Seçimler İktidar Blokundan yana sonuçlanınca, bir yandan ülkedeki demokrasinin işlerliği tartışılmaya başlandı, diğer yandan üçüncü kez cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ın yaptığı balkon konuşması, dinleyenlerin bu konuşmaya verdiği destek ve kitlenin attığı idam cezası talep eden sloganlar ülkenin nereye doğru sürüklendiğini gözler önüne serdi.
Tek başına seçime katılımın yüksekliği seçimlerin adil yapıldığını göstermez
İktidar yanlıları seçimlere katılım oranının yüksekliğini ülkede demokrasinin işlediğini ve yapılan seçimlerin de adil bir biçimde yapıldığını kanıtlamak için kullanıyor. Onlara göre aksi bir ortam olsaydı seçimlere katılım oranı yüzde 85 gibi yüksek bir oranda olmazdı.
Oysa bu ülkede 1982 yılında, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin gölgesinde yapılan ve darbeci Kenan Evren’in cumhurbaşkanı seçildiği yeni anayasa oylamasına katılım oranı yaklaşık yüzde 92 idi. Böyle bir ortamda yapılan bir oylamanın demokratik ya da adil olamayacağını söylemeye gerek yok.
Kısaca, 1982’de seçime katılım darbecilerin zoruyla, asker korkusuyla (ayrıca oy kullanmayanlara uygulanan bir para cezası da vardı), son seçimlerdeki katılımsa bir yandan parti -devletin kendi kitlesini mobilize etme başarısıyla, diğer yandan toplumun diğer yarısından gelen değişim isteğiyle yüksek oldu.
Demokraside en fazla aşınma yaşayan dördüncü ülkeyiz
Kaldı ki dünya Türkiye’deki gelişmeleri bizim ana akım medyamızdan daha farklı değerlendiriyor. Örneğin, yıllardır tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki demokrasi konusundaki gelişmeleri de takibe almış olan V-Dem Enstitüsü gibi uluslararası kuruluşlar var.
Aşağıdaki görsel bu enstitü tarafından bu yılın Mart ayında yayımlanan “Demokrasi Raporu”nda yer alan verileri kullanan S. Landin tarafından hazırlandı. (1)
Landin, metodolojik olarak “seçimli demokrasi” ya da “seçimli otokrasi”nin küresel çapta ne durumda olduğunu ortaya koyarken, devletlerin resmi açıklamalarını değil, asıl olarak “özgür ve adil seçimler”, “hukukun üstünlüğü”, “bilgi edinme hakkı ve örgütlenme özgürlüğü” ve “ifade özgürlüğü” gibi göstergelerin de içinde yer aldığı bir grup değişkeni kullanıyor.
Buna göre, son 10 yılda demokratik seçimlerin en fazla aşınmaya uğradığı ya da demokratik seçimlerden en fazla uzaklaşan ülkeler arasında Türkiye ilk 4’te yer alıyor. Öyle ki ülkenin 2010 yılında Demokrasi Endeksi’ndeki puanı 100 üzerinden 55 iken, 2022 yılında, yani geçen yıl 28’e geriledi. Bu, 27 puanlık bir düşüş ya da son 10 yılda demokraside yüzde 51’lik bir gerileme yaşandığı demek oluyor.
Dahası Türkiye, Demokrasi Endeksi’nin en alttaki yüzde 20-30’luk grubunu oluşturan, yani demokrasinin sadece kırıntılarının olduğu ülkeler arasında yer alıyor. Bu grupta Türkiye’nin dışında Ruanda, Vietnam, Mısır, El Salvador, Kazakistan, Etiyopya gibi ülkeler var. (2)
Zarlar hileli
Bu tespitlerin ne denli yerinde olduğu 14 Mayıs ve 28 Mayıs 2023 tarihlerinde yapılan seçimlerde görüldü. Öyle ki özgür ve adil bir seçimin yapılamadığı artık toplumun büyük bir kesimince kabul ediliyor.
Çünkü bu seçimlerde tarafsız olması gereken Yüksek Seçim Kurulu da (YSK) dâhil, neredeyse tüm devlet aygıtı (imkânları başta olmak üzere) net bir biçimde iktidar blokunu oluşturan partilerin yanında yer aldı, imkânlar sadece onlar için kullanıldı.
Ayrıca, muhalefet partileri, liderleri ve seçmenleri bir yandan şeytanlaştırıldı, terörizmle ilişkilendirildi, bir yandan da kolluk ve yargı tarafından baskı altına alındı. Seçimden hemen önce bildik gözaltılar yapıldı.
Geleneksel ve sosyal medya ulusal ve yerel çapta olmak üzere yüzde 90 oranında iktidarın kontrolü altındaydı. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı ile ilgili yalan, iftira, karalama ve sahte videolarla dolu ciddi bir dezenformasyon süreci yürütüldü.
Kuşkusuz tüm bunlar seçim sonuçlarına net etkide bulundu ve iktidar bloku iktidarda kalmayı sürdürdü. Toplumun yarısının değişim talebi ise gerçekleşemedi.
Halkın bir kısmı bilim dışı, hakikat ötesi ideoloji ve propagandaya maruz bırakıldı
Ancak adil bir seçimin yapılmadığı bir gerçek olsa da, bu durum seçimde elde edilen sonuçları bütünüyle açıklamaya yetmiyor.
Hele ki, 21 yıllık iktidarında, özellikle de son yıllarda çok ciddi bir yıpranma yaşayan, tarihimizdeki en büyük depremde resmi olarak 55 bine yakın insanımızın kaybında ciddi sorumluluğu bulunan, üstelik deprem sonrasındaki müdahalelerinde yetersiz kalan ve ülke ekonomisini tarihinin en derin krizlerinden birine sokarak, insanlarını yüksek enflasyon altında ezdiren, onları açlığa yoksulluğa, işsizliğe sürükleyen bir iktidar hala ayakta kalabiliyorsa, burada seçim hileleri dışında başka şeylere de bakmak gerekiyor.
