Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar: Bizim oyumuz aslında değişime ve demokrasinin kendisine. Kişilere, kimliklere indirilmiş bir cumhurbaşkanlığı yarışından da söz etmiyoruz. Toplumda biriken bir demokrasi talebi var ve hayat bulması gerekiyor
Cumhurbaşkanlığı seçiminin ikinci turu yarın yapılacak. Seçimlerin birinci turunda, cumhurbaşkanı adayı olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı alan Yeşil Sol Parti, ikinci turda da Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye devam edeceğini duyurdu. Jinnews’ten Dilan Babat‘ın sorularını yanıtlayan Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, 14 Mayıs’tan 28 Mayıs’a uzanan sürece değerlendirdi.
- 14 Mayıs seçimlerini geride bıraktık. Öncelikle nasıl bir seçim atmosferi vardı, genel olarak ve siz çalışmalarınızı hangi esaslar üzerinde yürüttünüz?
Önemli bir seçim sürecini atlattık. 14 Mayıs seçimleri bugüne kadar geçirdiğimiz seçimlerden farklı olarak; ikinci yüzyıl eşiğinde Türkiye’deki rejimin niteliğinin yüksek sesle tartışıldığı bir hatta geçmiş oldu. Bu seçim sürecinde en büyük motivasyonumuz ve dinamiğimiz toplumda açığa çıkan değişim ve dönüşüm talebinin kendisiydi. Toplumun yeni dönemde de siyasetin kendisinde de özne olma talebi açık bir şekilde belirginleşti. Biz de politikamızı bu değişim ve dönüşüm talebinin içerisinde barındırdığı demokrasi, eşitlik ve özgürlük talebinin üzerine oturtmuş olduk. Hem Kurdistan’da hem de Türkiye’de bütün toplumsal kesimler yürütülen mücadeleyi çok ciddi sahipleniyordu. Büro açılışlarımız kitlesel geçti, mitinglerimiz çok kitlesel geçti. Parti olarak değil, tüm halklarla birlikte kitlesel bir çalışma yürüttük.
- Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kaldı. Bunu nasıl okuyorsunuz? Özellikle Kürdistan’da Kürt halkının tutumunu nasıl okuyorsunuz?
Beklediğimiz ve beklemediğimiz bir sonuç olarak ifade etmek mümkün. Türkiye’de bu rejimin değişmesini gerektiğine inanan toplumun yarısından fazlasının bir talebi vardı. İkinci tura kalan bu seçimlerde yine belirleyici olanın bu değişim talebi olduğunu düşünüyoruz. Kurdistan açısından desteklediğimiz adayın almış olduğu oy oranı çok kıymetli. Mücadelemizi görmeyen hiç kimsenin iktidar olmayacağını dair bir cevap vermiş olduk. Cumhurbaşkanlığı seçimleri ikinci tura kalmış olsa dahi yüzde 45’lik oranın kendisi bile mevcut rejimin meşruluğunu tartışılabilir kılmıştır. Bu rejimin değişmesi gerektiğine inanan herkesin vereceği mücadele, 28 Mayıs’ta çok belirleyici ve değişimin anahtarı rolünde. Bunda da ısrar ederek, 28 Mayıs’ta yeniden sandıklara gitme çağrılarımızı yapmaya devam ediyoruz.
- İkinci tura giderken, Kemal Kılıçdaroğlu’nun dilini değiştirdiğini görüyoruz. Nedir bunun sebebi, seçmeni nasıl etkiler, özellikle Kürt halkı açısından?
