Sebahat Tuncel İtalyan La Stampa gazetesine verdiği röportajda, ‘Benim hapishanede 7. yılım ve daha ne kadar kalacağımız ise Türkiye’deki siyasal gelişmelere bağlı’ dedi
İtalyan La Stampa gazetesi için gazeteci Valentina Ruggiu, Sincan’da rehin tutulan Kadın Hareketi öncülerinden, HDP eski milletvekili ve Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel ile yapılan yazılı röportajı “Erdoğan’ın siyasi rehinesi olarak hayatım” başlığı ile yayınlandı.
Röportajda Tuncel, cezaevindeki koşullara değinirken Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış tecrite de dikkat çekti.
‘Rehin olarak tutuluyoruz’
Röportajda, ‘Hapishanede size nasıl davranıyorlar ve nasılsınız?’ sorusuna Tuncel, “Sağlığım iyi diyeceğim ama, sağlığı geniş anlamda yaşadığımız koşullar dikkate alındığında “iyi” tam gerçeği ifade etmemektedir. O nedenle size yaşadığımız kimi sorunları yazmayı ve nasıl olduğumuzu bu çerçevede değerlendirmeyi size bırakmayı daha uygun buldum.Türkiye demokrasisinin nasıl olduğunu anlamak için cezaevlerine bakmak yeterli. Binlerce Kürt siyasetçi, aktivist, gazeteci, kadın hareketi aktivistleri haksız, hukuksuz bir şekilde cezaevlerinde ‘rehin’ olarak tutulmaktadır. En küçük bir hak talebi, gözaltı, tutuklama gerekçesi yapılıyor. Cezaevlerinde de Kürt karşıtı siyaset devam ettiriliyor. Türkiye’de ki infaz yasasına göre infazı bittiği halde yüzlerce Kürt uydurma gerekçelerle tahliyeleri erteleniyor veya infazları yakılıyor. Yani ayrımcı uygulamalarla karşılaşıyoruz. Örneğin cezaevlerinde siyasi tutuklu ve hükümlülere 10 dk telefon hakkı verilirken, adli tutuklu ve hükümlülere 30 dk görüntülü telefon hakkı verilmekte. Yine kapalı görüş yapmadıklarında 30 dk ek telefon hakkı verilirken, siyasilere bu hak verilmiyor” dedi.
İmralı tecritine dikkat çeken Tuncel, “Yine cezaevlerinde, İmralı Adası’nda başlayan ve tüm cezaevlerinde yaygınlaştırılan tecrit ve izolasyon uygulanıyor. Haftalık 10 saat sohbet ve spor hakkı hiçbir cezaevinde tam uygulanmıyor (siyasiler için). Pandemi sürecinde adli tutuklular tahliye edilirken, siyasi tutuklular bu süreçte ağır bir tecrit ve izolasyona tabi tutuldu. Pandemi sonrasında da sohbet ve spor hakkı mekansal koşullar yeterli olmadığı, cezaevlerinin kapasitesi üzerinde dolu olmasından kaynaklı uygulanmadığı ifade ediliyor” dedi.
‘ATK siyasi yaklaşımı nedeniyle 75 kişi yaşamını yitirdi’
Cezaevlerinde yaşanan hak ihlallerine değinen Tuncel, “Hastahanelere gidiş gelişlerde tutsaklar kelepçeli olarak saatlerce ringlerde tutuluyor. Bazı durumlarda kelepçeli tedavi dayatılıyor. Yine bazı yerlerde çift kelepçe (yani tutsakları birbirine kelepçeleme) uygulaması (Diyarbakır) işkencedir. Yine cezaevlerinde revir ihtiyacına cevap verilmemekte, yeterince sağlık personeli bulundurulmamaktadır. Cezaevi idaresinin uygulamalarına karşı çıkmak itiraz etmek ise disiplin cezalarını (ziyaretçiden yoksun bırakma, hücreye koyma, kimi faaliyetlerden alıkoyma) ve yargı tacizini göze almayı gerektiriyor. Ben cezaevindeki haksızlığa itiraz ettiğim için 1 yıl 3 ay ile cezalandırıldım. Hasta tutsaklar Adli Tıbbın siyasi yaklaşımları nedeniyle tahliye edilmiyor ve bu nedenle 2022 yılında 75 insan cezaevinde yaşamını yitirdi. Kısaca Türkiye cezaevlerinde günlük yaşamın kendisi bir irade savaşını zorunlu kılıyor. Bulunduğumuz cezaevinde haftada bir yapılan aramalar oradaki cezaevinde banyo ve tuvalet kapısını görecek şekilde ortak alana ve havalandırmaya yerleştirilen kameralarla 24 saat izlenmek sağlıklı beslenme temizlik ve hijyen malzemelerinin kadınlar için yeterince veya bazı cezaevlerinde hiç verilmemesi ve daha pek çok sorunlarla baş etmek zorunda kalınıyor. Türkiye’deki cezaevlerinde 2 madde geçerli.Birincisi devlet her zaman haklıdır. İkincisi tutsakların haklı olduğu durumda birinci madde geçerlidir” ifadelerini kullandı.
