Kimilerine göre ‘son düzlük’, kimilerine göre ‘son viraj’, her nasıl adlandırılırsa adlandırılsın, okumakta olduğunuz satırlar seçimden önceki son yazı. Tabii burada artık ben de bu cümleyi kurduktan sonra kocaman bir soru işareti çengelini cümlenin sonuna eklemeyi düşünmüyor değilim. Artı TV kanalında ‘Haftanın hayı huyu’ programını birlikte hazırladığım meslektaşım Mihail Vasilyadis, uzun bir süredir her seçim konusu gündeme geldiğinde sözünü ‘eğer olacaksa’ diyerek bağlıyor.
Normal şartlarda tarihi önceden belirlenmiş, bu yapılırken de 18 Haziran yerine 14 Mayıs olarak kararlaştırılarak hepi topu bir ay erkene alınmış bir seçim tarihimiz var. Durum böyle olduğu halde sevgili Mihail’i seçim gününe bir hafta kala halen ‘eğer olacaksa’ demeye, bu konuda çekince belirtmeye iten etken son zamanlarda sıkça karşımıza çıkmaya başladı bile.
İktidar cenahının konuşmalarında dozu gitgide artan provokatif bir dil ve üslupla karşılaşıyoruz. Başka bir deyişle Cumhur İttifakı cenahında hâkim olan ayrıştırıcı söylem, her türlü kışkırtmaya zemin oluşturacak nitelikte. Bunun son örneğini geçtiğimiz Pazar günü Erzurum ve Tarsus’ta yaşadık. Bir yanda İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, diğer yanda Yeşil Sol Parti’nin propaganda aracı ağır saldırılara uğradılar. Erzurum’da resmî sayılarla dokuz, İmamoğlu’nun ifadesiyle 12 kişi atılan taşlarla yaralanırken, diğer yanda beş partili sopa ve bıçak darbeleriyle hastanelik edildi.
Her iki saldırının da tasarlanmış, planlanmış bir organizasyon olduğunu hesaba kattığımızda, seçim güvenliği konusunda duyulması gereken kaygı daha da büyüyor.
Hepimizin bildiği gerçek, olası iktidar değişiminin birçok insan için büyük bir endişe kaynağı olduğu. Yasadışı yollardan büyük servetler edinen, meslekî kariyeri uğruna görevini kötüye kullanan, bunları yaparken cezasızlık zırhıyla korunacağından emin olan sayısız bürokrat, sözde iş insanı, müteahhit, yargı mensubu, emniyet amiri zemheri ayazında çıplak kalmış gibi tir tir titremekte. Bir zamanlar başkalarına yönelttikleri ‘Silivri soğuk olur’ sözünün etkisini tenlerinde hissetmekteler.
Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu tarihten sonra suç işlemeleri halinde bedelinin ağır olacağı yönündeki uyarısı, seçim günü yaklaştıkça kimilerinin uykusunu zindana çeviriyor olmalı. Bugün sırtını iktidara dayayarak usulsüz işler yapanlar yarın dayanacak bir destek bulamadıklarında neler olabileceğini düşündükçe çare olarak ülkeden kaçmak üzere tek yön bilet almaya mecbur kalıyor.
Üstelik bu ‘tek yön’ bilet alma çabası sadece AKP iktidarı döneminde suça bulaşanlarla sınırlı değil. Pek olası görülmüyor ama muhtelif tertipler sonucu seçimi Cumhur İttifakı’nın kazanması halinde, ülkede kalmanın öngörülemeyecek tehlikeler oluşturacağına inananların sayısı da oldukça yüksek.
Böyle bir ihtimalde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok daha radikal bir siyaset izleyeceğine, düne kadar adım adım ilerlediği yolda bu yeni dönemde koşmaya başlayacağını düşünenler de kendilerince çarelere başvuruyorlar. Nedense gözümün önüne ABD yenilgisi sonrası Saygon veya Kabil havaalanında yaşanan görüntüler geliyor. Biz bu görüntülerin daha küçük ölçekli benzerini 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşamıştık. Askerî helikopterlerle komşu ülkeye iltica edenler, Meriç nehrini aşmaya çalışırken ecel terleri dökenler sadece saatler öncesinde kendilerini ülkenin sahibi sanma yanılgısında olanlardı.
Çıkmaz sokakta sıkıştırılan kedinin saldırısı can havliyle olacağı için, çok tehlikelidir. Gücünün kat be kat üzerinde bir çabayla saldırır.
Ülkemizde uzunca bir süredir hemen her seçim birilerinin kaderini belirleyecek anlamlar içeriyor. İşlerin kurallar içinde yürütüldüğü ülkelerde seçimler belli bir rutinin uygulanması dışında özel anlamlar taşımazlar. Buna bağlı olarak seçimlere katılım oranı da oldukça düşüktür. İnsanlar, hafta sonu gevşekliğinden taviz verip seçim sandığına gitmeye gönüllü olmazlar. Bizde ise seçime katılmak bir yurttaşlık görevi olmanın çok daha ötesinde anlamlar taşır. Kimin, hangi partinin iktidara geleceği bir beka sorunu olarak sunulur seçmene. Ülkenin varlığı-yokluğu meselesidir sandık başındaki tercihimiz. Bu da ne kadar eğreti dengeler üzerinde duran bir ülke olduğumuzdan öte anlam taşımıyor. İktidara göre muhalefetin seçimi kazanması yabancı devletlerin ülkeyi işgal etmeleri anlamı taşıyor. Bu yönüyle söz konusu olan vatandaşın tercihi seçim değil, ülkemize karşı gerçekleştirilecek bir darbe.
İktidar bu söylemle seçmeni ülkeyi korumaya çağırıyor. Karşıt söylem de, yani muhalefetin çağrısı da farklı değil. Onlar da ülkeyi despotik bir diktatörlükten kurtarma çağrısındalar.
Sayılı günler kaldı, berber koltuğunda oturmuşuz. Birazdan saçımız kucağımıza döküldüğünde ak mı kara mı belli olacak. Tabii berber makası evde unutmadıysa…