Meclis’e de yansıyan ırkçı, milliyetçi, muhafazakâr siyasal İslamcı bir tablo açığa çıktı. Türkiye’de milliyetçiliğin, cinsiyetçiliğin ve dinciliğin siyasette bu kadar belirleyici olmasının halklara çok ciddi verdiği zararlar var. Biz milliyetçilik yerine demokratik ulusu, cinsiyetçilik yerine toplumsal cinsiyet eşitliğini, dincilik yerine tüm inançların eşit yaşadığı bir sistem kurmak durumundayız. Bu halkların talebi olarak da açığa çıktı. Millet ittifakının adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun etrafından bir araya gelen irade şunu söylüyor; Bu ülkede ırkçı, milliyetçi, şoven siyaset yapan bir mevcut iktidar zaten var. Biz böyle bir iktidarı istemediğimiz için senin etrafından bir araya geldik. Toplumun ihtiyaç duyduğu, bugüne kadar toplumu karşı karşıya getiren, nefret söylemini derinleştiren, beka söylemiyla demokratik taleplerin tümünü ‘terörize’ edilen bir dil değil, bunu ifşa eden bir dil. Türkiye’de ne yazık ki uzun süredir siyasettin kendisi, söz ettiğim kavramlar üzerinden hayat bulduğu için Millet İttifakı’nın adayının da bu eğilime girdiğini görüyoruz. Bu dilin terk edilmesi gerekiyor.
Bugüne kadar bu dil fayda sağlamadı. Toplum ile bütünleşmeyen hiçbir iradenin aslında toplumun değerlerini ifade etmediğini görmek gerekiyor. Ne yazık ki uzun bir süredir dünyada sağ popülist siyaset çok ciddi hayat bulmuş durumda. Seçmenler, bu dil ve siyasetle bir anlamda manipüle ediliyor.
Dünyada yükselen bu sağ siyasetten de Türkiye etkilenmiş durumda. İktidarların yaratmış olduğu bu tekinsiz alan ister istemez içe çekilmeye sebebiyet veriyor. AKP çok uzun bir süredir ciddi bir toplumsal kesimi muhafazakârlaştırdı. Sadece inançsal anlamda değil, ekonomik, siyasal ve sosyal olarak insanlar mevcut iktidarın söylemi dışında herhangi bir siyasi dile gözünü, vicdanını açamaz hale geldi. Yaratılmak istenilen korku ikliminin kendisi bir korunaklı alan tercihine götürüyor. Türkiye’de bunun oy aldığını düşünen Millet ittifakı da bu dili seçmek zorunda kaldı. Ama bu dilden rahatsız olan çok ciddi kesim var, esas alınması gereken demokrasi dili ve bir değişimdir.
İkinci tura belli başlı tartışmalarla gidiyoruz. Bu bir CHP desteği değil, sadece Kılıçdaroğlu desteği de değil. Bizim oyumuz aslında değişime ve demokrasinin kendisine. Kişilere, kimliklere indirilmiş bir cumhurbaşkanlığı yarışından da söz etmiyoruz. Toplumda biriken bir demokrasi talebi var ve hayat bulması gerekiyor. Seçim bürolarımız duruyor ve seçim bürolarımızda bu yönlü çalışılmaya devam edilecek. Milletvekili adaylarımız başta olmak üzere il ve ilçe örgütlerimiz çalışmalarına devam ediyor. Bir kişiye değil kendi mücadelemize kazandırmak istiyoruz. Mücadelemiz AKP-MHP iktidarının bunca zamandır altına imza attığı zulüm politikalarının değişmesine dönüktür. Cumhurbaşkanlığı seçimi bunu değiştirir mi? Bunun da farkındayız, değişmez ama bu bu rejimin ortadan kalkması gerekiyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra parlamentoda daha güçlü bir çalışma yürütmek zorunda olduğumuzu biliyoruz. En önemli engelimiz tek adam rejimi.
- Parlamento seçimlerinde eşit temsiliyeti ortaya çıkaran bir grupla Meclis’e gidiyorsunuz. Bunu nasıl değerlendirirsiniz? Zira Meclis’in “erkek” profili değişmedi.
29 kadın arkadaşımız ile birlikte parlamentodayız. Bizim aslında en büyük mücadele alanımız sokaklarda. Bütün kadın hareketinin yürütmüş olduğu mücadelenin hem kazanımları hem de hedefleri önemli. Yeşil Sol Parti üyeleri, aktivistleri olarak değil, Türkiye’de kadın mücadelesi yürüten herkesin görüşünü alarak oluşturduğumuz bir beyanname var. Elbette öncelikli olarak parlamentodaki bütün kadın vekillerle bir araya gelme koşullarını zorlamak durumundayız. Çünkü kadın sorunu siyasi partilerin üstünde olan bir mevzu. Geçmiş dönemlerde de bu çağrılar sürekli yapılmıştı.