‘Muhalif yayınlar cezaevine alınmıyor’
Yöneltilen seçim takibi sorusuna Tuncel, “Cezaevinde ne seçim sürecini nede yaşanan siyasal, toplumsal, ekonomik gelişmeleri tam anlamı ile takip etmek ne yazık ki tam anlamıyla mümkün değil. Gelişmeleri cezaevinin izin verdiği TV kanalları ve gazeteler üzerinden takip edebiliyoruz. Muhalif gazeteler dergiler ‘kamu güvenliğini tehdit ettiği’ veya basın ilan kurumlarından reklam almadığı (ki bu kurul muhalif gazetelere reklam vermiyor) için cezaevine alınmıyor. Tek seçenek iktidar yanlısı medya. Bu medya kuruluşlarının tüm siyasi partilere, adaylara eşit davranmadığını, parasıyla bile HDP’nin Yeşil Sol Parti’nin seçim reklamlarını yayınlanmadığını, bir iki program hariç Yeşil Sol Parti’nin temsilcilerine ve adaylarına yer verilmediğini sizlerde gözlemlemişsinizdir. İktidar yanlısı gazete, Televizyon ve radyolar ise Kürt karşıtı Kürtleri kriminalize eden yayınlar yapmaktadır. Bizler bu koşullarda doğru bilgiye ulaşmaya çalışıyoruz. Ziyaretimize gelen veya haftada 10 dakikalık telefon görüşmelerinde gerçek habere ulaşmaya çalışıyoruz” dedi.
‘Cezaevinde ne kadar kalacağım Türkiye’deki siyasi gelişmelere bağlı’
Hapishanede kaçıncı yılınız ve daha ne kadar kalacaksınız sorusuna Tuncel, “Benim hapishanede 7. yılım ve daha ne kadar kalacağımız ise Türkiye’deki siyasal gelişmelere bağlı. Kürt siyasetçiler hakkında açılan davaların %90 ı siyasi saikler ile açılmış durumda. Türkiye’de yasama yürütme yargı bağımsızlığı ortadan kalktı. Hukuk mekanizması iktidarın muhalifleri baskı altında tutma aracına dönüştüğü için adalet sağlanmıyor. Türkiye’de Anayasa mahkemesine, AİHM’e, yapılan başvuruların yüzde 70-80’nin adil yargılanma talebi üzerinedir. Türkiye’deki yargının siyasallaşması davaların öngörülebilir olmasını ortadan kaldırıyor. Türkiye yargı sistemi mevcut hali ile biz Kürtleri ‘normal’ hukuk sisteminin dışına çıkarmış durumda. Fiilen yurttaşlıktan da çıkarılma söz konusu. Türkler, Türk siyasetçiler için hak olan siyaset yapma örgütlenme ve eylem yapma özgürlüğü söz konusu. Kürt siyasetçiler, Kürt kadınları ve gençleri olunca ‘örgüt üyeliği’ gerekçesi yapılmaktadır’ dedi.
