Sığındığımız kahırdan kaçma vakti geldi. Bu bir firar hikayesi. Unutmanın ve hatırlamanın düellosu. Öyle başlayalım hayata ve yaşama isteğine. Enkazı, harabeyi, dar alanda sohbet etmeyi bırakma vesilesi. Hakkımızdır, hklı olduğumuz yerdeyizdir. Şimdi değilse hiçbir zaman, burada değilse hiçbir yerde. Yeter ki başlama, yine deneme takatimizi kimseye kaptırmayalım.
Bir tanım bulalım, gerçek olsun ya da aşka benzer bir adı olsun, kavga da olabilir. Peşinden sürüklenmek için şöyle bir geçmişe bakmak yeterli. Yetmediyse, geleceğe bir bakış atmalı, son bir bakış değil, çoğalarak uzayan bir bakış.
Kavgaların müsebbibi olmuşken, kendini hizaya çekip kendine acıyarak bakakalabilir insan. öfkeyle de bakabilir. Başlangıçta da hatalar, pişmanlıklar, telafisi mümkün olmayan şeyler yaşandı. Yani biz gelmeden önce yaşanan birçok şeyi yeniden yaşadık. Elbette keşfettiklerimiz de oldu. Yılgınlık, ümitsizlik, hasar, yol bulamamak, yolsuz kalmak, her birini düşünerek de düşünmeyerek de yaşadık. Eylem çünkü, kararlara had bildirmektir. Bazen de haddini bilmektir. Bu günlerde ise ölçmektir.
Eksilerek, eskiyerek bir yere gidilemeyeceği, hatta yola bile çıkılamayacağı gerçeği gün gibi ortadayken ve taşı bir dağın tepesine taşıyacakken, bırakmak bir uçurumdan geri yuvarlanmasına, omuz verip getirdiğimiz yere, en çok bize ayıptır. Kimsenin günahı yok, herkes günahkâr artık. Bunun anlamı çok çok uzun sürer.
Yeni baştan hatırlamaya çalışıyorum. Yapmadıkları ne kaldı, diye bir cümleyi en önce düşünüyorum. Her şey yerli yerine oturuyor. Tekrar bir inat, yılmayan bir takat, büyüyen bir inanç yoksa bile ışığını gösteriyor bize; vazgeçmediğimiz birçok şey var. Hepsi adına, son bir adımla, çevrilecek bir anahtarla, bir tekmeyle de olur. Birçok şeyin başındayız.
Onları düşünüyorum; zulüm, hırsızlık, yolsuzluk, vahşet, pusu, yani devri alemin biriktirdiği kuyu kadar derin bir arsızlık. Buraya kadar demek, burası son demek herkesin dimağında saklı kalmış bir darağacı. Gizlenmiş bir söz, korkutulan bir imla. Oysa kaldık, kazanmadık ama birçok sonun başlangıcındayız.
Yenilenmeye muhtacız, yenilmeye ve aldanmaya mecbur değiliz. Sızı her zaman yanı başımızda bizi dürtüyor. Olsun diye bir tümce her daim dilimizde. Bu bile yeter cesareti her temasta iz bırakmaya razı etmede. Aslımız, aslı olan ne varsa, bir gün bir yansımada kendini gösterecektir. İşte tam zamanıdır ve tarihi bir eşiktir, oradayız.
Bıkkınlığa mahal yok. Bakınma lüksü yok. Adım demek, eylem demek bir eylemektir. Oradayız. Uçurum da var, yani yine düşmek ama manzarayı değiştirecek yokuşlar da var. Birinden birine bir adım, yani yeni bir rüzgâr, bizi artık bir yere götürecek. Mevsimlerin inadına, anlamlarına, her ne yaparsa onlara, onlarla devam edeceğiz.
Burası bir masal değil, bir efsane yeri de değil. Yaşadıklarımızın adı olmasa da anısı var. Zaten insan, yani yaşamak biriktirmektir anları, sonradan düşünüp bir tebessümle hatırlayacağımız yerimizdir. Sanmak değil, hissetmek eşiği, tam zamanı. Uzun süren bir serüvendir zafer. Yaklaşmak hayati, uzaklaşmak ölümcül.
Zalim bir havayı, irin tutmuş bir zamanı ve yaşamaya hakaret bir duvarı yıkmaya gidiyoruz. Yaşandığı için denilmiştir: Yıkamadığı duvarın önünde yalvarmak bir marifet değildir ama yıktığı duvarın enkazının tepesinde şarkı söylemek bir haysiyet meselesidir. Yarın öbür gün bir duvara toslayacağız, marifet de bizim, haysiyet de. Sonrasını kalanlar düşünsün.
Haftanın kitap önerisi: Oğuz Atay, Korkuyu Beklerken, İletişim Yayınları