- Seçim beyannamenizde önemli başlıklar vardı. Kadın Bakanlığı, yargı alanında Kadın İhtisas Mahkemeleri gibi bunlar için nasıl bir yol haritası izlenecek?
Mevcut Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın ne kadar işlevsiz olduğunu biliyoruz. Kadın bakanlığı ile ilgili kanun teklifi verilecek. Bu dönemde daha ısrarcı bir mücadele vereceğiz. Türkiye’de uzun süredir AKP’lileşen bir erkek ittifakı yargısı var. Buna ilişkin kadın ihtisas mahkemeleri beyannamemizde yer almıştı. Bunu hayata geçirmek için kanun teklifi vereceğiz. Aynı şekilde 8 Mart’ın resmi tatil olması gündemimizde. Ev emekçisi kadınların görülmeyen emeklerinin görünür olması açısından çok ciddi bir mücadele hattı var.
- Yeşil Sol Parti olarak özellikle kadın vekiller açısından sormak istiyorum, önceliğiniz ne olacak?
Yükselen kadın mücadelesinin kendisi hem Türkiye’de hem Kurdistan’da birçok kadını partilerinden bağımsız etkilediğini düşünüyorum. Bugün AKP içerisinde bulunan kadın vekillerin bile İstanbul Sözleşmesi ile ilgili aldıkları pozisyondan dolayı rahatsız olduklarını biliyoruz. Yine diğer partiler açısından erkekler bu konuda her ne kadar net bir tavır koymuş olsalar bile İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa ve kadınların kazanımları ile ilgili bütün başlıklarda iktidar ve ittifakları karşısında kadın mücadelesinin ortaklaştırılmasından başka bir çare gözükmüyor. Bunu başarabileceğini düşünüyoruz.
- Bunun devamında şunu sormak istiyorum. Kadın örgütleri ile nasıl bir ortaklaşmanız olacak?
Bugün cezaevinde olan kadın arkadaşlarımızın da içinde olduğu bir imza kampanyası ile süreç başlatılmıştı. 2005 yılında Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) ilk eşbaşkanı sevgili Aysel Tuğluk olmuştu. Bu, o dönemden bu yana hiç vazgeçilmeyen bir mücadele. Siyasete hakim olan erkek zihniyetinin, erkek politikalarının değişmesi gerekiyordu. Eşbaşkanlık ve eşit temsiliyetin kendisiyle de başta siyasi parti olmak üzere kurumların, sivil toplum örgütlerinin etkilendiğini biliyoruz. Türkiye’de siyasete bir kadın bakış açısı ve bir kadın siyaseti gerekiyor ve buna ihtiyaç olduğunu gördük. Kadın aklı ve siyasetinin daha yapıcı, daha demokratik, daha kavrayıcı bir formda ilerlediğini gördük. Bu kazanım, partimizde de kadın çalışmalarının büyümesinin formülü bir anlamda. Dolayısıyla 2005 yılından bugüne kadar siyasetin sadece erkek işi olmadığını, kadınların da siyasette çok daha güçlü şeyler yapabildiği kanıtlanmıştır. Bundan sonraki faaliyetlerimiz bunları büyütmek olacaktır. Türkiye’de demokratik siyasete damgasını vuran bir kadın mücadelesi var. Beyannamemizi oluştururken, Türkiye’de kadın mücadelesi veren tüm kadınlarla ilişki kurmayı önemsedik. Sonuçta sokakta ne kadar güçlüyseniz parlamentoda o kadar güçlüsünüzdür. Önümüze gelen tüm çalışmalarda kulağımız ve gözümüz birlikte mücadele yürüttüğümüz kadın arkadaşlarımız ve kadın hareketindedir. Birbirinden bağımsız değildir, tek mücadele alanımız var.