‘Geriye dönsem, Kobanê halkıyla tekrar dayanışırdım’
‘HDP milletvekillerine destek eylemi sırasında tutuklandınız. Eğer geri dönseydiniz bunu tekrar yapar mıydınız?’ Sorusuna Tuncel, “Cezaevinde insanın düşünmeye, geçmiş pratiklerini sorgulamaya, yaptıklarının, yapamadıklarının, muhasebesini yapmak için çok zamanı oluyor. Geriye dönüp baktığımda yine yapardım. Evet dayanışmadan gözaltına alınıp tutuklandım. Şuan da HDP MYK’sının milletvekilleri, belediye eşbaşkanları, kadın hareketlerinin aktivistlerinin olduğu Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden ve kamuoyuna Kobanê davasında yargılanma nedenimizde DAİŞ çetelerinin vahşetine karşı direnen Kobanê halkıyla dayanışma çağrısı yapmaktır. Bu çağrı nedeniyle savcı hakkımızda 7 kez ağırlaştırılmış müebbet, 2 müebbet ve 134 yıl ceza istiyor. Ama geriye dönüp baktığımda yine DAİŞ vahşetine karşı durur Kobanê halkıyla, Rojava halkıyla dayanışma içinde olurdum” dedi.
‘Kadın özgürlükçü paradigma’
Siyasi geçmişine dair gelen soruya Tuncel, “Politik bir aileden geliyorum. 12 Eylül faşist askeri darbesinde gözaltına alınıp işkence gören aile üyelerimiz var. Kürt, Alevi, Sol gelenek içerisinde büyümek doğal olarak sizin de tahmin edeceğiniz gibi yürüyüşümün nasıl olacağını belirlemede etkili oldu. Özellikle 90’lı yıllarda devletin Kürt halkına yönelik inkar imha asimilasyon politikası, binlerce köyün boşaltılıp milyonlarca Kürt’ün zorunlu göçe tabi tutulması bir Kürt olarak beni politik bir itiraza yöneltti. Yine bu süreçte İstanbul’da üniversitede okuyan halamın gerillaya katılması sosyalist-marksist düşünceler etrafında yoğunlaşmam, sınıfsız, sınırsız, sömürüsüz bir toplum ideali tercihimi belirlemiş oldu. İlk İstanbul-Esenler’de bir mahalle komisyonunda başladığım kadın çalışmaları, kadın kimliğine yönelik erkek egemen sistemi yok sayan köleliğe mahkum eden cinsiyetçi zihniyete karşı, Kürt siyasi hareketinin özellikle sayın Öcalan’ın kadın sorununa yönelik değerlendirmeleri, 3 bin yıllık merkezi uygarlık sisteminin kadına dayattığı kölelikten kurtulmak kadın özgürlükçü bir paradigma siyasete aktif katılmamda etkili olan faktörlerdir” dedi.
‘Barış içinde bir yaşamı inşa etme’
‘Kürt halkının talepleri nelerdir?’ Sorusuna Tuncel, “Kürt halkı, halk olmaktan kaynaklı ekonomik, kültürel tüm haklarını kullanmak ve kendi kaderini kendisi belirlemek istiyor. Dünya genelinde nüfusu 50 milyona varan Kürtler coğrafyası 4 ulus-devlet (İran, Irak, Suriye, Türkiye) arasında parçalanmış ve hukuk devletlerinin baskı, zor ve zulüm politikalarıyla varlığını sürdürme mücadelesi, bugün Kürt sorunu olarak adlandırılan olgunun temel nedenidir. Kürtlerin büyük çoğunluğu 21. yüzyılda ulus-devletlerin insanlığın başına bela olduğu ulus-devletler olmadan da demokratik halkların eşit, özgür birlikteliğini esas alan çoğulcu bir ulus tanımı ve bu çoğulculuğun güvence alacak anayasa ile sorunun çözüleceğine inanıyor. Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü her halkın kendi geleceğini belirleyeceğini demokratik özerk yönetim anlayışının sorunları çözeceğine inanıyorlar. Yine Ortadoğu halkları ile eşit, özgür ve dayanışmayı esas alan barış içerisinde bir yaşamı inşa etmeye çalışıyorlar. Bunu bir formülasyonla ile demokratik özerk bir yönetimle kendilerini yönetmeyi, Demokratik Cumhuriyet’te ise birlikte yaşadığı halklar bir arada yaşamayı, Demokratik Ortadoğu Konfederasyonuyla da Ortadoğu halkları ile dayanışma içinde yaşayacakları bir sistem istiyorlar” dedi.
HABER MERKEZİ