyor. Mesela yolsuzluk daha geri planda kalıyor, bu sefer eşitsizlik daha fazla öne çıkıyor. Bir biçimde bununla yaşamaya alışmış toplum ve tabiri caizse bağışıklık oluşturmuş. Bunlar onların tercihlerinde bir değişime yol açmıyor. Bunlar kültürel sermayesi olanlar için bir problemdir. Bununla yaşamaya alışmış veya örneğin bu sorunlara dair açıklamayı siyasal İslâm içinden yapmış, sağcılık ve milliyetçilik içinden açıklamış biri için bunlar sorun olmaktan çıkabilir ve doğallaşır.
Daha milliyetçi-muhafazakâr bir yerden bakan birisi için eşitsizlik zaten doğal ve normal bir şeydir. Toplumun belli kesimleri fark eder, belli kesimleri etmez. Yolsuzluk zaten bu devletin kadim geleneğidir. Zaten vardır, hatta zaman zaman birilerinin işine de yarayabilir.
- Siyasal yabancılaşmanın ortasında, bangır bangır ülkenin demokratikleşmesi yönünde söz kurmaya çalışsak da o sözün karşılığını bulmadığı yerde mi duruyoruz, sorusu doğru mudur?
Demokratikleşme gündemi belirli bir hedef ve somut hedefler açısından çok da araçsallaştırılmalı mı, ben çok emin değilim. Bu gündem terk edilmemeli, ne olursa olsun bunun karşılığının olduğu kesimler de var. Taşra ya da büyük şehirlerin kenar mahallelerinde bir hayat var ama diğer tarafta da bir hayat var. Bütün toplum onlardan ya da bizden ibaret değil. Demokratikleşme gündemi, toplumun toplum olma vasfını yeniden ve yeniden hatırlatan bir durum. Toplum olma, yurttaş olma vasfımızı yeniden hatırlamanın aracı. Bu gündem terk edilmemeli fakat diğer yandan toplumun gerçekliklerine dair politikaların da daha yerel ölçeklerde ve somut hedefler doğrultusunda yeniden örgütlenmesi gerekiyor.
- Siyasetin dili taban ve yerele tam temas etmedi mi? Siyaset tek bir gündem üzerinden daha sığ mı yürütüldü? Salon siyasetine mi kayıldı?
Salon siyaseti kavramından ne anlaşıldığı hepimizin malumu… Parti siyaseti tabandan çok bağımsız yürüyor. Maalesef bunu bütün partiler için söylüyorum. Mesela milletvekillerinin kararlaştırılma sürecinden tutun, partinin politikalarının yerelde nereden belirlendiği, yerele ne kadar inisiyatif verildiği meselesine kadar bu durum geçerli. Çankaya’nın sosyal gerçekliği ile Kadıköy’ün sosyal gerçekliği bile aynı değil. O salon siyaseti oradan karar alıp yerelde örgütlerin politikalarını ne ölçüde belirliyor, ne ölçüde belirlemeli meselesinde, yeniden bir örgütlenmeye ve organizasyona ihtiyaç var. Siyaset ile kurulan ilişki de dönüştürülmeli. Bir “büyük” hikâyemiz yok, örneğin siyasal İslâmcıların bir hikâyesi, davası var muhtemelen. Bizim biraz daha sorunlara yanıt verebilecek, içine dâhil olunacak bir hikâyeye ihtiyacımız var.
- İslamcılık ve muhafazakârlık derken geldiğimiz yerde her kesimin ve kimliklerin daha da muhafazakarlaştırılmasıyla mı karşı karşıyayız? Yapılmak istenen nedir?
Mesela, bir dindar için belirli bir durumda eşitsizlik doğal bir şey gibi görünebilir. Eşitsizliğe dair verilen yanıtların bir hegemonik mücadelesi söz konusu. Kırılmayı yaratacak şey, sosyalistlerin yerelde, kendi yanıtını herkesin yanıtı gibi kurabilmesi
Siyasal İslâm’ın hegemonyasından bahsediyorsak orada şu var: Toplum kendi sorunlarını dile getirme kapasitesine siyasal İslâmcı ideolojinin verdiği yanıtlarla kavuşmuş gibi görünüyor. Toplumun sorunlarına yanıt üretirken siyasal İslâmcılık tabii ki 80’lerden itibaren gelişen yanıt üretme kapasitesine sahip. İşsizliğe, yoksulluğa, eşitsizliğe, demokrasiye dair onun yanıtlarının geçerli olduğu bir toplumsal formasyonda yaşıyoruz ve dolayısıyla o bir cazibe üretiyor. Mesela, bir dindar için belirli bir durumda eşitsizlik doğal bir şey gibi görünebilir. Eşitsizliğe dair verilen yanıtların bir hegemonik mücadelesi söz konusudur benim açımdan. Buradaki kırılmayı yaratacak şey, sosyalistlerin buna yanıt üretme kapasitesinde o alanlara dâhil olması; kültürel-sosyal alanda yerel alanlarda, çarşıda pazarda, hayatın her alanında kendi yanıtını herkesin yanıtı gibi kurabilmesidir. Ancak o zaman “Toplum muhafazakarlaşıyor mu?” sorusunun yerini “Toplum solculaşıyor mu?” sorusu alabilir!
- Sosyalizmin daha güçlü argüman kurmasından mı bahsediyorsunuz?
Kesinlikle evet. Çeşitli dönemlerde ideolojiler belirli meseleler üzerine yoğunlaşırlar, bu da çok normal. Ama o meselelere yoğunlaştıkları zaman da başka bazı sorunlara ancak seçim döneminde veya kriz dönemlerinde bakarız ki onların biraz göz ardı edildiği, oraya dair çok söz söylenmediği olur. Mesela yıllardır “muhafazakâr kesimlerde çeşitleri sorunlara dair neden çözülme olmuyor, kırılma olmuyor” diye konuşuyoruz. Demek ki muhafazakarlığın veya İslamcılığın birtakım siyasi meselelere dair yanıt üretme kapasitesi daha güçlü ya da bir hegemonya söz konusu. İşte tam da bunu kırabilecek şeyler üretilmesi gerekiyor ama bu bir merkezden söylenen bir şeyle olmaz.
- Yerelde halk meclisleri, sokak-mahalle meclisleri ve örgütlenmeleri kurulan ve teşkilatlandırılan bir yapı eksikliği mi var?
Siyasette örneğin çeşitli semt evlerinin, yerel meclislerin üzerine tekrar düşünülmesi gerekiyor ve bunların kendi içine kapalı yapılar olmaması gerekiyor. Çok gündelik sorunlardan yola çıkıp söz söylemek gerekir. İnsanları bilinçlendirme çalışması gibi aydınlatma çalışması gibi, “biz şunu yapacağız, siz şunu yapmalısınız, vallahi de geldiğimiz zaman böyle siyaset izleyeceğiz” laflarıyla olmaz. Sol-sosyalist örgütlenmeler daha gündelik sorunlardan politika üretmeli.
- Aybars Yanık’ın derdi nedir?
Derdim; insanların kendi sorunlarını dile getirebilme araçlarına, o kapasitelerini arttırmalarına dair hepimizin bir şeyler yapması gerekliliği. Toplumu, “yoksunluk” meselesini iyi çözümleyip çıkış yolunu yakalamak için bir siyaset üretmek. “Niye böyle oldu”dan ziyade ne yapabiliriz üzerinden dil kurmalıyız. Mücadeledeki kararlılığımızı daha güçlü örgütlemeliyiz. Değişim o zaman daha güçlü doğacaktır.