Seçimler modern toplumlarda önemlidir.
En sınırlı imkanların bulunduğu alanlarda mücadele etmek gerektiği gibi seçimler sürecinde de mücadeleyi yüksek tutmak gerekir. Buna halk yanıltılıyor ya da hileler yapılıyor denilerek itiraz etmek doğru değil. Mücadelenin her alanında hâkim sınıfların yoldan saptırıcı oyunlarıyla karşı karşıya kalırız. Sendikal faaliyet yürütsek de böyle, yayın çıkarmak istesek de böyle. En haklı bir şekilde eylem düzenlemeye kalkışsak binbir engelle önümüze dikilirler.
Bütün bu zorlukların hepsini arkada bırakarak yürümeye çalışmalıyız.
Kolay yürüyüş yok elbette ki.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turu bitti. Erdoğan göğsünü gere gere çıkıp ben kazandım diyemedi. Bu da geldiğimiz önemli bir aşamadır. Önceki iki cumhurbaşkanı seçiminde bunu başaramamıştık örneğin. Erdoğan daha birinci turda galibiyetini kolayca ilan etmişti. Üstelik onu yüzde olarak bayağı gerilerden takip ediyorduk, bütün bir muhalefet olarak.
Türkiye’nin yüzde 70’i sağdır (Değişime karşıdır), yüzde 30’u soldur (Değişimden yanadır) denkleminin çok ötesindeyiz. Erdoğan bu denkleme göre fiili başkanlık sistemini inşa etmişti ama şimdi pek de mutlu değil. Güvendiği dağlar kadar büyük sağcılık ona istediği sonuçları güle oynaya vermiyor. Türkiye sağı güçlendirilmiş parlamenter sistemden bahseder oldu, güçler ayrılığından bahseder oldu, görevlerin liyakate göre dağıtılmasından bahseder oldu. Bunlar sağcılar arasında pek rastlanmayan kavramlardı.
Tarih ancak bu hızla ilerliyor ne yazık ki. Bizim isteklerimize göre bütün temel koşullar değişmiyor. Temel koşulları biz seçemiyoruz, önümüze başka seçenek olmadan geliyor. “Bir Zamanlar Anadolu’da” böyleyiz. Ama bizler 12 Martları, 12 Eylülleri, 90’ları gördük ve direndik. Yine direniriz, yine yürürüz yorulmadan ve yine başarırız.
Cumhurbaşkanlığı seçimini tamamına erdirmek zorundayız. Grevi yasaklanan işçiler için, Halk Ekmek kuyruğunda bekleyen insanlarımız için, randevu bulamayan hastalar için, kadın cinayetlerine kurban giden kadınlar için, hak mücadelesi veren Kürt halkı için, Alevi halkı için, okuyacakları şehirde ev bulamayan gençler ve gökkuşağı bayrağını taşıyanlar için. Bütün haksızlığa uğramış olanlar için bu se-çimleri tamamına erdirmeliyiz.
İlk yapmamız gereken ipin ucunu bırakmamak. Eski bir söz var: “Leoparın kuyruğunu tutma tuttuysan bırakma” diye. Durumumuz bunun gibi. Sonuca bu kadar yaklaşmışken fırsatı kaçırmamalıyız. Yapmamız gereken iş, yapabileceğimiz bir iş. Bunu daha önce de İstanbul seçimleri tekrarlandığında yapmıştık. O zaman da işimiz kolay değildi. Vazgeçmedik, takipçisi olduk, durumu kabullenmedik ve karanlığı aydınlığa çıkardık. Süreklilik ve kararlılık belirleyici oldu. İstanbul seçmenlerinden oy kullanmamış olanlar bu haksızlığa ve yarım bırakılmışlığa “eyvallah” demedi. Kalkıp gidip oyunu kullandı ve tekrarlanan seçimde AKP’li adaya 800 bin civarında fark atıldı.
Demek ki neymiş, hikâyenin sonu önemliymiş.
Daha bizler son sözümüzü söylemedik.
Oy kullanmamış yurttaşlarımız yine oyunu eşitlik ve özgürlükten yana kullanmalıdır.
Efendim, şimdi ne yapıp edip Erdoğan parlamentoda çoğunluğu elde etmiş. Gönlü istermiş ki cumhurbaşkanı da olup memleketi ihya etsin. Bu ihya faaliyeti için çok güçlü olması gerekiyormuş, cumhurbaşkanlığı gücü de eksik kalmamalıymış. Bu kafaya göre en iyi yönetim biçimi krallık olsa gerek. Her açıdan en güçlü olabilme imkanına sahip olan kralın kendisidir çünkü. Ama gördüğümüz kadarıyla dünyada işler hiç de öyle gitmiyor. İyi durumda bir ülke varsa oradaki hükümeti sınırlayabilen, denetleyebilen başka güçler var. Örneğin parlamento gibi, örneğin yargı gibi, örneğin basın, örneğin örgütlü toplum gibi.
Öyle vurup yürüyünce demokrasi olmuyor. Boş verelim demokrasi gibi hassas bir işleyişi, kabaca iyi bir ekonomi bile olmuyor. O mübarek diyordu ki “Siz bu kardeşinize yetkiyi verin, ondan sonra bu faizle, şunla bunla nasıl uğraşılır göreceksiniz” Bu sözü dolar 4,75 lirayken söylüyor.
Hep yetki verin, yetki verin. Neden verilsin ki yetki? Yetki ve egemenlik halkındır. Yetki ve egemenlik ne kadar çok halktan, tek adama doğru devredilirse her şey o kadar kötüye gidiyor. Bunu teker teker her alanda gördük. Bilakis Erdoğan’a hiçbir konuda yetki verilmemeli ve her konuda var olan yetkisi azaltılmalı. Ülkeye ne felaket geldiyse onun fazla yetki kullanmasından geldi.
Faizi düşük tutarak yandaş burjuvaziyi besledi. Hayat pahalılığını ve işsizliği patlattı. Kürt halkının politik iradesini yok sayarak onun seçtiği belediye başkanlarının yerine kayyım atadı. Kadınları şiddetten koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin imzasını geri çekti. Suriye ve Irak topraklarını ganimetçi Orta Çağ çetelerinin saldırganlığına açtı.
İşte çok yetki verilen şahsiyetin yaptıkları.
Bir kere daha yetki mi? Bir daha asla.
Bu defa yetki değil, yol vereceğiz sana Erdoğan.