İmralı tecridinin hukuka aykırı olduğunu söyleyen İsveç Sol Parti Milletvekili Ann Jessica Therese Karlqvist, tecrite karşı sessizliğin ‘utanç verici’ olduğunu söyledi
Uluslararası komployla Türkiye’ye getirildiği 15 Şubat 1999 tarihinden bu yana İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde ağır tecrit koşullarında tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan ile cezaevindeki diğer tutuklular Hamili Yıldırım, Veysi Aktaş ve Ömer Hayri Konar’dan 2 yılı aşkın bir süredir haber alınmıyor. İmralı’ya getirildiği günden bu yana Abdullah Öcalan’ın dışarı ile iletişimi, çeşitli gerekçelerle engellenirken, avukat ve ailelerin bu süre zarfında yaptığı 392 görüş başvurusu yanıtsız bırakıldı.
İmralı’daki mutlak tecride karşı harekete geçen ve 25-27 Ocak tarihleri arasında İstanbul, Ankara ile Amed’te sivil toplum örgütleri ve siyasi partilere ziyaretlerde bulunan Tecride Karşı Uluslararası Delegasyon, 28 Ocak tarihinde İstanbul’da Tecride Karşı Uluslararası Forum düzenledi. Uluslararası İmralı Barış Delegasyonu ise 11-12 Mayıs tarihlerinde İstanbul’da tecride dair ziyaretler gerçekleştirerek, konuya dair bilgi edindi. Siyasetçi, aydın, yazar, hukukçu ve gazetecilerin de aralarında bulunduğu 7 ülkeden 36 kişiden oluşan Tecride Karşı Uluslararası Delegasyonu’nda yer alan ve tecride karşı Avrupa’da birçok çalışma yürüten İsveç Sol Parti Milletvekili Ann Jessica Therese Karlqvist, tecride ilişkin yaptıkları görüşmeler ve yürüttükleri çalışmalara dair Mezopotamya Ajansı’ndan Ergin Çağlar’a konuştu.
‘Tecrit hukuka aykırı bir yerde’
Kurdistan ve Türkiye’de yaptıkları ziyaretlerle hem PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik hem de tüm cezaevlerine yönelik tecridi gözlemlediklerini belirten Karlqvist, gözlemleri sonucunda “İmralı, uluslararası insan kakları açısından hem uluslararası hem de ulusal düzeyde tamamen hukuka aykırı, hukuk dışında bir yerde” tespitinde bulunduklarını kaydetti.
‘İntikam alma haline geldi’
Türkiye’nin Abdullah Öcalan’a uyguladığı tecridin “suç-ceza” ikileminde bir yerde olmadığını, aksine bir “intikam almak” haline geldiğinin altını çizen Karlqvist, özellikle AKP’li Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 21 yıllık iktidar dönemine işaret ederek, “Görünüşe göre Erdoğan, Öcalan’ı bir insan olarak yok etmek istiyor. Erdoğan açısından tecrit sistemi, Öcalan’ın sözlerinin, fikirlerinin ve düşüncelerinin onunla birlikte yok olması umuduyla ortaya çıktı” dedi.
‘Hiçbir şey Öcalan’ın koşullarıyla kıyaslanamaz’
Abdullah Öcalan’a dönük ağır tecrit sisteminin Kürt sorununun çözümsüzlüğüyle bağlantılı olduğunu belirten Karlqvist, “Öcalan’ın İmralı’daki durumu kesinlikle Erdoğan’ın Kürt sorununu ele alma biçimini temsil ediyor. Öcalan’ı tecrit etmek, susturmak ve yok etmek istiyor. Bu amaca ulaşmak için hiçbir çaba ve fırsattan kaçınmıyor. Aslında bu tecrit Öcalan’ın şahsına yapılmış bir tecrit değil, Kürt halkının ve onun siyasi hareketinin herhangi bir aktivistine, destekçisine veya sıradan bir sempatizanına da yapılmış bir tecrittir. İmralı’da yaşananların dünyada eşi benzeri yok. Öcalan, Marmara Denizi’nin ortasında kendisi için özel olarak inşa edilmiş bir hapishanede 24 yıldır tutuklu, coğrafik ve yasal olarak tecrit edilmiş ve yüzlerce gardiyan tarafından tutuluyor. Öcalan’ın durumu 19. yüzyıl romanına konu olan ‘Monte Kristo Kontu’nu anımsatıyor ama romandaki mahkum sadece 14 yıl hapiste tecrit edilmişti. Hiçbir şey Öcalan’ın koşullarıyla kıyaslanamaz” ifadelerini kullandı.
‘Utanç verici’
Gelinen noktada “mutlak bir iletişimsizlik” halinin söz konusu olduğuna dikkat çeken Karlqvist, bunun son bulması için yıllardır yapılan tüm girişimlere rağmen Abdullah Öcalan’ın avukatlarının da sonuç alamadığını söyledi. Karlqvist, Türkiye temasları sonrasında Avrupa’ya döndükten sonra başta Kürt sorunu olmak üzere Abdullah Öcalan ve diğer tüm siyasi tutukluların durumuna dikkat çekmek amacıyla birçok çalışma yürüttüklerini belirtti. Sorunun yayılması ve duyulmasını hedeflendiğini ifade eden Karlqvist, “Bunun ‘utanç verici’ olduğunu söylemekten yoruldum. Uluslararası toplum tarafından her davada kullanılan etik-ahlaki çifte standart uygulanıyor. Erdoğan her alanda uluslararası toplumu kontrol altında tutuyor” diye belirtti.
CPT’nin sessizliğine tepki
Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi’nin (CPT) İmralı ziyareti sonrası sessizliğine tepki gösteren Karlqvist, “İşkenceye Karşı Avrupa Sözleşmesi’nin 10 (2) maddesi uyarınca CPT, ciddi durumlarda ev sahibi devletin vetosunu geçersiz kılabilir ve konu hakkında bilgi verebilir. Geçmişte zaten yapıldı ve Öcalan’ın durumundan çok daha az ciddi durumlarda bile yaptılar. Delegasyonumuz CPT’den tam olarak bunu, yani Madde 10(2)’nin imtiyazını kullanmasını istedi. Ben ve derneğim Öcalan’ın tecrit edilmesine karşı sürmekte olan tüm Avrupa ve ulusal kampanyalara aktif olarak katılıyoruz. En popüler platformlar, Öcalan’ı çok az da olsa ilgilendiren tüm içerikleri sürekli olarak sildiği için genellikle kullandığımız sosyal ve bilişim araçlarını kullanmak çok zorlayıcı olsa da etkinlikler düzenliyoruz, kamuoyunun onu savunması için kampanyalar düzenlemeye çalışıyoruz. Kamuoyunu daha iyi bilgilendirmek için her türlü çabayı göstermeye ve eş zamanlı olarak PKK’yi ‘terör örgütleri listesi’nden çıkarmaya yönelik bir kampanyaya devam ediyoruz. PKK resmi olarak bu listede olduğu sürece kurumların meseleyi göz ardı etmek için aradıkları mazeretleri vardır” diye belirtti.
İSTANBUL