Aslında, demokrasiden uzaklaşmanın, giderek otoriterleşmenin ve gericileşmenin asıl nedenlerinin, son 21 yıldır ülkede hâkim olan neo liberal-neo muhafazakâr/siyasal İslamcı düzen ve onun ideolojisi ve uygulamaları olduğunu biliyoruz.
Öyle ki bu düzenin egemenleri, yönetenleri, ülke ekonomisini krize sokarken, insanımızı hem yoksullaştırıp hem aşırı borca sokup iktidar partisine, cemaat ve tarikatlara el açar bir hale getirerek biate zorladılar hem de bu süreçte onları demokrasiden, insani değerlerden, özgür düşünceden, laiklikten uzaklaştırdılar.
Yaşanan derin ekonomik sorunların üzerini örtebilmek içinse milliyetçiliği ve militarizmi körüklediler, her türden politikleştirilmiş dinci fikirlerle insanımızı kuşattılar ve sonuç olarak istedikleri gibi bir kitle tabanı yarattılar.
Bu bilinçli çabanın sonucunda, aslında hayatlarından (özellikle de ekonomik sıkıntılar yüzünden memnun olmayanlar), öfkelerini kendilerini bu duruma sokanlara değil, yanlış bir biçimde değişim isteyen muhalefete yönelttiler.
Bu bağlamda, içinde bulunduğumuz durum sadece demokrasiden uzaklaşma ya da devlet ve siyaset alanının tamamen gericileşmesi değil, toplumun azımsanamayacak bir kesiminin faşizmi destekler bir hale getirilmesidir.
Bu nedenle de durum göründüğünden çok daha sıkıntılıdır. Kitleleri bu büyünün etkisinden kurtaracak formüller ve mücadele yöntemleri bulamadığımız sürece, bu insanların kazanılması ve ülkenin demokratikleşmesi mümkün olmayacaktır.
Hakiki çözümler sunamayan bir muhalefet ile ancak buraya kadar
Seçim sürecinde oluşturulan ana muhalefet ittifakı (Millet İttifakı) sağcı, milliyetçi ve sosyal demokratlığı tartışmalı partilerden oluşan bir ittifaktı. Yani aşırı sağcı, otoriter popülist bir iktidara karşı muhalefet bu iktidardan özde farkı olmayan merkez ve sağ partilerden geldi. AKP ve MHP’den ayrılanların kurduğu partiler CHP ile birlikte ana muhalefeti oluşturdular.
“Güçlendirilmiş parlamenter demokrasi” önerisi dışında, özellikle de kapitalist sistemi karşılarına alan, bir yandan da kitlelere güven veren bir programları ve duruşları da olmadığı için, 21 yıllık sağ popülist otoriter deneyime ve sermaye ve devlet gücüne sahip mevcut iktidar bloku karşısında başarılı olamadılar.
Yeşil Sol Parti’nin (YSP) önderliğindeki “Emek ve Özgürlük İttifak” da alternatif bir demokrasi ve ekonomi programı sunamadı. Ayrıca, TİP ile yapılan ittifakın neden olduğu iç tartışmalar ve milletvekili adaylığı listelerinin oluşturulması sırasında yapılan yanlışlıklar, Üçüncü Yol’u açacağı iddiasında bulunan bu ittifakın da seçimlerden başarısız bir biçimde çıkmasıyla sonuçlandı.
Sonuç olarak
Sadece zarlar hileli değildi. Topluma kabul ettirilmiş Siyasal İslam ile sarmalanmış bir faşist ideoloji de bu seçimlerde çok etkili oldu. Sosyalistlerin çok zayıf olduğunu, onların dışındaki demokratik muhalefetin yetersiz kaldığını ve stratejik yanlışların yapıldığını da hesaba kattığımızda seçimlerin neden kaybedildiği aslında ortada.
Ancak asıl tehlike ile henüz karşılaşmadık. Zira yapılan balkon konuşması bundan böyle özellikle de yerel yönetim seçimlerine 9 ay gibi kısa bir süre kala, güç tazelemiş İktidar Blokunun daha da sertleşebileceğinin açık işaretleri ile dolu.
Üstelik mevcut iktidar, sebep olduğu ekonomik krizin enkazının altında kalmamak için de çaba gösterecek ve bu krizin faturasını emekçilere ve halka yıkarken, onların sesini iyice kısmaya çalışacaktır. Seçimlerde galip çıkmanın verdiği moral ile öncelikle bunu emek, demokrasi ve barış güçleri üzerindeki baskısını artırarak yapacaktır.
Bu nedenle emek, demokrasi ve barış güçleri, bu seçimlerden dersler çıkartarak, ideolojik ve örgütsel yenilenmeyi sağlamalı ve iktidar blokunun büyüsü altındaki kesimler de dâhil, tüm toplumun karşısına onların acil ekonomik sorunlarına emekten yana çözümlerle çıkmalı ve daha da önemlisi, onlara güven verecek bir siyasal ve örgütsel kararlılık sergilemelidir.
Aksi halde, “boş tencere” iktidar devirmeyeceği gibi, giderek daha fazla kitleyi faşizmin peşine takabilir.
Dip notlar:
(1) https://www.visualcapitalist.com/cp/number-democracies-globally (28 May 2023).
(2) V-Dem Institute, Democracy Report 2023: Defiance in the face of autocratization, March 2023, s. 43.