İkinci tur seçimlerine sayılı günler hatta saatler kaldı. İlk tura ilişkin kritikler, değerlendirmeler, 2’nci tura yönelik tahminler, öngörüler sürüyor. Bütün bunlara hayal kırıklıkları, moralsizlikler, yeni hamleler, hesaplar, pazarlıklar eşlik ediyor. Söylemler sert, atmosfer de son derece bulanık. Bu tür ortamlarda gerçekten objektif değerlendirme yapmak zor.
Şu son bir haftada yaşanan gelişmelerle birlikte bazı konular netleşti. Birincisi halen ilk turda ortaya çıkan seçim sonuçlarının gerçek olarak kabul edilerek üzerinden değerlendirmeler yapılmasının çok büyük haksızlık olduğunu, bunun ciddi yanılgılara, yanlışlara neden olacağını düşünüyorum. Eski TÜİK Başkanı’nın yaptığı değerlendirmeleri dikkatli okumakta fayda var. Bunun gerekçelerini geçen hafta uzun uzadıya yazdığım için uzatmayacağım. İkincisi bu okumalar üzerinden özellikle değişim talep eden ve bana göre toplumun yüzde 60’ını oluşturan kesimlere yönelik psikolojik savaş ve ahlaksız operasyonlar yürütülüyor. Öyle bir puslu hava yaratıldı ki doğru ile yanlış, iyi ile kötü neredeyse ayrıştırılamaz hale getirilmek isteniyor, toplumun değişime olan inancı kırılıyor. Elbette bu başından beri tasarlanan bir plandı ve ne yazık ki bu plan takır takır işliyor. Üçüncüsü ve en önemlisi derin devlet, ırkçı-milliyetçi klikler üzerinden seçimlere, halk iradesine yönelik çok yönlü müdahalesini sürdürüyor.
Ortaya çıkan görüntü şudur: Daha önce de analizi yapıldığı gibi Türkiye siyaseti büyük bir milliyetçi kuşatmaya alınmıştır. Kurulan yeni sistemle birlikte 50 artı 1 oy alma kaygısı siyasetin ana aksları açısından “kazanma yolunda her şeyin mübah sayıldığı” bir ilkesizliğe, şekilsizliğe ve hatta siyasetsizliğe neden oldu. Seçim yarışı bütün kuramsal çerçeveleri altüst edecek şekilde sağ ile sol, muhafazakarlıkla laiklik, liberal sosyal politikalar ile toplumcu politikalar ve sayılabilecek daha nice karşıtlık arasındaki yarıştan ziyade tamamıyla bir milliyetçilik yarışına dönüştü. Toplumsal geniş kesimlerin tercihleri, yönelimleri değersizleştirilirken sağcı aşırı uçlar, milliyetçi hezeyanlar kıymete bindi. Bu durum sistemi kuranların, uygulayanların, bugüne getirenlerin temel amaçlarından biriydi ve gelinen aşamada ne yazık ki başarılı oldukları görünüyor. Mevcut durumda geniş toplumsal kesimlerin hayal kırıklığı, umutsuzluk ve hatta inançsızlık; küçük marjinal sağcı grupların memnuniyet yaşaması tesadüfi değildir. Bu oyunu kuranlar açısından plan basit: Toplumun değişim iradesini bloke et, manipülasyonu derinleştir, algıları yönet ve korkuları derinleştirilen yüzde 3-5 puanlık kesimi arkana alarak siyaseti ve onunla birlikte toplumun değişim iradesini rotasından saptır, iktidar olmak isteyen herkesi de kendine mahkûm ve mecbur kıl! Yanlış anlaşılmasın, burada bahsettiğim kesimler sadece Özdağ-Oğan ikilisi değil, onlar bu işin sadece görünen yüzleri ve “sadık kaldıkları plan” açısından aralarında bir görev dağılımı yaptıkları da görülüyor. Ama onların arkasında MHP-BBP gibi, İyi Parti gibi, İçişleri Bakanı gibi, Vatan Partisi gibi, Ağar-Çiller ekibi gibi onlarca aktör var işin içinde. Bu plan ilk önce AKP üzerinden başarıyla denendi, MHP ve türevleri eliyle iktidar kuşatıldı, AKP’ye destek veren geniş kesimler süreç içerisinde amaçlarına ters düşecek noktaya getirildi, AKP MHP’lileştirildi; AKP’ye destek veren geniş kesimler ırkçılıkla zehirlendi, siyaset yozlaştırıldı. Bugün ortaya çıkan her türlü kumpasın, montajın, iftira-nın nedeni de bu yozlaşma halidir. Haliyle bu seçimlerde planın ikinci aşaması devreye sokuldu. Bu aşamada kuşatma iktidardan muhalefet kanadına doğru genişletildi. Amaç iktidar ve muhalefeti kuşatmak, felç etmek ve kuşatılamayan, her şeye rağmen bu ırkçılığa alternatif olabilecek kesimleri de sistem dışına itmek üzerine kuruldu.
Dikkat edilirse seçim süreci boyunca kimin kazanıp kaybetmeyeceğinden daha çok Kürtlerin, HDP’nin, mültecilerin, kadınların yani bütün ötekilerin nasıl düşmanlaştırılacağı, sistem dışına itileceği konuşuluyor. Asıl büyük tehlike de budur. Peki, devleti bu plana iten neydi, nasıl oldu da bahsi geçen bütün güçler aynı düzlemde buluştu?
Bana göre bunun da cevabı basit ve mesele bugünle ilgili değil. Bunun kararı 2015 yılında verildi. Plan, HDP’nin ve Kürtlerin siyaseti dizayn eden ana aktör olmasına karşı geliştirildi. İlk halkasını tecrit, ikinci halkasını savaş ve operasyonlar oluşturdu. Çünkü Kürtler o tarihten beri özellikle haziran seçimleri, 31 Mart yerel seçimlerde toplumun değişim iradesini temsil ettiklerini, değişimin öncü gücü olduklarını kanıtlamıştı. Bugün yaşanan tartışmalar arasında bence gözden kaçırılan durum budur. Elbette Kürtler iki milliyetçi blok arasında tercih yapmak zorunda değil, tercihleri de zaten bu doğrultuda değil. Kürtlerin tercihi ve siyaseti deği-şim müdahalesidir. Son iki gündür Ümit Özdağ, Sinan Oğan ikilisi üzerinden başlatılan ve Kürt seçmeni gittikçe umutsuzluğa, küskünlüğe sevk eden duruma karşı verilebilecek en güzel cevap Kürtlerin 2015 yılında Türkiye siyasetinde başlattığı değişim sürecini tamamlama-larıdır. Kürtlerin yapacağı tercih şu veya bu adaya destek olarak görülemez. Kürtlerin yapacağı tercih değişimi başarıp başarmama tercihidir.