Onlara borçluyuz. Bu ülke borçlu. Bu ülkede yaşayan halklar borçlu. Zira onları çok daha önce özgürlüklerine kavuşturamadık. Geç kaldık
Adil Okay
Bugün özgürlük ve eşitlik ütopyasıyla çıktıkları yolda esir düşen ve geçen aylarda tahliye olan üç mektup arkadaşımla; tam 30 yıl (toplamda 90 yıl) hapishanede kalan Celalettin Araci, Felemez Erdem ve Turan Demir ile buluştuk. Mektuplarla başlayan arkadaşlığımız yıllar sürdü ve nihayet 30’ar yıl tutsaklıktan sonra tahliye oldular ve biz gıyabi tanışmayı vicahiye çevirdik. Ve bu üç “tarih gibi adam” da yıllar sonra ilk kez karşılaşmış oldular. Buruk bir sevinç ve heyecan yaşadık.
Depremde Antakya’da kaybettiğim kız kardeşim, yeğenlerim ve kuzenlerim için başsağlığı dilemeye gelmişlerdi. Sohbetimiz doğal olarak yine hapishanelere ve memleketin sorunlarına yöneldi. Çeyrek asır sonra dışarı çıkan bu insanlar bir araya gelince, içeride kalan arkadaşlarından, yoldaşlarından söz ediyor, onlar için ne yapabiliriz diye düşünce üretiyorlardı.
Sohbetimiz bazen andığımız hasta bir tutuklunun veya tahliye edilmediği için hayatını kaybeden bir tutsağın adıyla hüzne boyanıyordu. Ama 30 yıl sonra hâlâ umut dolu olan bu insanlar, onları unutmayanlara, eşlerine, çocuklarına, dostlarına, yoldaşlarına şükran duygularını da ifade ediyorlardı.
Felemez ve Turan’ın çocukları hapishane kapılarında büyümüşlerdi. Celalettin evlenmeye zaman bulamadan tutsak düşmüştü. Ama o da “ailem geniş, halkımız beni, bizi bağrına basıyor” diye yanıtlıyordu sorularımı. Turan ve Felemez’in mektupları, yıllar önce yayınlanan, “Ben çıkana kadar büyüme e mi, Hapishane kapılarında büyüyen çocuklar” adlı kitabımda yer almıştı. Onlar içerideyken çocuklarıyla da tanışmıştım.
Turan Demir’in 10 yıl kadar önce kızı Eylem hakkında yazdığı mektuptan bir bölüm aktarıyorum. Duygu yüklü bu satırlar yeni hazırladığım, yakında yayınlanacak olan bir tiyatro oyununda -tabi onun izniyle- replik haline geldi.
“Biricik kızım şu anda 24 yaşında, üniversite öğrencisi ama ben onu toplam 24 defa ya görmüşüm ya da görmemişim, doya doya dokunamamış, sarılamamış, kucağıma alamamışım. Büyüdü, kocaman bir genç kız oldu ona bir şeker, bir çikolata alamadım, bir oyuncak almadım, bir giysi alamadım. Oysa onun ellerimde büyümesini, büyüdüğünü an be an görmeyi çok isterdim. Benden ihtiyaçlarını istemesini çok arzulardım. Gece yarıları ağladığını, güldüğünü, kapının önünde oynarken çamura batmasını, sonra da taşı minik ellerine alarak her şeyi birbirine katmasını görmek isterdim ama hiçbiri olmadı…”
Elbette onlara daha birçok soru sordum. Onlar da bana. 12 Eylül dönemini, işkenceleri, idamları, açlık grevlerini, yararlanamadıkları “af” süreçlerini konuştuk. Koğuş sisteminden F tipine geçişi, sürgünleri ve sayamayacağım kadar çok keyfi uygulamayı-yasağı yaşayan bu insanlar, yaşadıkları ezaya rağmen dünyaya ve çevrelerine sevgiyle bakıyorlardı. Ayaklı tarihti onlar. Celalettin Araci, Felemez Erdem, Turan Demir ve onlar gibi çeyrek asırdır tutsaklık yaşayan diğerleri…
Yalanla örülmüş resmi tarihin dışındaki gerçek hapishane tarihi onların belleklerinde saklı. Yazılmayı bekliyor. Ama bu görev sadece onların değil, biyografi yazımında uzmanlaşan arkadaşlarımızın, belgesel yapımcılarının görevi.
Onlara borçluyuz. Bu ülke borçlu. Bu ülkede yaşayan halklar borçlu. Zira onları çok daha önce özgürlüklerine kavuşturamadık. Geç kaldık.
Ve halen içeride bizim için, sizin için, çocuklarımız için, daha adil bir dünya için mücadele ederken esir düşen binlerce politik tutsak var…