Merhaba arkadaşlarım,
Yarınki seçim her ne kadar “Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimi” olarak adlandırılsa da gerçekte bir referandum niteliğinde
Yani 2018 yılından bu yana uygulanmakta olan ve “Tek Adam Rejimi” olarak da adlandırılan mevcut ucube otoriter rejim için ya “artık yeter” (edi bese) ya da “devam” diyeceğiz.
Bu anlamda yarınki seçim adaylardan daha ziyade rejimin oylandığı bir referandum olacak.
Bu referandumda sahnede mevcut aşırı sağcı/milliyetçi, siyasal İslamcı İktidar Blokunun (“Cumhur İttifakı”) adayı R. Tayyip Erdoğan ile merkez sağ ve sosyal demokrat “Millet İttifakı”nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu yarışıyor.
Seçimlerin anahtar partisi konumundaki Halkların Demokrasi Partisi’nin (seçimdeki adı ile Yeşil Sol Parti/YSP) içindeki Kürt Siyasal Hareketi ve sosyalist bileşenlerin, Emek Partisi (EMEP) ve T. İşçi Partisi’nin (TİP) oluşturduğu “Emek Özgürlük İttifakı” ve bu ittifakın dışında kalan diğer Türkiye solu ve sosyalistleri bu referandumda Millet İttifakının adayı olan Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vereceklerini açıkladılar.
Son olarak, Milliyetçi Hareket Partisi’nden (MHP) ayrılan ve kendilerini “Bağımsız Türk Milliyetçileri” olarak adlandıran azımsanamayacak bir kesim de bu referandumda Kemal Kılıçdaroğlu’na destek vereceğini açıkladı.
Millet İttifakının adayı Kılıçdaroğlu bu denli geniş bir yelpazeden oy alıyor. Çünkü her ne kadar bu referandum Cumhurbaşkanı değişikliği ile sonuçlanacak olsa da, Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı en kısa zamanda Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş sözü verdi.
Devrimci bir boykotun koşulları mevcut olmamasına rağmen, “her iki blokun da sağcı ve milliyetçi olduğundan” hareketle bu seçimlerde açıktan boykot çağrısı yapanlar ya da sandıklara gidilmemesi gerektiğini savunan bazı sosyalistlerse tarihsel bir hatanın içindeler.
Bu tutumları ile bir süredir hızla kurumsallaşmakta olan faşizmin ekmeğine yağ sürüyorlar ya da bugünlerin yaygın deyimi ile “Cehennem ateşini harlıyorlar”. Oysa muhalefet bu referandumu kaybederse artık faşizmin kurumsallaşmasının önünde ciddi hiçbir engelin kalmayacağı açık.
Değerli arkadaşlarım,
Faşizm, kapitalizmin en saldırgan, en korkunç halidir. Bir yandan üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti büyük sermaye lehine koruyup güçlendirirken, diğer yandan kapitalizme içkin olan emperyalist tahakküm eğilimini, militarizmi, savaşları ve kadın düşmanlığını körükler.
Aynı zamanda faşizm, Almanya’da Hitler döneminde Yahudilere, Portekiz’de Salazar döneminde Afrika halklarına karşı yürütülen düşmanlığı körüklediği gibi, Türkiye’de Kürtlere ve Alevilere karşı ayrımcılığı ve düşmanlığı iyice artırmıştır.
Faşizm, burjuva demokratik sistemin serbest seçim, kanun önünde eşitlik, hukukun üstünlüğü ve parlamento gibi siyasal kazanımlarını tersine çevirir. Aynı zamanda otoriterliği ve kilise ya da diğer dini kurumların devletle gerici birliğini yüceltir. Bu birliktelik İtalya, Portekiz ve İspanya’da Katolik Kilisesi ve Güney Afrika’da Hollanda Reformcu Kilisesi ile kurulmuştu, Türkiye’de ise Diyanet’le sağlanmıştır.
Faşizme geçit vermemek için son şansımızı iyi kullanalım, görevimizi yapalım. 14 Mayıs’ta çeşitli nedenlerle sandığa gitmeyenleri yarın sandığa gitmeleri ve faşizme karşı oy kullanmaları yönünde ikna edelim. Sandıkların başından ayrılmayalım, oylarımıza ve irademize sahip çıkalım.
Geçtiğimiz iki yılda Brezilya’da ve Kolombiya da halklar otoriter faşist liderleri sandıkta devirdiler ve faşizmin geriletilmesi ve demokrasinin yeniden ve daha güçlü bir biçimde inşası için önemli örnekler oluşturdular.
Latin Amerika halklarının yaptığını demokrasiye, barışa ve özgürlüklere hasret bu ülkenin kadim halkları da pek ala yapabilir.