Müslümanların yaşadığı coğrafyanın neredeyse her metre karesi can alıcı, yıkıcı, kahredici sorunlarla boğuşuyor.
Dünyanın en sorunlu coğrafyası Ortadoğu coğrafyası. Ortadoğu coğrafyası da Müslümanların en yoğun yaşadığı coğrafya. Hangi türden sorun isterseniz mevcut.
Mübarek sorunlar üretim merkezi. Hangi sorunu görmek isterseniz teşhir vitrininde var! Irk kaynaklı, din kaynaklı, mezhep kaynaklı, meşrep kaynaklı, ekonomik bölüşüm kaynaklı, hukuk kaynaklı, kültür kaynaklı…
Hepsi!
Bazen topyekun; bezen bazıları bir arada olmak üzere. ..
Sorunlar diz boyu.
Bu coğrafyanın kaderi mi bu hal? Yoksa kötü kaderin coğrafyası mı bu coğrafya? Kaderin takdircisinin bir garezi mi var bu coğrafyaya? Yoksa bu kaderin peydahlayıcısı bir zemin mi var? Bu halin somut nedenleri mi var? Ya da soyut, mistik ve müdahale zemininden uzak ve değiştirilme imkanının olmadığı nedenlerden mi mütevellit?
Coğrafyanın kendisi sorun üreten olabilir mi tek başına? O coğrafyanın zihni, fikrî, inançsal, tarihi, kültürel ve medeniyet birikimi, yaşanan sorunların nedeni değil mi? Bir coğrafya onca sorun için bu kadar münbit ise bunun üzerinde ciddi düşünmek, tüm imkanları seferber ederek araştırma ve incelemeler yapmak, en cesur kararlılıkla nedenleri üzerinde durmak; sorumlu ve ehil kimselerin kaçınılmaz görevi sayılmalı değil mi?
Sorun, ortaya çıktığı an ve zeminde aynı zamanda çözüm için start veren bir olgudur. Her sorun haddi zatında çözümünün arayışını eş zamanlı ortaya çıkarır. Bu arayış eldeki imkanlar oranında er geç bir çözümü de üretir. Ve ilerleme, tekamül dediğimiz diyalektik süreç bu şekilde cereyan eder. Eğer bir coğrafyada sorunlar yumak haline gelmiş, günden güne büyümüş , giriftleşmiş ve çözümsüz kalmışsa orada anormal bir işleyiş ve vaziyetin varlığı söz konusudur. Bu vaziyet kabullenilmesi gereken bir vaziyet değildir. Bu hal müdaheleyi kaçınılmaz kılan bir haldir.
Sorun, ortaya çıktığı an ve zeminde aynı zamanda çözüm için start veren bir olgudur. Her sorun haddi zatında çözümünün arayışını eş zamanlı ortaya çıkarır. Bu arayış eldeki imkanlar oranında er geç bir çözümü de üretir. Ve ilerleme, tekamül dediğimiz diyalektik süreç bu şekilde cereyan eder.
Eğer bir coğrafyada sorunlar yumak haline gelmiş, günden güne büyümüş , giriftleşmiş ve çözümsüz kalmışsa orada anormal bir işleyiş ve vaziyetin varlığı söz konusudur. Bu vaziyet kabullenilmesi gereken bir vaziyet değildir. Bu hal müdaheleyi kaçınılmaz kılan bir haldir.
Bu zaviyeden bakıldığında Müslüman yoğunluklu coğrafya, neden sorunlu ve neden çözüm üretmekten uzak? sorusu hayatî sorudur. Bunun cevabını ya salt dış faktörlere bağlayıp öznel durumları görmezden gelerek vereceğiz. Ki genel geçer durum bu. Ya da sahici bir yaklaşımla tüm faktörleri masaya yatırarak çözümlemelerde bulunacağız. Ki o zaman da öznel ve iç etkenleri öne çıkaracağız. Bu da en başta büyük bir yüzleşme cesareti gerektirir. Yani sıra asırlar boyu biriktirilen bilim ve akıl temelinden yoksun malumatı çöplüğe atma kararlılığını; alışılagelen asırlık kültürel yaşantı ve geleneği gömebilme iradesini ortaya koymayı gerektirir.
Bu büyük vazgeçişi gerçekleştirme cüretini göstermek hiç de kolay değil. Bundan dolayıdır ki sorunlar her tarafı sardı. Artık biz her taraftan kuşatılmıs, aciz ve yenilgiyi kabullenmiş durumdayız. Bu vazgeçiş yeniden ayağa kalkma, kendini keşfetme, kendiyle; biriktirdiği tüm dini, kültürel, teknik eksik ve hatalarıyla yüzleşmeyi kaçınılmaz kılar.
Bu da zor, meşakkatli, dirençli ve sarsılmaz inanç gerektiren bir sürece girmek demektir. İçinde bulunulan kahredici alışılmış hal böyle bir girişim ve arayıştan daha çok makbul görülüyor. Alışılmışlık ve kabullenilmişlik durumu tüm kuşatıcılığı ile dururken bu kuşatmayı kırma iradesini ortaya koymak hiç de kolay ve cazip görünmez. Dahası bu durumdan asırlar boyu kazanım edinen kurumsallaşmış, sömürgecilerin yerel işbirlikçileri böylesi bir diriliş hamlesini yaşatmaya asla müsade etmezler. Tüm imkanları ile karşı bir saldırıya geçmek suretiyle boğar ve bastırırlar.
Müslüman coğrafyanın yaşadığı sorunlar Müslümanlık anlayışı ile direkt ilintilidir. İslamın hakim yorum ve yaşayış şekli sorun üreten ve sorunlara çözüm geliştirme kabiliyetinden yoksun bir içerik ve şekildedir. Bununla yüzleşmeden, bu hakimiyet yıkılmadan Müslüman yoğunluklu coğrafyanın rahat ve huzur yüzü görmesi imkan dışıdır. Ali Şeriati’nin deyimiyle “dine karşı din” hamlesi olmaksızın bu durum değiştirilecek gibi görünmüyor. Sahte ve muharref bir din anlayışı ancak sağlam ve sahih bir din anlayışı ile alt edilebilir. Sahte din anlayışına, din dışı bir karşı çıkış, sahte din anlayışını besleyen nedenlerden biri ve hatta en başatıdır. Sahte ve tahrif edilmiş bir din anlayışının panzehiri dinin öz ve doğru mesajıdır.
Bu coğrafyanın sorunlarına çözüm bulmanın yolu, hakim din anlayışının ağırlığını alt etmekten ve bu coğrafyada yaşayan tüm kavim, ulus ve inançların birikiminden istifade edecek cesur ve kuşatıcı bir zihni inşa etmekten geçer. Bunun kolay bir süreç olmadığı aşikardır. Sabr, emek ve bilinç gerektirir.