- Son olarak cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turuna az bir zaman kaldı. Yurt dışında sandıklara ilk tura göre daha fazla bir katılım olduğu görülüyor. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bir rejim sorunu ile karşı karşıyayız. 28 Mayıs’ta sandıklara giderken biraz daha sarih gidiyoruz. Tek adam rejimine mi, yoksa demokratik değerleri esas alan yeni bir döneme mi ihtiyacımız var? Toplum bu konuda çok net. 14 Mayıs’ta hedeflerimize tam ulaşamadığımız kesin ama 28 Mayıs’a giderken kaçırmış olduğumuz bu süreci tamamlayabiliriz. Avrupa’da da, hem siyasal hem de ekonomik şiddet yüzünden topraklarını, ailesini terk etmek zorunda bırakılanların tek oyunun dahi çok kıymetli olduğunu biliyoruz. Tek adam rejiminin değişmesi yönünde kullanacakları her oy hem onlar açısından hem de Türkiye’deki demokrasinin tesis edilmesi açısından çok kıymetli bir yerde duruyor. 14 Mayıs seçimlerinde güçlü bir irade açığa çıkardık. Bu iradenin kendisi 22 yıldır devletin tüm olanakları ile kendisini var eden bu rejimin yeniden Türkiye’de onay almadığını gösteriyor. Onay almayan bu iradeyi tamamen kaybettirmek, değiştirmek bizim elimizde. Bir oy ne işe yarar dememek gerekiyor, sandık başına gitmek, demokrasinin ve geleceğimiz önünde en büyük engel olan bu tek adam rejimini değiştirmek lazım. Sadece kendi oyumuz yetmez, sandık başına giderken yanımızda iki kişiyi de ikna ederek kaybettirmek çok kolay. Bugüne kadar yürüttüğümüz mücadelenin hakkı tek adam rejiminin değişmesidir.
- Yine önemli bir başlık PKK Lideri Abdullah Öcalan’a yönelik tecrit idi beyannamede. Yeşil Sol Parti ne yapacak bu konuda?
Türkiye’de Kürt sorunu ile ilgili olarak Kürt halkının lehine pozisyon almayan hiçbir iktidarın uzun vadeli bir siyaset yürütmesi mümkün değil. Her ne kadar iktidar tarafından Dolmabahçe mutabakatı masası devrilmiş ve çözüm süreci buzdolabına kaldırılmış olsa bile o tarihten bugüne sadece Kürt halkı açısından değil, Türkiye halkları açısından da bir barış imkânı var. Bu iktidar, ‘Kürt sorunu yoktur o yüzden barışa ihtiyaç yoktur’ dedi ve İmralı başta olmak üzere tecrit politikalarına geçildi. Biz bunu hem seçim çalışmalarında, hem de her yerde dile getirdik. Bugün Türkiye’de katmerleşen tüm sorunların da temeli budur.
Kadınlar olarak barış mücadelesinin ne kadar kıymetli olduğunu biliyoruz. İktidar 2015 yılından beri bir savaş koalisyonu olarak yoluna devam ediyor. Beka söylemi ile halklar, inançlar, cinsiyetler bağlamında nefret dilini ısrarla derinleştiren bir iktidar algısı var. Buna karşın, Türkiye’de Kürt halkı başta olmak üzere demokrasi mücadelesi yürüten bütün halkların Türkiye’de Kürt sorununun çözüleceğine dair inancı çok yüksek. Bu bize şunu da gösteriyor; Türkiye’deki tüm toplumsal kesimlerin içerisinde yer alabileceği yeni bir barış dönemini inşa etmek mümkün. Yeşil Sol Parti olarak, Meclis’i bir adres olarak görüyoruz. Türkiye’deki tüm toplumsal kesimleri bu işin bir parçası olarak görüyoruz. Sürecin muhataplarının da yer aldığı bir denklemde, demokratik ve barışçıl bir yöntemle Kürt sorunun çözüleceğine inancımız tam. Meclis’teki gündemlerimizden biri de bu olacak.