İktidar bloku kaybetmeye yakın.
Böyle söylüyor olmamız usul gereği. Henüz oylama bitmediği, oylar sayılıp dökülmediği, sonuçlar kâğıt üzerinde herkes tarafından aynı şekilde okunup anlaşılacak şekilde belirtilmediği için böyle diyoruz. Yoksa hepimiz biliyoruz ki, seçimler oylama yapılıp oylar sayıldığı için kazanılıp kaybedilmez. Gerçekte seçimler bireyler oylarını kullanmadan önce halkın fikrinde ve gönlünde gerçekleşmiştir. Seçimler teknik bir bakış açısından yalnızca bunun inkârı mümkün olmayacak şekilde kayda geçirilmesinden ibarettir.
O yüzden hepimiz -en başta da Tayyip Erdoğan- aslında seziyor ve biliyoruz ki, iktidar bloku halkın fikrinde ve gönlünde kaybetti. Ne var ki, milyonlarca farklı bireyin fikrinin ve gönlünün bir hükmü olabilmesi için nesnelleştirilmesi, bir örnekleştirilmesi, sayılabilir ve toplanıp çıkarılabilir kılınması, birbiriyle karşıtlaşan iradelerden hangisinin hükmedeceği, hangisinin hükme boyun eğeceğinin yenen ve yenilen için aynı ölçüyü ifade eden bir eşdeğere atfedilmesi gerekiyor. “Oyumuz” dediğimiz şey bu eşdeğer işte. Bir çobanın elinde bulunmasıyla, bir mankenin elinde bulunması veya bir “terörist”in elinde bulunmasıyla Cumhurbaşkanının elinde bulunmasının nihai sonuç açısından hiç fark etmeyeceği bir eşdeğer. Piyasada para neyse siyasette oy odur. Parayı veren düdüğü çalar. Oyu alan gücü alır…
Seçimleri kaybedenin gücü kaybedecek olması gerçeği, orada yol ortasındaki bir kaya gibi dikilip dururken, sahip olduğu tüm gücü ve zenginliği hep sandıktan şu ya da bu şekilde “daha çok oy” çıkartabilmiş olmaya borçlu olan bir iktidarın, önce şu baş belası “eşitlik” prensibinden, ardından dürüstlük ve açıklık prensibinden kurtulmaya meyletmesi kadar anlaşılabilir bir şey olamaz.
Tayyip Erdoğan’ın “millet memleketi teröristin oyuyla iktidara gelecek olanlara bırakmaz” diyerek eşitlik ilkesine saldırmaya yönelişini hem seçimlerin kaybedildiğini onun da içselleştirdiğinin kanıtı olarak okuyabiliriz, hem de seçim sonuçlarını herkes için aynı anlam ve karşılığa sahip bir eşdeğer ile ölçmeyi reddedişinin, kaybetse de iktidar devrine rıza göstermeme refleksinin işleyişi olarak “not edebiliriz”.
Bütün bunlardan sonra Erdoğan’ın baş danışmanı İbrahim Kalın’ın uluslararası medyaya “[…] ne olursa olsun seçim sonucuna saygı duyuyoruz” diye açıklamada bulunmak zorunda kalması bir dil sürçmesinin giderilmesinden ibaret olarak görülemez. Bunun iktidar blokunda içkin bir eğilim olarak giderek belirginleşmekte olduğunu Devlet Bahçeli’nin iktidarın el değiştirmesi ve Türkiye’nin Kürt meselesine yaklaşımının farklılaşması halinde “muhalefetin vücuduna mermi alacağı” tehdidinden de görmek kabil.
Bunlar anlaşılabilir. Ancak, anlaşılmaz olan seçim güvenliği gitgide kırılganlaşır ve oyun iktidar tarafından zorla bozulmaya, seçim sonuçlarının meşru olmayan yollardan değiştirilmesi kapısı zorlanmaya başlarken ana muhalefetin aklına çare diye “Seçim gecesi kimse gece evinden dışarı çıkmasın” çağrısının gelmesi anlaşılamaz.
Elbette, seçim sonuçlarını zorla değiştirme hevesleri toplulukları hedef alan şiddet gösterilerini de kapsar ve bunlara yönelik bir ihtiyata ihtiyaç olduğu apaçık ortada. Ancak Türkiye halkları son on yıldır, Erdoğan’ın iktidarda tutunmak için darbe, OHAL, paramiliter güç ihdası gibi bütün girişimlerini ve bunları meşrulaştırmak için takip ettiği yordamları gayet yakından izliyor ve fazladan uyarılara gerek kalmaksızın davranılması gerektiği gibi davranıyor. Halk kararını verdi. Erdoğan’ı çembere almak ve Saray’ına kıstırmakta kararlı ve bu tarz-ı siyaseti çoğu zaman liderlere rağmen sistematik olarak icra ediyor.
“Olası provokasyonlar”ın halkın, kendisinden korkan Erdoğan’la korkutularak bertaraf edilebileceği saçma bir varsayımdır. Halkı kendi gücünden korkmaya, kendi kendisine gönüllü OHAL uygulamaya çağırmaktan ibaret bir tedbir esasen sadece saldırganı cesaretlendirir.
Öte yandan “hayatın olağan akışı” zaten en yaşlılar dışında tam tersinedir. Kimse gece yarısı sokağa dökülmez. Seçim günleri, bizzat öneri sahiplerinin yakından bilmesi gerektiği gibi, halk için bir bayram gibidir. Topluluktan, bir arada olmaktan, inancı ve neşeyi birbirine bulaştırmaktan haz alınan bir toplumsal şevk halidir. Seçim gecesi kimse sokağa çıkmaz, oy kullanmak için evden çıkanlar eve dönmez, sonuçları dışarıda, bahçelerde, sokaklarda seçim sandıklarının olduğu yerlerde beklerler.
İktidarın korkusu da budur, halkın gözlerinden, halkın dikkatinden, sandık başlarındakilere durmaksızın görevlerini hatırlatan ısrarından, hileye karşı yay gibi gerilmişliğinden korkar. Aklından geçirdiği, planladığı zorbalık ve hilelerden onu caydıracak olan halkın evine kaçması değil, hayata karışması, hayatı kendisinin kılmasıdır.
Endişeye mahal yok, seçim gecesi kimseler sokaklara dökülmeyecek. Çünkü sabah oy vermek için evlerinden çıkanlar sonuçlar belli olduğunda zafer naralarıyla evlerine dönüyor olacaklar.