Sanırım son günlerde zaman zaman gerçeklik duygumu yitiriyorum. Çok sağlıklı bir durum olmadığının farkındayım. İçinde bulunduğum toplumun genel hissiyatını anlamak konusunda ciddi zorlanmalar içerisine girdim. Toplum dediysem derdim toplumun tümüyle ilgili de değil… Mevcut iktidara bel bağlayan toplumsal kesimlerin davranış biçim ve nedenlerini az buçuk kavramaktayım, benim anlamaya zorlandığım kesim, kendini muhalefet olarak adlandıran benim de dahil olduğum kesim…
Özellikle sözde yerel yönetim seçimlerinin de gündemde olduğu bu dönemde şirazem hepten kaydı. Sahiden ne yapmaktayız bir bilen var mı? Hangi oyunun pişekarları olarak sahnede yerimizi alıyoruz? Bugün yaşadığımız değer yıkımı sefaletinin en büyük yaratıcılarından olduğunu düşündüğüm Turgut Özal’ın sözü aklımdan çıkmaz oldu. “Alışırlar…Alışırlar…” Alıştık mı gerçekten? Yoksa “mış gibi” mi yapıyoruz? Yapılan bunca hukuksuzluk, yaşanılan örtülü ve örtüsüz olağanüstü şiddet, taciz, tecavüz, ayrımcılık, cinayet, işçi ölümleri hak ihlalleri, KHK’lar, kanunlar, kararnameler eşliğinde neredeyse tüm sistemin olağanüstü bir hızla faşizme evrildiği, burjuva demokrasinin esamesinin bile ortadan kaldırıldığı bugünler de neden her durumu kanıksar olduk? Kuşkusuz şaşırmak yetmez ama şaşırmamanın neredeyse entelektüel bir tavır haline gelmesi de ciddi bir sorun… Dilim söylemeye, elim yazmaya çekiniyor ama alışmaktan da öteye “mış” gibi yapıyoruz.
Eğer “mış gibi” yapmıyorsak, bir yandan meydanlarda “Faşizme karşı omuz omuza!” diye haykırırken öte yandan emekçilerin en yaşamsal talepleri karşısında sermaye iktidarının akıl almaz şiddetine karşı çıkarken dahi neredeyse her siyasi grubun farklı bir platform örgütlemesini nasıl açıklarız?
Eğer “mış gibi” yapmıyorsak, faşizm koşullarında gözümüz gibi korumak zorunda olduğumuz demokratik kitle örgütlerinde en az üç muhalif listeyle nasıl ortaya çıkarız? Haydi, onu da kabul ettik diyelim… Nasıl olur da bu örgütleri siyasi gruplarımızın arka bahçesine döndürmeye çalışır ve bu örgütlerde birbirimize şiddet uygulayıp kapıya koyarız?
Eğer “mış gibi” yapmıyorsak, bugüne kadar hep birlikte davranmayı başarabilmiş kadın hareketini dahi sistem partilerinin kadın kollarına döndürmeye çalışırız?
Eğer “mış gibi” yapmıyorsak tek bir kent sorununda dahi onlarca ayrı grup olarak birbirimizle yarışır, bunca enerjiyi, bilgi birikimini, dayanışma deneyimini israf ederiz?
Aklımı dağlayan bu soruları kendi alanlarımızdaki deneyimlerimize bağlı olarak istediğimiz kadar çoğaltabiliriz. Ne yazık ki bu durumun mantıklı ve canımı acıtmayan açıklamasını ve yanıtını arayıp duruyorum kendi kendime… Bu yanıtı bulursak, belki de hep birlikte yeni bir siyaset yapma biçimi yaşam felsefesi inşa edebiliriz umuduyla… Dedim ya dilim söylemeye, elim yazmaya varmıyor diye… Bir yanıt çaresizlik psikozu içinde faşizmin inkârı… Bu konuda yazanlar, çizenler, düşünenler adına faşizmin sıradanlaşması demişler… Koskoca bir külliyat var ortada… Asıl canımı yakan bir başka açıklama ise; ekonomik olarak ömrünü tamamlamış olan neoliberalizmin aşırı rekabet ve bireycilik üzerine kurulu ideolojisinin, kişisel ve kurumsal olarak bizleri de etkisi altına almış olan hegemonyası… Bu dertten de en fazla ana muhalefet partisi muzdarip kanımca… Gerçi onlar için dert mi pek emin değilim ama “mış gibi” yapma konusunda kimse onların eline su dökemiyor. İnanılır gibi değil ama sanırım o cenahtan hiç kimse artık çağdaş anlamda “yerel ve yerinden yönetim” diye bir yönetim biçiminin hukuksal ve yönetsel olarak ortada kalmadığının farkında değil daha doğrusu bu konudaki tarihi sorumluluklarının da farkında olarak “mış gibi” davranmayı tercih ediyor.
Zira 1 Eylül 2016 tarihinde yürürlüğe giren 674 sayılı KHK ile Olağanüstü Hal döneminde belediyeler ile ilgili önemli değişiklikler gerçekleşmiş ve bu değişikliklerden en önemlileri de yerel yönetimlere kayyım atanması biçiminde gerçekleştirilmişti. Her ne kadar bu kayyım atamaları konusunda iktidarın her derdine deva olan “terör” ve “olağan üstü hal koşulları, merkezi iktidarın yerel yönetimler üzerinde hegemonya ve vesayet kurmasını meşrulaştırılması olarak kullanılmış ve bu konuda sistem içi muhalefetin sesi kesilmişse de; ardından gelen referandum ve Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile yerel yönetimlerin, merkezi yönetimin daha doğrusu tek kişilik bir yönetimin iradesi altına alınmış olduğunun farkında olunmaması mümkün değildir. Üstelik Cumhurbaşkanı “Seçilip yine aynı şeyi yaparsa yine görevden alırız. Ben kayyım işini çok önceden söyledim. 6-7 yıldır arkadaşlarıma bunu anlatamadım. 2-3 yıldır beni anladılar da kayyımlar tayin ettik” demişken ve de kayyım atamaları şimdiden muhtarları dahi kapsamışken… Hadi canım siz de…